Geriye silik fotoğraflar kaldı…
Kırım’ın ilhakından sonra, Rus hükümeti ve Rus Ortodoks Kilisesi, Yarımada’nın Müslüman kimliğini ortadan kaldırmak için seferber oldu. Bu demografik, kültürel ve dinî müdahaleler sonucunda aidiyetlerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalan Kırım Tatarları, kendi mücadelelerini vermeye başladı. Bu isimler arasında bir tanesi, Kırım’ın millî ve manevî kimliğinin kayıt altına alınması ve sonraki nesillere aktarılması noktasında özellikle öne çıkmıştı: Hüseyin Bodaninski.
Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında 1768’den 1774’e kadar devam eden yıkıcı savaş, Osmanlıların ağır yenilgisiyle sonuçlanmıştı. Bugünkü Bulgaristan sınırları içinde, Silistre bölgesinde bulunan Kaynarca kasabasında 21 Temmuz 1774 günü imzalanan anlaşma -Küçük Kaynarca Anlaşması- ile çatışmalar resmen dururken, uluslararası siyaset açısından artık yeni bir düzleme girilmiş oluyordu. Osmanlı İmparatorluğu “büyük devletler ligi”nden düşmeye başlıyor, toprak kayıpları artıyor, imparatorluk sınırları içindeki Ortodoks Hristiyanların “hamisi” olarak da Rusya sahneye çıkıyordu.
Küçük Kaynarca Anlaşması’nın Osmanlı İmparatorluğu açısından en acı ve net sonuçlarından biri, Kırım’ın kaybedilmesiydi. 1449’dan itibaren Osmanlı’ya tabi bir yönetim olarak varlığını sürdüren Kırım Hanlığı, bundan böyle “bağımsız” olarak yoluna devam edecek ve hiçbir dış güç Kırım’ın iç işlerine müdahalede bulunmayacaktı. Ne var ki, anlaşmanın üzerinden yalnızca 9 yıl geçtikten sonra, Kırım Rusya tarafından ilhak edildi. Bundan böyle Kırım ve Kırım’ın Müslüman halkı için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Kırım’ın ilhakından sonra, Rus hükümeti ve Rus Ortodoks Kilisesi, Yarımada’nın Müslüman kimliğini ortadan kaldırmak için seferber oldu. Sonraki yıllarda yaşanan çeşitli savaş ve çatışmalarda Müslüman Tatar nüfusun önemli bir kısmı Kırım’ı terk etmek zorunda bırakılırken, yerlerine Hristiyan nüfus iskan edildi. Sivastopol-Yalta-Aluşta kıyı hattına Rus stilinde mimarî eserler inşa edildi, şehirlerin geleneksel İslâmî manzarası değiştirildi.
- Bu demografik, kültürel ve dinî müdahaleler sonucunda idiyetlerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalan Kırım Tatarları, kendi mücadelelerini vermeye başladı.
En meşhuru Gaspıralı İsmail Bey (1851-1914) olan bu isimler arasında bir tanesi, Kırım’ın millî ve manevî kimliğinin kayıt altına alınması ve sonraki nesillere aktarılması noktasında özellikle öne çıkmıştı: Hüseyin Bodaninski.
1877’de Akmescit’e (günümüzde Simferopol) bağlı Bodana köyünde dünyaya gelen ve soy ismi de buna işaret eden Hüseyin Bodaninski, Tatar bir öğretmenin oğluydu. Çocukluğundan itibaren iyi bir eğitim alan Hüseyin Bey, Akmescit’teki öğretmen okulundan mezuniyetinin ardından, 1895-1905 yılları arasında Moskova’daki ünlü Sanat ve Sanayi Üniversitesi’nde okudu. Paris’te geçirdiği birkaç yıl, ona özellikle sanat alanında tecrübe kazandırdı. 1911’de St. Petersburg’a dönen Hüseyin Bodaninski sonraki beş yıl boyunca, en çok tercih edilen iç mimar ve tasarımcılardan biri olarak ünlendi. Yaptığı işler ve katkıda bulunduğu eserler, şehrin elit kesimleri arasında büyük beğeni topladı.
- 1916’da Kırım’a dönen Hüseyin Bey, ertesi yıl bir zamanlar Kırım Hanları’nın yaşadığı Bahçesaray’daki Hansaray külliyesinin müdürlüğüne atandı.
Külliyede Tatar kültürüne adadığı bir müze de kuran Bodaninski, bir yandan da hızlı bir şekilde Kırım Tatarlarının günlük yaşamlarını, adetlerini, kılık-kıyafetlerini ve geleneklerini kayıt altına almaya başladı.
1920’lerin başından itibaren giriştiği envanter çalışmalarını sonraki 10 yıl boyunca titizlikle sürdüren ve Kırım’ın her köşesini kapsayacak şekilde genişleten Hüseyin Bodaninski, bu şekilde Kırım Tatarlarının millî ve manevî kimliklerinin net bir manzarasını ortaya koydu.
- Bodaninski ve birlikte çalıştığı arkadaşlarının “Vaktimiz daralıyor, elimizi çabuk tutmalıyız” şeklindeki öngörüleri, 1930’ların ilk yarısında çoktan gerçekleşmeye başlamıştı.
Sovyetler Birliği’nde giderek baskısını ve dehşetini artıran Stalinist rejim, birliğin dört bir yanındaki farklı etkin ve dinî grupları hedef alıyordu. Bu çerçevede Kırım’da da Tatarlar odak noktasına yerleştirilmişti. Önde gelen Tatar aydınlar ve mücadele adamları tutuklanıyor, sürgün ediliyor veya üst düzey görevlerden el çektiriliyordu; 1934’te Hüseyin Bodaninski de Hansaray müze müdürlüğünden alındı.
Geçinebilmek için Moskova ve Tiflis’te yeniden iç mimarlık ve dekoratörlük işine dönen Bodaninski, dört yıl sonra “milliyetçi fikirlere sahip olmak” suçlamasıyla Tiflis’te tutuklanak Kırım’a yollandı. 17 Nisan 1938 günü, Bodaninski ve bir grup arkadaşı (ki içlerinde Hasan Sabri Ayvazov, Fevzi Musanif, Hasan Refatov, Osman Akçokraklı, Bilal Çagar, Ramazan Aleksandroviç, Cafer Gafarov gibi çok sayıda kültür ve sanat adamı da yer alıyordu) yalnızca 20 dakika süren göstermelik bir yargılamanın ardından kurşuna dizilerek öldürüldü. Cesetlerin nereye gömüldüğü açıklanmadı.
Bu yalnızca bir başlangıçtı. 18-20 Mayıs 1944’te Kırım’daki bütün Tatar nüfus -yaklaşık 230 bin kişi- topluca Özbekistan’a sürgüne gönderilecek, yoldaki ölümlerden sonra hayatta kalabilen 180 bin civarında Tatar’ın yarısı da zorlu şartlar altında yaşamaya zorlandıkları Orta Asya’daki ilk sürgün yıllarında yaşamını yitirecekti.
Bir zamanlar İslâm kültürünün en parlak numunelerinden biri olarak varlığını sürdüren Kırım, bugün Tatar ve Müslüman kimliğine dair ancak birkaç tarihî eserden fazlasını barındırmıyor.
Hüseyin Bodaninski’nin 1920’lerde çektiği fotoğraflar ise, silik ama güçlü bir hafıza kaydı olarak, yerli yerinde duruyor.