"Filistin bir din-iman-vatan meselesidir"

HABER MASASI
Abone Ol

Türkiye'de hadis sahasının önde gelen isimlerinden Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Filistin meselesine bir Müslümanın nasıl yaklaşması gerektiğine dair önemli açıklamalarda bulundu. Filistin'in "bir din-iman-vatan meselesi" olduğunun altını çizen Çakan, böylesi durumlarda ilim adamlarına daha büyük sorumlulukların düştüğünü belirtti.

Röportaj: Nur el-Hila, Gazzeli akademisyen ve araştırmacı

Filistin meselesi Müslümanlar için ne ifade ediyor?

Müslüman imanına coğrafî sınır çizilemez. Müslüman için vatanın sınırları ancak iman ile çizilir. Filistin, bir İslâm beldesidir. O halde Filistin bir Müslüman olarak benim için gönül vatan, iman vatanıdır. Sizin için doğum yeri anlamında vatan ise benim ve diğer Müslümanlar için gönül vatandır. Hani şimdilerde mavi vatan, gök vatan, yeşil vatan söylemleri yaygın ya. Aynı söylemin devamı olarak ben de Filistin için “gönül vatan” diyorum. Siz Hadis ilmi alanında doktora yaptınız. “Hubbu’l-vatan mine’l-iman” (Vatan sevgisi imandandır) sözü, hadis olarak sabit olmamakla beraber, “iman vatanı, gönül vatan” tanımı çerçevesinde orada yaşayan müminlerin sevilmesi anlamında “mânası sahih”tir denilebilir, diye düşünüyorum.

Durum bu olunca, Filistin meselesi de Müslümanlar için din-iman-vatan meselesi demektir.

Sonucu ise, varlık-yokluk çizgisinde Müslüman dünyayı en nazik ve hayatî anlamda ilgilendirmekte ve İslâm ülkelerine ayna olmaktadır. Herkes Filistin aynasında boyunun kaç santim olduğunu görebilir.

Mesele, söylem ve şov melesi değil, eylem ve samimiyet meselesidir.

“Yeryüzündeki insan yapımı cehennem: Gazze"
Mecra

Bir akademisyenin Filistin davasında tutumu nasıl olmalıdır?

Sözünü ettiğiniz o “bir akademisyen” şayet Müslümansa, öz vatanı söz konusu olduğunda nasıl bir tutuma sahip olması gerekiyorsa, Filistin davasında da aynı tutumu sergilemelidir. Ona bu yakışır.

Gayrimüslimse, onun için de genelde insan hakları ve vatan kavramları çerçevesinde inanç değerlerine göre hakkaniyet ölçüleri içinde değerlendirip ona göre tavır ve tepki ortaya koyacağı bir konu olmalıdır.

Bu nesli başta Filistin davası olmak üzere ümmetin meselelerine sahip çıkması için nasıl yetiştirmeliyiz?

  • Önce bir tanım yapalım: “Ümmet-i Muhammed, Kur’ân-ı Kerîm ekseninde sünnet-i Muhammed ile iman/tevhid temeli üzerinde inşa edilmiş sosyal bir yapı ve gerçekliktir.”

O halde ümmet ve sünnet, birbirinin yokluğuna dayanması mümkün olmayan iki “Peygamber emaneti ve mirasıdır.”

Hem sünnetin hem ümmetin her ikisinin temelinde de olmazsa olmaz niteliğiyle Kur’ân-ı Kerîm bulunmaktadır.

Buradan hareketle ümmetin bireylerini, ümmetin ve insanlığın meseleleri çerçevesinde Kitap-sünnet çizgisinde özgün bir bilgilendirme ve bilinçlendirme yol ve yöntemi ile yetiştirmek gerekir.

Bunun anlamı, iman duyarlığı her türlü dünyevî değer ölçülerinin önünde yer alacak, kulluk bilinci ve ahiret inancı ve hesap kaygısı içinde yaşayan bir birey kıvamında yetiştirmek demektir.

Bir başka söyleyişle kendisini, aynı imanı paylaştığı ümmet bireylerinden biri olarak gören bir bilince, söylem ve eyleme sahip “Ben Müslümanlardanım” diye duruşunu dillendirip bunu fiilen ispat eden bir kimlik ve kişilik olarak yetiştirmek demektir.

Bildiğimiz bir gerçek vardır. O da Allah’ın elçileri bütün peygamberlerin iki ortak sünneti/uygulaması bulunmaktadır:

1. İnananlardan yana tavır almak ve onlara göz-kulak olmak,

2. Tevhid inancına sahip (muvahhid) nesiller yetiştirmek.

Filistinliler terörist mi, direnişçi mi?
Mecra

Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan

Gençliğinizde ümmet meselelerine sahip çıkmak ve bu yolda mücadele vermek adına neler yaşadınız?

Gerçeği söylemek, gerçeğin hakkıdır: Bizim gençlik ya da yetişme yıllarımızda ülkemizde ümmet, şeriat gibi kelime ve kavramların dile getirilmesi, yazılması büyük cesaret işi idi. Hemen ümmetçilikle veya şeriatçılıkla suçlanırdınız. Suçlamalar sizinle de sınırlı kalmaz, ülke ve hatta dünya Müslümanlarına kadar uzanır, uzatılırdı.

Yüce Rabbim kendisine gani gani rahmet eylesin rahmetli bir hocamız, 1970 yılında Yüksek İslâm Enstitüsü’nde Hitâbet ve İrşat dersinde, “Evlâdım, şeriat deyince birileri rahatsız oluyorsa, hak deyiniz hak. Hak da şeriat demektir, şeriat da hak demektir!” diye, temel kavramlara alternatif kavramlar bulma ve fitneyi uyandırmadan hakkı tebliğ etme yöntemlerinin gereğine işaret etmişti.

Bana göre hocanın bu tavsiye ve tavrı bugünün meşhur ifadesiyle “Diklenmeden dik durmaya çalışmak”tı. Bir anlamda “Leküm dinuküm ve liyedin” demekti.

Hatırladığım kadarıyla o günlerde bizler de bize çok görülen bize ait değerleri daha bir iyice öğrenmek, onları halka sunmak için günün anlayış ve kültür-sanat uygulamalarını imkânlar ölçüsünde heyecanla ve ısrarla ortaya koymaya çalışırdık. Benim Onlar Böyleydi adını taşıyan piyesim, sözünü ettiğim alanda böyle bir gayretin sonucudur. O piyes 70’li yıllarda ülkenin her tarafında temsil edilmişti Müslümanlara. Sahâbe nesli örnekliğinde kendilerine hisse çıkarma, görev üslenme mesajı olmuştur. Uzun yıllar biz, rahmetli annemin, işler birileri tarafında ters istikâmetlere çekildiği zaman ve hallerde söylediği gibi “Bizim inek eve doğru gelecek ya mahallenin veledleri olmasa” diye söylenmekle yetinmek zorunda kaldık. Çünkü “Batı’ya verilmişti komut, yönümüz hicrete hasret”ti.

Bu tersliği farkeden bu hasreti yüreğinde duyan, sistemin öngördüğü ya da dayattığı eğitim öğretim çarklarından imalat hatası olarak çıkmayı başabilenlerin kısıtlı ama samimi gayretleri yeni yeni rahatlama ve hizmet alanlarının açılmasına vesile oldu.

İmam-Hatip neslinin yetişmesine önayak olan girişimlerin bana göre manası, “yeni inançlı bir nesil yetiştirme” gayreti ve fedakarlığı olmasında ve ümmet bünyesine aradığı sağlık aşısını ya da kurumunu sunma teşebbüsü olmasında yatmaktadır.

  • Ümmetin meselelerine sahip çıkma, ümmete ait değerlerin kurum ve kuruluşlarını işler hale getirmeden ve elemanlarını yetiştirmeden gerçekleştirilemez.

Bizim dönemimiz de ağırlıklı olarak bu tür gayretlerle geçti diyebilirim.

İsrail'i boykot mümkün mü?
Mecra

Sizce akademisyenler Gazze'deki olaylar karşısında elinden geleni yaptı mı? Bu sınavı nasıl verdiler?

Akademi, kâideten dış etkenlerden uzakta, bilimsellikten ve gerçeği aramaktan başka amacı olmayan çalışmaların yoğunlaştığı bir ortamın ifadesidir. Akademisyenler de bu ortamın bilimsel özgürlüge sahip elemanları olarak bilinirler.

Olan biten olaylar ve gelişmeler karşısında akademyanın kendi gerçekleri çerçevesinde görüş beyan etmesi, eylemler ortaya koyması kâideten hakkıdır, normaldir ve beklenir. Ancak her hak gibi bu hakkı da kullanıp kullanmamak, sahiplerinin sorumluluğundadır.

  • Gazze’deki zulüm karşısında Müslüman akademisyenlerin tutumu, bana sorarsanız, özellikle ülkemiz çerçevesinde söylemem gerekirse, aldıkları ulusalcı ve baskın Batı eğitim ve öğretiminin etkisiyle kendilerinden beklenen kapsamda olmaktan uzaktır. Üzülmedikleri söylenemez. Ama müstemleke eğitim ve öğretiminin içinde yetişmiş, beklentileri de aynı ortamın dışına taşamamış olan bireylerin, bir anda her şeyi geride bırakıp ümmetin bütünün için ortaya atılmalarını beklemek doğrusu hüsnü niyete dayalı sadece bir temennidir. Ne yazık ki bu temenni, büyük ölçüde, temenni olmanın ötesine geçebilmiş değildir.

Geçmiş yılların anlamsız ve amansız baskıcı havasını solumamış olan üniversite gençliğinin, kendi yetiştikleri ortam gerçeklerine göre akademisyenlerden biraz daha cesur davranıp gösteri ve protostolar tertip etmeleri, akademisyenlerin eylemsizliğini bir ölçüde telafi etmiştir denilebilir.

Grupçu, ulusalcı ve cemaatçi anlayışların, günümüzün uluslararası bloklaşma olgusunu dikkate alıp iman birliğini, din kardeşliğini önceleme aşamasına ulaşması ve o düzeyde kurumlaşması halinde “gönül coğrafyası”, “ümmet” ya da “gönül vatan” kavramları işlevsel hale gelebilecektir.

İsrail devletini eleştirmek antisemitizm midir?
Mecra

Bu sınavı başarılı bir şekilde vermek için ne yapmaları gerekiyordu sizce?

“وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْعِلْمِ صَانُوهُ صَانَهُمْ = İlim ehli/akademisyenler ilmin şerefini korumuş olsalardı, ilim de onların şerefini korurdu” diye ilkesel bir söz vardır. (Hatip Badadi, el-Câmi’ li ahlâki’r-râvi ve âdâbi’s-sâmi’, I, 336, dn. 1)

Her akademisyenin kendi alanı çerçevesinde Filistin ve Gazze’deki olaylar hakkında yapacağı bir değerlendirme, ortaya koyacağı gerekçeli ve bilimsel tez, düşünce ve öneri elbette bulunabilir. Bu noktada gayret gösterilmediğini söylemek de bana göre doğruluğu tartışmaya açık bir genelleme olur. Ama yeterince, hissedilir ve duyulur şekilde ortaya konulamamış olduğunu söylemek mümkündür. Bu da inkâr edilemez.

  • Aktivist ya da aksiyoner olabilmek için önce müstemleke zihniyetinden, “Batı ne der?” endişesinden kurtulmak, sonra da inancının adamı, imanının akademisyeni olmaya niyet etmek ve bu manada az-çok bedel ödemeye hazır olmak gerekir. Müslüman ülkeler bazında akademyanın henüz bu noktaya gelmemiş olduğuna tanıklık etmek acı verici olsa da gerçektir.

Şahit olduğumuz olaylar karşısında akademisyenlere düşen görevler nelerdir?

Öyle sanıyorum buraya kadar söylediklerimizden bu sorunuza cevap verilmiş oldu. Ancak ilave olarak şu noktayı da vurgulamak isterim.

Çağımızın iletişim imkânları göz önüne alınarak, kurumlar ve ülkeler arası meslektaşlarla irtibata geçip küresel çapta bazı bilimsel ve eylemsel hazırlıklara vesile veya ortak olunabilir. Bu konuda gösterilecek gayretlerin cephe cihadına fiilen katılmaya eş değer olduğu unutulmamalıdır.

Her hâlükârda ilâhî iradenin tecellileri karşısında rıza çizgisinde olmak biz Müslümanlar için en önde gelen imanî bir gerekliliktir.

Başlangıçtan günümüze kadar i’lay-ı kelimetullah için canlarını feda etmiş ümmetin tüm şehitlerine ve özelde de Gazze şehitlerine selam olsun diyor, hayatta olan mazlumlara sabır, nusret ve zafer diliyorum.