Doğu Türkistan'da cumhuriyet tecrübeleri

HABER MASASI
Abone Ol

Geçtiğimiz yüzyılın ilk çeyreği, sadece Ortadoğu için değil Asya ve Uzakdoğu için de bir dağılma ve yeniden toparlanma süreciydi. Osmanlı İmparatorluğu’yla aynı zamanlarda Rus İmparatorluğu’nun ve hemen öncesinde Çin’i 1644’ten bu yana yöneten Çing Hanedanı’nın (1911’de) tarihe karışması, özellikle Asya ve Uzakdoğu’da dengelerin yeniden oluşması anlamına geliyordu. Hem halklar, hem devletler hem de coğrafyanın bizatihi kendisi için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Tıpkı Ortadoğu’nun yaşadığı yeni tecrübeler gibi…

''Doğu Türkistan'' olarak da bilinen Uygur Özerk Bölgesi.

Bugünkü Çin’in Uygur Özerk Bölgesi, tüm bu süreçlerden direkt şekilde etkilenen yerlerden biriydi. Bir taraftan Rusya üzerinden başlayan mülteci akını, diğer taraftan da Han Çinlilerinin bölgeyi istilaya başlaması, bu geçiş sürecinin kaosla ve karmaşayla yaşanmasına yol açtı.

Komünist lider Mao Zedong, 1949'da ''Çin Halk Cumhuriyeti''nin kuruluşunu ilân etmişti.

1911’de Çin’de imparatorluğun lağvedilerek yerine cumhuriyet rejiminin kurulmasından sonra, Rusya’da da benzer bir adım atılmıştı. Ancak Rusya tecrübesinde, içerideki cumhuriyetler özerk bölgeler ve federatif yapılanmalar olarak formüle edildi. Çin ise, yönetimi altındaki bütün bölgelere ve halklara milliyetçiliği dayatarak, daha farklı bir tercihte bulundu. 1949’da, Çin Komünist Partisi Lideri Mao Zedong tarafından ülkenin ismi “Çin Halk Cumhuriyeti” olarak ilân edilecek, etnik ve dinî azınlıklara yönelik baskı ve asimilasyon politikaları da yoğunlaşacaktı.

1920’ler ilâ 1930’ların ilk yarısında, Uygur bölgesi tamamen Çinli savaş ağalarının ve kural tanımaz çetelerin denetimi altındaydı. Huiler [yerel Çinli Müslümanlar], Uygur Türkleri ve Moğollar, bu dönemde ağır vergi yükleri, gasp ve cinayetlerle yüz yüze kaldılar. Çing Hanedanı, etnik ve dinî gruplara bu türden baskılar uygulamadığından, yeni dönem her halk için ayrı zorlukları beraberinde getirmişti. Tüm bu gruplar arasında çekişmeler ve çaprazlama ittifaklar da oldukça yaygındı. Yaşanan çatışmaların üstüne, Uygur bölgesinde depremler, kuraklık ve açlık da hiç eksik olmadı.

Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti'nin kuruluş gününden bir fotoğraf.

Uzun ve kanlı bir çatışma döneminin ardından, 12 Kasım 1933’te Kaşgâr’da toplanan Uygur ileri gelenleri, “Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti”nin kuruluşunu ilân ettiler. İslâm ortak paydasına dayalı bir yönetim oluşturma konusunda, bu ilk örnek değildi. 1864-1877 yılları arasında, Yakub Beğ adlı yerel yöneticinin Uygur bölgesinin güneyinde kurduğu bağımsız hanlık, birçok kaynakta Uygurların Türk-İslâm kimliğinin uyanışında ve siyasi bilinçlenmesinde önemli bir aşamaydı. Yakub Beğ’in Osmanlı, İngiltere, Rusya ve Afganistan’la kurduğu diplomatik ilişkiler, ilerde Uygur bölgesinin tamamının bağımsız bir devlete dönüşebileceğini düşündürüyordu. 1877’de Çing yönetiminin önemli askerlerinden Zuo Zongtang’ın komutasında bir ordu Uygur bölgesine gönderildi ve Yakub Beğ’in kurduğu yönetim tarihe karıştı. Yakub Beğ’in kendisi de, merkezi yönetimin saldırıları sırasında hayatını kaybetti.

Yakub Beğ'in (1820-1877) kurduğu bağımsız hanlık, Uygur Türkleri için de ilham olmuştu.

Kısa süreli bu bağımsız devletin ilhamını içlerinde hep taşıyan Uygurlar, 1933’te yeniden bağımsız bir cumhuriyetin kuruluşunu dünyaya duyururken heyecanlı ve umutluydular. “Doğu Türkistan Cumhuriyeti” ve “Uyguristan Cumhuriyeti” adlı iki isim daha taşıyan siyasi yapılanma, Çin’in birçok bölgesine hâkim olan karmaşadan istifadeyle ortaya çıkmıştı.

Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti'nin bayrağı.

Batılı bir devlet gibi organize edilen “Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti”, modern çağdaki benzerleri gibi bir bayrağa, bir anayasaya ve milli marşa sahipti. Milli marşın sözlerinde, kurulan cumhuriyetin, “Türk halkının ana vatanı” olduğu vurgulanıyordu. Kurucu kadrosu ise din adamları yerine, tüccar ve eğitmenlerden oluşuyordu. Kaşgâr’da 1885’te kurulan, daha sonra ise eğitimlerini derinleştirmeleri için İstanbul, Kazan ve St. Petersburg gibi merkezlere gönderen ilk İslâmi okulların öğrencileri, böylece memleketlerine siyasi bir proje kazandırmış oluyorlardı.

Mehmed Emin Buğra, kurucu kadronun en tecrübelisiydi.

Cumhuriyet yönetiminin ilk toplantısında Sabit Damulla Abdulbaki başbakanlığa, Hoca Niyaz Hacı da cumhurbaşkanlığına getirildi. Siyasi kadroda Hoten emirlerinin en yaşlısı Emin Buğra ile kardeşleri Abdullah ve Nur Ahmed de yer alıyordu. Başbakan Sabit Damulla, o yıl hacdan yeni dönmüştü ve Mısır’la Türkiye’de yaşanan “modernleşme” süreçlerinin hayranıydı. Kurulan meclisin başkanı ise, Türkiye’de de yakından tanınan İsa Yusuf Alptekin’di (1901-1995).

Türkiye'de de yakından tanınan İsa Yusuf Alptekin.

Hoca Niyaz Hacı, cumhurbaşkanı sıfatıyla yaptığı ilk konuşmada, Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti’nin temel felsefesini oluşturan beş prensibi sıraladı:

1. Bütün Uygur bölgesi, Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti’nin bir parçasıdır,

2. Hükümet ve ekonomi, tamamen Uygurların kontrolünde olacaktır,

3. Doğu Türkistan’ın baskı altında tutulan bütün halkları şimdi eğitim ve ticaret alanında tamamen özgürdür,

4. Cumhurbaşkanı, tamamen halkın huzur ve mutluluğuna odaklanmış bir hükümetin kurulmasına öncülük edecektir,

5. Cumhuriyet, bütün kurumlarıyla, diğer modernleşmekte olan toplumlara yetişmeye çabalayacaktır.

Kuruluştan hemen sonra, halk arasında duygu birliği sağlamak, bundan da önemlisi İslâm ve Türk dünyasının geri kalanıyla irtibat kurmak adına, Çağatay Türkçesiyle yayın yapan bir derginin yayınına başlandı.

Yeni cumhuriyetin cumhurbaşkanlığına getirilen Hoca Niyaz Hacı.

Dünyanın büyük devletleri tarafından kabul görmek ve diplomatik alanda tanınmaya çalışmak, kurucu kadronun birinci önceliğiydi. Bunun için, İngiltere’ye ve İngiliz kamuoyuna hitaben çeşitli mesajlar kaleme alındı. 1890’dan itibaren Kaşgâr’da konsolosluk bulunduran İngiltere’nin yanı sıra Sovyetler Birliği ve Japonya da Uygur bölgesinde yaşanan gelişmelerle yakından ilgiliydi. Sovyetler, Uygur’un Çin’e bağlı merkezi bir bölge olarak kalmasını tercih ediyordu. Burada gerçekleşecek başarılı bir özerklik tecrübesinin kendi topraklarına da sıçraması korkusu, Moskova’nın Uygur politikasının da temeliydi. Japonya’nın başkenti Tokyo’da yaşayan Müslüman Türk nüfus ise, Çin’in meseleyi Japonya-Çin rekabeti olarak algılamasına yol açıyordu. Kurucu kadronun yardım ve destek istediği Türkiye ise, meseleye en uzak ve soğuk duran devlet olmuştu.

Başbakan Sabit Damulla Abdulbaki.

Kuruluşundaki birlik görüntüsüne rağmen, kısa süre sonra kurucu kadro arasında fikir ayrılıkları ortaya çıktı. Devletin İslâmi kimliğinin tonu, Sovyetler Birliği’nin müdahalelerine karşı tavır ve dış siyasette takip edilecek üslup gibi temel konularda yaşanan bu ayrılıklar, cumhuriyetin üzerine kurulduğu birlik ruhunu sarsacak boyutlara ulaştı.

Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti bakanlar kurulu. Başbakan Sabit Damulla, sağdan üçüncü.

1934’ün ilk aylarında Doğu Türkistan, hem içeriden hem de dışarıdan çeşitli tehditler altındaydı. Kendisine yerel kuvvetlerden oluşan bir ordu kuran Müslüman Çinli komutan Ma Zhongying’in Turfan’ı ele geçirdikten sonra Urumçi’ye doğru ilerlemesi, bölgedeki merkezi hükümete bağlı yönetimi telaşlandırdı. Bölge valisi olarak atanan Sheng Shicai, Ma’nın ilerleyişinden endişe ederek Sovyetler Birliği’nden yardım istedi. Kızıl Ordu’ya bağlı iki tugay, Uygur topraklarına giriş yapınca, Ma’nın ordusu da mutlak bir yenilgiden kaçarak Hoten’e saldırdı. Ardından Kaşgâr’a girerek Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti ordusunu yenen Ma’nın birlikleri, böylece 6 Şubat 1934’te cumhuriyetin tarihe karışmasına yol açtı.

Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti'nin silahlı birlikleri, Ma'nın ordusuna karşı direnemedi.

Ma Zhongying’in birlikleri Kaşgâr’a yaklaşırken, durumu haber alan Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hoca Niyaz Hacı ve Savunma Bakanı Mahmut Muhiti, Uygur-Sovyet sınırını oluşturan hattı geçerek, Sovyetler Birliği’ne iltica etti. Sovyetler sayesinde Urumçi’de iktidarını güçlendiren Sheng Shicai, Hoca Niyaz Hacı ve Mahmut Muhiti’ye koruma sağladı. Bu anlaşma çerçevesinde, Sabit Damulla Abdulbaki yakalanarak Sheng yönetimine teslim edildi. Sabit Damulla idam edilirken, Hoca Niyaz Hacı da Sincan (Çince’deki isimlendirme) eyalet hükümetinin başbakan yardımcılığına getirildi. İslâm cumhuriyetinin lağvedilmesini sağlayan Sovyetler Birliği, Ma’yı da mağlup ederek, siyasi koz olmak üzere esir olarak kendi topraklarına götürdü.

Dört aylık “Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti” tecrübesi bu şekilde sona ererken, cumhuriyet ordusundan kalan asker ve komutanlar zaman içinde çevre ülkelere dağıldı, çoğunluğu da Rus ve Çin hapishanelerinde hayatını kaybetti.

İkinci Doğu Türkistan Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı Alihan Töre.

Tarihler 12 Kasım 1944’ü gösterirken, bu defa Uygur bölgesinin Kazakistan sınırındaki Gulca kasabasında, “İkinci Doğu Türkistan Cumhuriyeti” kuruldu. Sovyetler Birliği’nin desteğiyle kurulan bu yeni cumhuriyet, komünistlerin İslâm’la ilgili olumsuz şöhretinden ötürü, İslâm’la bağını daha güçlü şekilde vurgulama ihtiyacı hissetti. Ancak yine de resmi isminde “İslâm Cumhuriyeti” ibaresi yer almadı. 1933’teki ilk cumhuriyeti menfaatlerine aykırı bulan Sovyet yönetimi, 11 yıl sonra, bu defa Çin topraklarında kurulacak bir Türk devletini desteklemeyi seçmişti. Uygurlara Sovyet desteğine dair herhangi bir kanıt bulunmasa da, ekonomik anlamda yaşadıkları rahatlık, silah ve teçhizat bulma hızı, siyasal yapılanmadaki başarı ve sürat, Moskova’dan profesyonel yardım alındığını akıllara getiriyordu.

İkinci Doğu Türkistan Cumhuriyeti'nin bayrağı.

Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanlığına Özbek asıllı âlim ve komutan Alihan Töre getirildi. Yönetimde Hakimbek Hoca, Rehimcan Sabır Hacı, Muhammedcan Mahsum, Habib Yöneci, Enver Mosabayov, Abdulkerim Abbas gibi isimler yer alıyordu.

İlk dönemde milli ve İslâmi bir yapı arz eden Doğu Türkistan Cumhuriyeti, kısa süre sonra Sovyetler Birliği’nin müdahaleleriyle karşı karşıya kaldı. Ahmetcan Kasımi’nin yönetime dâhil olmasının ardından, Alihan Töre 1946 yılında Sovyet temsilciliğine davet edilmesinin ardından ortadan kayboldu. Töre, 1976’daki Özbekistan’ın başkenti Taşkent’teki vefatına kadar, ev hapsinde yaşayacaktı. Töre’nin ardından, Sovyetler Birliği yanlısı komünist Ahmetcan Kasımi, cumhurbaşkanlığına getirildi.

Ahmetcan Kasımi, Sovyetler Birliği yanlısı bir komünistti.

Çin’de bu süreçte devam etmekte olan Milliyetçi-Komünist çatışmaları sırasında, Ahmetcan Kasımi, milliyetçilerle anlaşmaya vardı. Urumçi merkezli bir koalisyon kurularak komünistler, Çin yanlıları ve Uygurlardan oluşan bir hükümetin oluşturulmasına karar verildi. 1949 yazında milliyetçilerin komünistlere karşı savaşı kaybetmesiyle birlikte, Sovyetler Birliği yönetimi, Doğu Türkistan Cumhuriyeti lider kadrosunun Pekin’e sadakatini garanti almaya girişti. Ağustos ayında, Gulca’daki Sovyet elçisi Vasiliy Borisov, cumhuriyetin geleceğini istişare etmek üzere, lider kadrosunu Almati’de toplantıya davet etti. Kasımi ve diğer yönetim üyeleri, eylül ayında Mao Zadong tarafından Pekin’de düzenlenen “Çin Halk Politik Danışma Toplantısı”na davetlilerdi. Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden süreçteki bu kritik toplantıya katılım, Ahmetcan Kasımi ve arkadaşları için çok önemliydi.

İkinci Doğu Türkistan Cumhuriyeti döneminde basılan paralardan örnekler.

22 Ağustos’ta kara yoluyla Almati’ye geçen heyet, Sovyet temsilcilerle görüşmeleri bitirdikten sonra 24 Ağustos’ta havayoluyla Pekin’e gitmeye karar verdiler. Rotaları, Almati’den Novosibirsk aktarmalı olarak, Pekin’di. Ancak bölgede hava durumu uçuşa elverişli değildi. Kendileri bu yönde bilgilendirildikleri halde, Mao’nun davetini kaçırmamak için uçuşta ısrar ettiler. Ahmetcan Kasımi, Abdulkerim Abbas, İshak Beğ Munonov, Dalelhan Sugirbayev, Luo Zhi ve diğer yetkililerden oluşan 11 kişilik heyeti taşıyan uçak, kalkışından yaklaşık 4 saat sonra Baykal Gölü’ne düştü. Kazada kurtulan olmadı.

Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin yönetici kadrosunun hep birden yok olduğu bu trajik kaza, aynı yılın aralık ayında, Çin Halk kurtuluş Ordusu tüm ülkeyle birlikte Uygur bölgesine de hâkim olduktan sonra kamuoyuna açıklandı. Çin, o tarihten itibaren cumhuriyet yönetimini sona erdirerek Uygur bölgesini ilhak etmiştir.

1933 ve 1944’te kurulan bu bağımsız siyasi cumhuriyetler, Çin’in asimilasyon politikalarına muhatap olan Uygurların zihinlerinde ve kalplerinde hâlen yaşamaya devam etmektedir.