Bölgesel rekabet Somali’yi bölüyor mu?
Nisan ayında Somali'de, Birleşik Arap Emirlikleri'nden (BAE) gelen uçakta ülkeye yasa dışı yollardan sokulmaya çalışılırken ele geçirilen 9,6 milyon dolar, iki hükümet arasındaki ilişkileri sorgulatır hale getirdi. Yaşanan gerilimden dolayı BAE, 2014 yılından bu yana devam eden Somali askerlerini eğitim programını iptal ederken, Somali merkezi hükümeti, daha önce BAE tarafından verilen askerlerinin eğitimini ve maaşlarını kendisinin vereceği ve eğitilen askerlerin ordu içerisinde farklı birimlere dağıtılacağı yönünde karşılık verdi. Peki, yaşanan bu gerilimin arka planında ne yatıyor ve ilişkilerdeki kırılma Somali’nin istikrarını ne yönde etkileyecek?
1991 yılında Siad Barre’nin askeri diktatörlüğünün devrilmesinden bu yana devam eden iç savaş, Somali’ye yabancı yatırımların gelmesinin önündeki en büyük engel oldu. İç savaşın yanı sıra, terör ve kıtlık ülkedeki durumu daha da derinleştirirken 2011 yılında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye’nin başlattığı insani yardım girişimleri Somali için yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Zira insani yardım faaliyetlerini ekonomik kalkınma projelerinin de takip etmesi uzun vadeli yatırımlarla planlanan ülkenin yeniden inşa sürecine önemli katkılar sunuyor.
Ayrıca, Türkiye’nin Eylül 2017’de başkent Mogadişu’da açtığı, bölgede oldukça aktif olan Eş Şebab örgütüyle mücadelede ve ülkenin güvenlik problemlerine katkı sağlamada önemli bir rol üstlenmesi beklenen askeri üs, ikili ilişkileri ileri bir evreye taşıdı. Türkiye’nin yanı sıra Suudi Arabistan, BAE ve Katar gibi Körfez ülkelerinin de Somali’de ekonomik ve askeri nüfuza sahip olması, terör, güvenlik zafiyeti ve ekonomik zorluklar içinde ayakta kalmaya çalışan ülke için yeni gerilimlerin kapıda olduğunun işareti oldu. Nitekim Arap Baharı sonrası bölge ülkelerinin gelişmeler karşısında takındıkları farklı ve karşı pozisyon, artan ekonomik yatırımlara rağmen ülkedeki istikrarsızlığı derinleştiriyor.
Türkiye-Katar ekseni Arap Baharı ile birlikte meydana gelen demokrasi ve özgürlük talep eden halk hareketlerini desteklerken, Suudi Arabistan ve BAE ekseni halk hareketlerinin karşısında durup diktatörlerin yanında devrim karşıtı bir pozisyon sergiledi. Libya’da Kaddafi rejiminin anti-statükocu politikasının ve Suriye’de ise İran’ın Şii yayılmacılığının önüne geçmek için halk hareketlerinden yana tavır sergileyen Körfez ikilisi, Mısır’ın seçimle iktidara gelen ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin 2013‘te askeri darbeyle devrilmesini desteklemiş ve hatta finanse etmişti.
Suudi Arabistan ve BAE liderliğindeki ülkeler Haziran 2017’de ise İran ile ilişkileri olduğu ve terör örgütlerine destek verdiği iddiası ile Katar ile diplomatik ilişkilerini kesip ambargo koyarak bölgedeki gerilime bir yenisini eklemişti. Bu süreçte Türkiye’nin 2015’te Katar’da kurduğu askeri üssün de ambargo şartlarından biri olduğu ortaya çıkmış, lakin ambargo, Türkiye’nin desteği ile ciddi anlamda kırılmıştı. Hatta Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimini BAE’nin finanse ettiğine dair ciddi iddialar da bölgesel rekabetin geldiği noktayı anlamak açısından son derece önemli bir turnusol olarak ortaya çıkmıştı.
BAE, ticari ve güvenlik çıkarları noktasında son derece önemli bir konumu haiz olan Somali’de etkinliğini artırarak Kızıldeniz, Aden Körfezi ve Hint Okyanusu’nun güvenliğini sağlamayı amaçlıyor. Körfez ülkelerinden Avrupa’ya taşınan petrollerin Aden Körfezi ve Kızıldeniz’den geçmesi, Somali’nin BAE ve Suudi Arabistan nezdinde jeostratejik konumunu artırıyor. Bölgenin Suudi Arabistan öncülüğündeki Arap koalisyonunun da savaşa dahil olduğu ve iç savaşın devam ettiği Yemen’e yakınlığı kritik bir önem taşıyor.
Bu bağlamda, 2017 yılında, BAE’den P&O Ports adlı şirket ile Somali’nin Puntland yarı-özerk bölgesi arasında, Bosaso limanının 30 yıllık imtiyaz hakkını elinde bulunduran 336 milyon dolarlık bir anlaşma imzalandı. BAE’nin güvenlik ve ticari çıkarlarına ek olarak Katar ve Türkiye’nin artan askeri, siyasi ve ekonomik etkinliğiyle Somali’nin adeta bölgesel bir rekabet alanına dönüşmesi Somali’yi daha da kritik bir ülke haline getiriyor.
Türkiye’nin Mogadişu’da Aden Abdulle Uluslararası Havaalanı ve deniz ticaretinde önemli bir konuma sahip Sea Port Limanı işletmesini devralması Somali ekonomisine katkı sağlarken aynı zamanda Türk firmaları tarafından Somali’de gerçekleştirilen altyapı çalışmaları, yollar, okullar ve hastaneler ülkenin kalkınmasında ve yeniden inşasında son derece önemli bir işlev görüyor. Mogadişu’da kurulan Türkiye’nin askeri üssünün Somali’nin güvenliğine katkısıyla birlikte sadece Türk değil yabancı yatırımcıların da Somali’ye yatırımlarını artırması bekleniyor.
İki eksen arasında yaşanan bölgesel rekabet ve gerginliğin Somali gibi son derece kırılgan bir ülkeye sıçraması ise tehlikeli sonuçlara gebe. 2017 yılındaki seçimlerde Türkiye ve Katar’ın desteklediği Muhammed Abdullah Muhammed’in seçimleri kazanması ve Katar krizinde tarafsız kalıp Katar ile ilişkilerini devam ettirmesi, BAE ve Suudi Arabistan’ın Somali politikasını revize etmesine sebep olmuştu. Somali merkezi hükümetine karşı hasmane tavırlar sergileyen ve hükümeti politika değişimine zorlayan BAE, aynı zamanda merkezi hükümetinin onayını almadan Puntland ve Somaliland yarı-özerk bölgeler ile ikili ilişkilerini geliştirip yeni anlaşmalar imzaladı.
Somali’nin yarı-özerk bölgeleri Puntland ve Somaliland’ın Körfez’de yaşanan krizde Katar’a karşı Suudi Arabistan ve BAE’nin yanında yer alması, merkezi hükümet ile yarı-özerk bölgeler arasındaki ilişkileri germenin yanı sıra anayasal krizlere ve ülkedeki ayrılıkçı siyasetin de alanını güçlendirmesine neden oluyor.
BAE, merkezi hükümetin gücünü zayıflatmak ve Türkiye’nin bölgedeki etkinliğine sekte vurmak için Puntland ve Somaliland hükümetleri ile merkezi hükümetten bağımsız doğrudan anlaşmalar yapıyor. Bunun en bariz örneği ise 2016 yılında BAE menşeli DP World adlı şirketin, Somali merkezi hükümetinden bağımsız, 442 milyon dolarlık bir anlaşma ile Somaliland bölgesinde bulunan Berbera limanının 30 yıllık işletme hakkını almasıyla gerçekleşmişti. Limanın gelir dağılımında Mogadişu hükümeti pay almazken, Etiyopya’ya %19, Somaliland’e %30, DP World’e %51 pay verilmesine tepki olarak Somali Federal Parlamentosu, 2018 Mart ayında yaptığı bir oylama ile DP World şirketinin ülkedeki tüm faaliyetlerinin yasaklanması ve şirketin ülkeyi terk etmesi yönünde bir karar almıştı.
Yıllardır bağımsızlık arayışında olan Somaliland bölgesi ile merkezi hükümetin körfez krizinde ayrışması, merkezi hükümetin yarı-özerk bölgeler üzerindeki etkinliğine ve kapasitesine sekte vuruyor. Yaşanan krizden sonra Somaliland yarı-özerk bölgesi yöneticilerinin BAE’den diplomatları ağırlaması ve ikili ilişkilerin geliştirilmesini talep etmesi, merkezi hükümet ile siyasi makasın giderek açılma ihtimalini barındırsa da, BAE’nin ekonomik yatırımlarına ve siyaseten bağımsızlığının tanınmasına ihtiyacı olan Somaliland, krizi fırsata çevirme arayışından vazgeçeceğe benzemiyor.
Somali’de kalıcı ve sürdürülebilir bir barışın inşası için son derece önemli olan uluslararası ekonomik yatırımlar, BAE’nin politikalarından dolayı ülkeyi siyasi olarak istikrarsızlaştırırken aynı zamanda merkezi hükümet ile yarı-özerk bölgeler arasındaki ilişkiyi olumsuz etkiliyor. Hiç şüphesiz yaşanacak olası krizlerin doğuracağı güç boşluğundan ve Somali’nin bölgesel ülkelerin jeopolitik güç mücadelesinin bir parçası haline gelmesinden istifade edeceklerden birisi de Eş Şebab örgütü olacak.
Türkiye’nin 2017 yılında Mogadişu’da açtığı, Eş Şebab ile mücadelede ve Somali milli ordusunun kurulmasında kilit bir öneme sahip olacak askeri üs aynı zamanda BAE gibi ülkelerin Somali üzerindeki planlarına karşı da dengeleyici bir unsur olabilir. BAE‘nin yarı-özerk bölgeler ile geliştirdiği ekonomik, siyasi ve askeri ilişkiler ülkenin bütünlüğüne zarar verirken Türkiye ise merkezi hükümet ile işbirliğinin gelişmesinden ve Somali’nin bütünlüğünden yana tavır sergiliyor. 2020 yılında ülkeden çekilecek 22 bin askerden oluşan Afrika Birliği Barış Gücü (AMISOM) askerlerinin büyük bölümünün Etiyopya, Uganda ve Burundi gibi ülkelerden gelen Hıristiyanlardan oluşması Eş Şebab’ın sözde motivasyonlarından biri.
AMISOM’un yerini alması planlanan Somali milli ordusunun eğitilmesinde Türkiye’nin rolü şüphesiz önemli. Türkiye ayrıca Somali’de merkezi hükümet ile yarı-özerk bölgeler arasındaki krizlerin çözümü ve diyaloğun geliştirilmesi noktasında, 2013 yılındaki Ankara Bildirisi’nde olduğu gibi tekrar arabuluculuk girişiminde bulunabilir. BAE gibi emirlikle yönetilen ülkelere nazaran Türkiye gibi NATO üyesi ve demokratik standartları yüksek bir ülkenin yaşanan krizde arabulucu bir rol oynaması, Somali’de kalıcı barışın inşası ve demokrasi açısından kolaylaştırıcı bir etki meydana getirecektir.