Arap Seyyah İbn Fadlân’ın nazarında Türklerin İslâmiyet ile ilk münasebetleri ve öncesi

MEHMED MAZLUM ÇELİK
Abone Ol

Türklerin İslâmiyet’i kabul etme süreci ve öncesinde sahip oldukları kültür ve yaşam şekline dair bilgimiz oldukça sınırlıdır. Konuyla alakalı önemli çalışmalardan birisi ise Arap Seyyah İbn Fadlân’a ait risaledir.

İbn Fadlân’a dair malumatımız, büyük Türk âlimleri Zeki Velidi Togan ve Fuat Sezgin’in çalışmalarına dayanıyor. Prof. Dr. Ramazan Şeşen’in Yeditepe Yayınları’ndan çıkan “İbn Fadlân Seyahatnamesi”eseri ise konuyla alakalı derli toplu bir çalışmayı okuyuculara sunuyor.

  • Uzun ismiyle Ahmed b. Fadlân b. el-Abbâs b. Râşid yani İbn Fadlân’ı birçok kişi ilk kez bir Hollywood yapımı olan “Thirteenth Warrior” (13. Savaşçı) filmiyle duydu. Oysa filmdeki kurgunun aksine Fadlân; Vikinglere değil, Türklere gönderilen bir elçiydi.



İbn Fadlân'ın Bağdat'tan Bulgar Hanlığı'na gerçekleştirdiği yolcuğunun haritası.

Abbâsî Halifesi Muktedir Billâh tarafından İdil Türklerinin (Bulgar Türkleri) hükümdarı Almış Han’a gönderilen bir elçi olan Fadlân, ilkel ve barbar bulduğu Türk aşiretleri hakkında oldukça sıra dışı bilgiler veriyordu.

Fadlân; Türklerin yemek kültürü, ahlakları ve birbiri ile olan ilişkilerine varıncaya kadar birbirinden önemli detayları bazen hayal gücünün zengin ayrıntılarıyla da birleştirerek okuyucuya sunuyor.

Türk beldelerine seyahat
Mecra

Türklerin namus anlayışı

Fadlân’ın Türk boyları içinde yaşadığı süreçte dikkat ve hayretle not aldığı konuların başında, kadının toplum içerisindeki yeri ve Türklerin namus anlayışı geliyordu.

Kadınlar toplumdan izole edilmezken toplum içerisinde yerleşik bir ahlak anlayışı en önemli toplumsal mutabakattı. Kadınlar hür bir hareket alanına sahipken zina ve ırza göz dikmek Türkler arasında kabul edilemez günahların başında geliyordu.

Fadlân konuyla alakalı gözlemlerini şöyle aktarıyordu:

“Erkekler, kadınlar nehre iner hep beraber çıplak yıkanırlar. Birbirlerinden kaçmazlar. Bununla beraber asla zina etmezler. Aralarında zina eden birini, kim olursa olsun, dört kazık çakıp kollarından ve bacaklarından bu kazıklara bağlarlar. Balta ile onu baştan ayağa onu ikiye bölerler. Kadın için de aynı cezayı verirler. Bundan sonra zina eden kadın ve erkeği parçalarından her birini bir ağaca asarlar. Yüzerken kadınların erkeklerden gizlenmesi için çok uğraştım. Fakat başaramadım. Hırsızı da zina yapan kişi gibi öldürürler.”

Fadlân’ın kadına dair yaşadığı ilk şok ve kadının kocasının kadını hakkında yaptığı açıklamaydı, aslında Fadlân’ın bir nebze aydınlanmasını sağlamıştı. Seyyahımız Türk kadının serbestiyeti ve bunun karşısında yaşadığı şoku şu sözlerle dile getirmişti;

"Günlerden bir gün bir Oğuzun çadırına konuk olduk. Biz oturduk. Adamın eşi de bizimle beraber oturdu. Bizimle otururken cinsel organını açıp kaşıdı. Onu gördükten sonra başımızı çevirdik ve Estağfurullah çektik. Kocası bize bakıp güldü ve tercümana dönüp 'Onlara de ki, eşim onu sizin yanınızda açıyor. Siz bunu görüyor ve onu koruyorsunuz. Ona bir şey ulaşmıyor. Bu yaptığı, onu kapatıp da başkalarına sunmasından daha hayırlıdır.' dedi.”

Fadlân bir süre sonra şu gerçeği anlamıştı; Türk kadınları en az erkekler kadar hür ve hareket alanına sahipti. Eğer ki bir kişi zinaya ya da ırza göz koymaya tevessül ederse bunun cezası olarak bedeni ikiye yarılacaktı. Üstelik bunu hakanın kendisi de yapsa töre aynı cezayı uygulamayı emrediyordu.

Abbâsî halifesi elçiliğinin Bulgar'a gelişinin tasviri.

Türklerin inanç yapısı ve gündelik hayatı

İbn Fadlân’ın eserindeki en önemli unsurlardan birisi de kabileler halinde yaşayan Türklerin inanç yapısı ve gündelik hayatları hakkında önemli bilgiler aktarmasıydı. Özellikle Müslüman olmayan ya da İslâm’ı yeni kabul etmiş bazı Türklerin geçiş sürecindeki zorluklar, Fadlân tarafından dikkatle not alınmıştı.

Türklerin inanç konusunda bocalamasına rağmen özellikle şûra konusunda geliştirdikleri güçlü dayanışmayı dikkatle not alıyordu.

Fadlân konuyla alakalı gözlemlerini şöyle aktaracaktı:

"Onlar başlarına buyruk hareket ediyor ve yolunu kaybetmiş eşekler gibi bir dine de inanma gereği duymuyorlardı. Hiçbir şeye ibadet etmiyorlar ve kabile büyüklerini ‘rab’ olarak isimlendiriyorlardı. Onlardan birisi kabile büyükleriyle bir şey istişare etmek isterse 'Ey Rabbim şu konuda ne yapmalıyım?' diye sorardı. Onların işleri şûra iledir. Sadece bazı zamanlarda bir konu üzerinde anlaşabilirlerdi. Bu anlaşma da kısa sürebilir, aralarından en değersiz olanı gelip bu anlaşmayı bozabilirdi."

Türklerin inanç konusunda çocukça bir saflıkla hareket ettiğini kaydeden Fadlân, bir Türk’ün İslâmiyet karşısındaki ilgisini ve dinî konulardaki yaklaşımını tespit etmek için şu ilginç hadiseyi aktaracaktı:

"Onlardan birisi beni Kur’ân-ı Kerîm okurken dinledi. Tercüman vasıtasıyla bana devam etmemi söyledi. Sonra yine tercüman vasıtasıyla 'Sizin Rabbinizin eşi var mıdır?' diye sordu. Bu soru karşısında Rabbimi tesbih ettim ve istiğfar diledim. O da ben ne yaptıysam onu yaptı. Sonra da 'Müslüman tesbih ve tehlil yapıp Rabbini yücelttiğinde biz de öyle yaparız. Bu Türk’ün âdetidir.' dedi.”

Fadlân, bir başka Türk ile arasında geçen inanç konulu başka bir diyalogda da ironik bir dille şu ifadeleri kullanacaktı:

"Bir gün acayip bir soğuk vardı. Tigin et-Turkî yanında bir Türk'le beraber benim yanımda yürüyordu. İkisi Türkçe konuşuyorken Tigin güldü ve bu Türk 'Tanrımızın bizden muradı nedir? Bu soğukla bizi öldürmek istiyor. Ne arzu ettiğini bilsek onu verirdik.' diyor, dedi. Ben de Tigin'e 'Ona deki, Allah sizin La ilahe illallah demenizi istiyor.' dedim. Türk güldü ve 'Eğer bilseydik yerine getirirdik.' dedi."

Fadlân, Müslüman tacirlerle iyi geçinmek için şehadet getiren ama aslında henüz Müslüman olmayan Türklerin de bulunduğu belirterek Türklerin tek Tanrı anlayışının İslâm’ın bazı kidelerine benzerlik gösterdiğini de belirtmekteydi.

Fadlân, Türkleri savaşçı ve adil bir topluluk olduklarını söyleyerek övmekteydi.

Fadlân’a göre Türklerin temizlik anlayışı ve misafirperverlikleri

Fadlân, Türkleri savaşçılık ve adaletli bir topluluk olmakla övdüğü kadar eleştirmekten hatta hakarete varacak ifadeler kullanmaktan çekinmemişti.

Özellikle Oğuzları temizlik konusunda sert bir şekilde eleştiren Fadlân, oldukça ağır ifadeler kullanmıştı:

“Oğuzlar büyük tuvalet yaptıktan sonra ve işedikten sonra temizlenmezler. Cünüblükten ve diğer şeylerden sonra da yıkanmazlar. Suyla ilişkileri yok gibidir. Bilhassa kışın yoktur. Kadınları erkeklerden ve yabancılardan dolayı örtünmezler gizlenmezler. Aynı şekilde kadın, insanlardan bedeninin hiçbir yerini gizlemez.”

Fadlân, temizlik konusunda sert ifadeler kullansa da Türklerin misafirperverliklerini yere göğe sığdıramamaktadır. Fadlân’ın belirttiğine göre misafir Türk için ayrı bir öneme sahiptir, kişiyi tanıması önemli değildir. Bir yabancı Türk’e gelip senin misafirinim derse Türk hemen kendisine çadır kurar, koyun keser ve başının tacı gibi muamele ederdi:

“Türk’ün yurdundan bilmediği bir insan geçse, ona ‘Ben senin misafirinim. Develerinden ve koyunlarından şu kadar ihtiyacım var dese Türk ona istediğini verir.”

Fadlân, Türk’ün bu niteliğini överken bir uyarıda da bulunur. Eğer ki misafir olan kişi çadırda kaldığı sırada ev sahibi Türk ölürse bunun sorumluluğu misafire yıkılır ve baş tacı edilen misafir başını ev sahibiyle beraber oracıkta bırakırdı.

  • Fadlân, Türkleri yakından tanıyacak kadar aralarında yaşadıktan sonra hepsinin aynı karaktere sahip olmadığını müşahede etmişti. Bulgarlar İslâm’a en yakın, Oğuzlar en savaşçı ve adaletli, Hazarlar ise İslâm düşmanıydı; ama hiçbir Türk kabilesi Başkurtlar kadar lanetli değildi. Bütün hayatları yağma, talan ve tecavüz olan bu topluluk Fadlân’a göre, Allah’ın lanetli bir kavmiydi.

İbn Fadlân’ın aktardığına göre, Bulgarlar, Türk boyları arasında İslâm’a en yakın topluluktu.

Fadlân, Başkurtlarla ilgili şu tespitleri yapacaktı:

"Başkurtlardan korktuğumuz için hepimiz tetikteydik. Çünkü onlar, Türklerin en belalısı, kötüsü ve acımasız olanlarıdır. Onlardan bir adam başkasına rastlarsa, onu öldürüp kellesini alır ve vücudunun kalan kısmını geride bırakırdı. Bunlar da diğer Türkler gibi sakallarını keserler ve bitlerini yerlerdi. Bizim yanımızda sonradan Müslüman olmuş Başkurtlardan birisi vardı ve bizim için çalışıyordu. Bir ara gözüm ona ilişti, elbisesindeki biti yakaladı, eliyle ezdi ve sonra ağzına attı. Benim ona baktığımı görünce, ‘İyi’ dedi."

Fadlân, Türklerin içinde bulunduğu süreçte onlara İslâm’ın doğru yaşanması konusunda sık sık yol göstermiş ve tavsiyelerde bulunmuştu.

  • İslâm beldesini bir kez olsun görmemiş Müslüman Bulgarların Halife’ye karşı duyduğu derin bağlılık ve saygıya karşı büyük bir hayranlık içindeydi. Zaten Bulgar Müslümanları Halife’den bir kale yapımı için para istemelerinin nedeni paraları olmamasından değil; Halife’nin parasının daha hayırlı olacağını düşünmelerindendi. Fadlân’ın Türk beldelerinde bulunmasının nedeni de bu kalenin yapımı için Halife’nin hediyelerini ulaştırmaktı.

Fadlân ve Türk Hakanı İlteber’in arasında geçen diyalog Türklerin Halife’ye duyduğu bağlılığın önemli bir göstergesiydi:

"İlteber, 'Adıma hutbe okunması caiz midir?' diye sordu. Ben de senin ve babanın adıyla olabilir dedim. O da 'Babam inançsız bir kâfirdi. Minberde onun ismini zikretmek istemem. Kendi adımı da anmak istemem. Babam bana bu ismi eskiden kâfir olduğu zamanda verdi. Acaba halifemizin adı nedir?' diye sual etti. Ben de Cafer diye yanıtladım. Bunun üzerine 'Kendi adımı Cafer, babamın adını da Abdullah yapıyorum. Hutbeyi verecek kişiye bu şekilde emir ver' dedi. Ben de ne dediyse onu yaptım ve o andan itibaren 'Allah'ım Bulgarların Emiri, Halife'nin dostu kulun Ca'fer b. Abdullah'a doğru yolu göster.' şeklinde hutbe okunmaya başlandı.”

Türklerin İslâm’a saygısı bununla da sınırlı değildi. Fadlân’ı tanıyıp Müslüman olan birçok Türk adını; Fadlân ya da Muhammed koyuyordu.

İslâm Halifesi tarafından Asya’nın bozkırlarına gönderilen İbn Fadlân bu ilkel Türk kabileleri hakkında önemli bilgiler vermişti. Fadlân’ın bölgeden ayrılışından kısa süre sonra İslâm’ın çağrısı ile Batı’ya doğru hareket eden bu ilkel kabileler kısa süre içerisinde İslâm dünyasının en büyük devletlerini kuracaktı. Haçlıları İslâm topraklarından süpürecek ve Osmanlı İmparatorluğunu kurarak İslâm’ın halifeliğini dahi üstleneceklerdi.

*Daha ayrıntılı bir okuma için Ömer Faruk Öztürk’ün “İbn Battûta (Er-Rihle), İbn Fadlân (Er-Risâle), El-Gırnâtî (Tuhfetu'l Elbâb ve Nuhbetu'l Acâb) ve İbn Havkal (Sûretu'l Arz) Seyahatnamelerinde Türk Figürü” isimli çalışması incelenebilir.