72 milleti buluşturan mescid
Gürcistan'ın başkenti Tiflis'te "Çift Mihrablı Camii" olarak da bilinen Cuma Mescidi, ilk olarak 1724 yılında inşa edilmesine rağmen kısa süre sonra İran-Osmanlı savaşında tahrip edildi. 1864 yılında Kazan Tatarlarından iki kardeşin tekrardan inşa ettirdiği yan yana iki mescid şeklinde tasarlanan cami, sonradan birleştirilmiş olsa da kardeşlerin hatırasına hürmeten mihraplara dokunulmamış ve iki mihraplı olacak şekilde bırakılmıştı. Kafkasya genelinde Şiî ve Sünnî Müslümanların birlikte ibadet ettiği sayılı dinî mekanlardan olma özelliğine sahip mescid, kapılarının her mezhebe açık olmasıyla tanınıyor.
Kura Nehri’nin iki yakasına uzanan Tiflis’in tarihî kent merkezini adımlarken bir zamanlar bölgedeki güçlü devletlerin uğruna mücadele ettiği bu şehrin geriye kalan tek camisini arıyordum. Biraz dinlenmek, temizlenmek ve namaz kılmak için varmak istediğim Cuma Mescidi’ni gördüğümde ise yabancı bir şehirde eski bir dosta kavuşmuşçasına sevinmiştim. Evlerin ve kiliselerin arasındaki dar sokakları hızlıca tırmanırken hem rengi hem de mimarisiyle kendine has bir zevk taşıyan bu yapıyı daha yakından görmek için sabırsızlanıyordum.
Caminin kapısına vardığımda buranın Arap ve Türk Müslümanların buluşma noktası olduğunu fark etmem fazla zamanımı almadı.
Moğolların “Narin Kale” adını yakıştırdığı Narikala’yı arkama alıp kırmızı tuğlalarla örülü Cuma Mescidi’ni fotoğraflamaya çalıştığım sırada bir yanımda sohbet eden Türklere, diğer yanımda turistlere satış yapmaya çalışan Arap esnafa kulak kabartıyordum. Tiflis’in keskin soğuğundan kaçarcasına içeriye yöneldiğimde ise bu defa Azerbaycan ağzıyla konuşan Türkler karşılayacaktı beni.
Camiye girdiğimde, karşılıklı cayır cayır yanan sobalardan sağdakinin yanına giderek çömeldim. Cuma namazına bir saat veya ondan biraz fazla kalmıştı. İnsanlar yavaş yavaş camiye geliyor, Kur’ân okuyarak, zikir çekerek veya sessizce oturarak namaz vaktinin gelmesini bekliyordu. Dışarıda ise cemaate hizmet edebilmek telaşında olan görevlilerin koşuşturmacası vardı. Bir hanımefendi şadırvanı yenice temizlemiş ve kısa bir süre kullanılmamasını rica ediyordu. İçeride istiflenen hasırları taşıyan bir beyefendi ise caminin dışına taşacak cemaatin gurur ve zahmetinden aynı anda nasipleniyordu.
Kelimenin tam anlamıyla misafiri olduğum camideki bu heyecan beni de iyiden iyiye sarmıştı. İçeride ve dışarıda tüm bunlar olup biterken namaz vakti yaklaşmış, bir vaiz caminin iki mihrabından soldakine kurularak insanlara nasihat etmeye hazırlanıyordu.
- Caminin aslı, 19. yüzyılın ortalarında Kazan Tatarlarından iki kardeşin inşa ettirdiği, yan yana iki mescide dayanıyordu. Eski fotoğraflarda görülebilen bu yapılar kardeşlerden sonra birleştirilmiş olsa da onların hatırasına hürmeten mihraplara dokunulmamış ve cami iki mihraplı olacak şekilde tasarlanmıştı.
Gürcüce verilen vaazdaki Arapça ve Türkçe sözcükler kulağıma takılırken cemaat kalabalıklaşmış, beni asıl şaşırtan ise gelenlerin etnik çeşitliliği olmuştu.
Bu çatının altında Orta Asya’nın iri yapılı Türklerinden Güney Asya’nın kısa boylu Malaylarına, Hint Alt Kıtası'nın yanık tenli Müslümanlarından Hicaz’ın esmer Araplarına, Kafkasların ak yüzlü Çerkezlerinden Sahra’nın siyahi Afrikalılarına kadar hemen her İslâm milletinden birilerini görmek mümkündü.
Bu birliktelik, mezhepler arasında da sağlanmıştı. Caminin bir kolonundaki raflara dizilmiş taşları, çoğunlukla İran ve Güney Azerbaycan’dan gelen Şiî Müslümanlar kullanıyor, inançları gereği bu taşların üzerine secde ediyorlardı. Önceki yüzyılda Kura Nehri’nin kıyısında Şiîlere özgü bir mescit bulunduğu bilinse de bu yapı, Sovyetler döneminde nehir üzerine bir köprü inşa etmek için yıkılmış ve böylelikle Cuma Mescidi, Şiîler için de yegâne ibadethâne durumuna gelmişti.
Namaza az bir süre kala cami imamıyla görüşerek kaynaklarda hakkında pek bir şey yazmayan bu mescidi daha yakından tanımak istedim. İçindeki toplantı masasına bakıldığında çok amaçlı kullanıldığı anlaşılan imam odasının kapısında, caminin iki imamından biri olan Şirhan Çobanov’un hoşsohbetiyle tanıştım. Birazdan dinleyeceğim muhteşem sesin de sahibi olan Çobanov, vakit ayırarak cami hakkındaki sorularımı cevaplandırdı. Tatar kardeşleri, yıkılan Şiî camisini ve cemaatin burayı imar etmek için sarf ettiği olağanüstü çabayı kendisinden dinledim.
- Sovyetlerin ardından, dönemin bakımsızlığını üzerinden atmak istercesine restorasyona giren cami, hem Türkiye hem de İran’dan gelen desteklerle yeniden imar edilmişti. Osmanlılarla Safevîlerin ele geçirmek için mücadele ettiği bölge, şimdi bu iki milletin ortak katkısıyla ayağa kaldırılan tek bir mescide ev sahipliği yapıyordu.
İmama teşekkür ederek yanından ayrıldığımda vaaz bitmiş, namaz vakti gelmişti. Dışarıdan kısık duyulan ezan sesi iç duvarlarda yankılanıyor; farklı mezhep ve milletlerden Müslümanlara tek bir ulvî çağrıyı yineliyordu. Camide karşılaşacağım son sürpriz ise minberden duyulmuştu.
Cuma hutbesi, hatibin kibar üslubuyla Azerbaycan Türkçesinde irat ediliyordu. Hutbede, birkaç hafta önce gerçekleşen Kahramanmaraş depremlerinden de söz edilmiş, dualar eşliğinde Türk halkına birlik mesajları iletilmişti. Dünyanın geçiciliğinin yanında yapılan amellerin asla zayi olmayacağı, hutbenin ana temasını oluşturuyordu.
Camiden ayrıldığımda dörtgen yapılı minareye tekrar tekrar dönüp bakıyordum. İçimi tatlı bir minnet duygusu kaplamıştı. Yüzyıllardır nice Müslümanın emeği, maddi ve manevi katkısıyla imar edilen bu küçük cami, bugün 72 milletten Müslümanı ağırlıyor ve her birinin ecrinden imar edenlere de pay düşüyordu. Cuma Mescidi, birbirinden güzel kiliselerin, surların ve köprülerin ortasında, tüm Tiflis’e birlik çağrısı yapmaya devam ediyordu.
(Fotoğraflar: Abdurrahman Selim Çelikbilek)