1000 yaşını aşkın bir büyük devlet adamı: Nizâmülmülk
Nizâmülmülk; İslâm kültür ve medeniyetine yaptıkları katkı ile isimlerinden sıklıkla bahsedilen çok sayıda kişinin de yetiştiği bereketli bir coğrafya olan Horasan'dan gelmiştir. Fars milletinden olan Nizâmülmülk’ün Büyük Selçuklu’nun bir cihan devleti olmasında onlarca yıl süren hizmetleri, hayatî öneme hâiz çalışmaları ve bugün İran'da etrafındaki yapıların arasında yalnız, kapısına kilit vurulmuş türbesi...
Vezir Nizâmülmülk, Allah’ın şereften yarattığı eşsiz ve nâdir bir inci idi. [İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh]
Nizâmülmülk’ün kabrinin nerede olduğu sorusu, İsfehan Cuma Camii’nin güneyinde yer alan; Nizâmülmülk’ün 1080 yılında mimar Ebü’l-Feth’e inşa ettirdiği, mevcut yapının en önemli kısımlarından birini oluşturan ve büyük vezirin kendi adıyla anılan kubbenin fotoğrafını çekerken gelmişti aklıma. Belki daha önce okuduklarım dolayısıyla zihnimin bir köşesi onun mezarının da İsfehan’da olduğunu çağrıştırıyordu ama İsfehan’da görülmesi gereken önemli yerler arasında aldığım notlar içerisinde buranın olmamasını da anlayamıyordum.
İnternet üzerinden İslam Ansiklopedisi’ne yaptığım kısa bir müracaat sonrası Nizâmülmülk’ün kabrinin gerçekten de burada, İsfehan’da olduğuna kâni oldum. Uzun sayılabilecek bir vakit zaman geçirmiş olduğum İsfehan’da, İsfehan Cuma Camii duraklarımın da aslında sonuncusuydu. Fakat buraya kadar gelmişken Nizâmülmülk’ün kabrini görmeden, fotoğraflamadan gitmek olmaz diyerek sırtımda bir hayli ağır çantam, boynumda fotoğraf makinem İsfehan sokaklarındaki arayışım başladı.
Türbe kuvvetle muhtemel kadim şehrin sınırları içerisinde yer alıyordu. Cuma Camii’nin de bulunduğu bölge kadim şehir sınırlarında olduğu için, bulunduğum yerden çok da uzakta olmayacağını düşünmüştüm. Tabi hiç de tahmin ettiğim gibi olmadı. “Bibahşîd, kocest ârâmgâh-i Nizâmülmülk, mîdânîd?” (Afedersiniz, Nizâmülmülk’ün türbesinin nerede olduğunu biliyor musunuz?) şeklinde pek çok kişiye sorduğum soruya ancak çok az insan cevap verebiliyordu. Aldığım cevaplardan kimi ise birbiriyle çelişiyordu. Onca aradıktan sonra nihayet aradığımı bulabildim. Buraya geldikten, Nizâmülmülk’ün kabrini gördükten sonra da meşakkatin bu kadarına katlanmanın ne kadar da gerekli olduğunu orada anladım. Sanki ben onu görmek için gitmemiştim de o kendisini bana göstermek için oradaydı. Mezar meselesine tekrar gelmek üzere şimdilik burada bir virgül koyalım.
Aslında bu yazıyı daha önce yine Mecra’da yayınlanan “Gazzâlî’nin mezarı ilgi bekliyor” yazım gibi sadece mezar meselesi üzerinden ele alacaktım ama fark ettiğim güzel bir detay, yazı planımda kısmî bir değişiklik yapmama sebep oldu:
2018 yılının Nizâmülmülk’ün doğumunun 1000’inci yılı olması, gerçekten de güzel bir tevâfuk idi.
Bu vesileyle hem Nizâmülmülk’ten hem de türbesinin güncel durumu gibi daha önce değinilmediğini düşündüğüm bir mesele üzerinden yazımı kurgulamaya karar verdim.
Büyük Selçuklu Devleti’nin kurucusu her ne kadar Tuğrul Bey olsa da bu devletin cihanşümul vizyona sahip bir devlet olmasında Nizâmülmülk’ün varlığı inkar edilemez. Zaten o daha devletin kuruluşunda bu yapılanmanın bir parçası olmayı başarabilmiş, yaptığı faaliyetlerle haklı olarak İslâm tarihinde “büyük vezir” unvanını almaya hak kazanmış bir isim olmuştur. Nizâmülmülk her şeyden önce iyi bir askerdir. Kaynaklar kendisinin özellikle Sultan Alp Arslan komutasında giriştiği fetihlerde gösterdiği başarıları net bir şekilde yazar.
Askerî başarısının bir diğer delili de Sultan Alp Arslan’ın Kavurd Bey İsyanı’nda (Kirman Selçukluları’nın temeli de bu dönemde atılır) bizzat kendisini görevlendirmiş olmasıdır. Nizâmülmülk burada da oldukça başarılı sonuçlar elde eder. Kavurd Bey aslına bakılırsa Sultan Alp Arslan’ın kardeşidir. İkisi de Büyük Selçuklu Devleti’nin kurucu isimlerinden biri olan Çağrı Bey’in oğludur. Fakat Tuğrul Bey’in ölümünün ardından yaşanan taht mücadelelerinde Sultan Alp Arslan tahtta hak iddia eden bu kardeşinden başka, Tuğrul Bey’in veliaht tayin ettiği bir diğer kardeşi olan Süleyman’la da mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Nizâmülmülk ise bu mücadelelerin tamamında faal olarak Sultan Alp Arslan’ın yanında yer almıştır. Tuğrul Bey tarafından açıkça tayin edilme durumu var iken Nizâmülmülk’ün Alp Arslan tarafında yer almasını menfaat ile açıklamak ucuz bir değerlendirme olacaktır şüphesiz.
Öyle inanıyorum ki Nizâmülmülk de aynen İbn Haldun’da olduğu gibi geniş tecrübesi ile bir siyaset felsefesi geliştirme imkanı bulmuş, doğru adımın ne olması gerektiğini Malazgirt fatihinin yanında yer alarak önceden hesap etmişti.
Yeri gelmişken ifade edeyim, İbn Haldun ile Nizâmülmülk arasında ciddi bir benzerlik bulurum.
Yazdıkları eserlerden, başlarından geçenlere kadar İbn Haldun’un Kuzey Afrika’daki Nizâmülmülk, Nizâmülmülk’ün İran’daki İbn Haldun olduğunu düşünmüşümdür.
Onun özellikle Siyâsetnâme’si Büyük Selçuklu Devleti’nin teşkilatlanmasında önemli bir rol oynadığı gibi kendisinden sonraki dönemlerde de istifade edilen bir eser olmuştur. Sultan Melikşah’ın devlet yönetimiyle alakalı bir eser yazma yarışması düzenlemesi üzerine bu eserini kaleme alan Nizâmülmülk, bu sırada 70 küsur yaşındadır ve birikimiyle Melikşah’ı etkilemeyi başarır. Kitabının herkes tarafından okunmasını tavsiye eden Nizâmülmülk, bu sayede din ve devlet işlerinin daha kolay idare edileceğini savunur.
Sultan Alp Arslan kendisinden sonra tahta geçecek kişi olarak Melikşah’ı vasiyet etmesinden başka, Nizâmülmülk’ün de onun veziri olmasını istemiştir. Nizâmülmülk bu dönemde de gerek tecrübesi gerek bilgisiyle çok faydalı çalışmalar yapar. Mesela 1081 yılında ordu teftişinde bulunan Melikşah durumunu beğenmediği 7 bin askerin orduyla ilişkisini keser. Bunu durum karşısında Nizâmülmülk, Melikşah’a böyle yapmaması gerektiğini, bu kişilerin askerlik dışında herhangi bir sanata veya mesleğe sahip olmadıklarını, dolayısıyla başlarına birini geçirerek devleti zor duruma sokacağı uyarısında bulunur.
Nizâmülmülk’ün bu tavsiyesini Melikşah dinlemez. Fakat yaşananlar Nizâmülmülk’ü haklı çıkartır. Çıkan isyan Nizâmülmülk’ün stratejisi ile ancak bir kaç yıl içerisinde bastırılabilir. Büyük Selçuklu Devleti’nin ordusu o dönem dünyasının şüphesiz en büyük ordularından biri, hatta büyük ihtimalle birincisiydi. Bu da yine Nizâmülmülk’ün geliştirdiği iktâ sistemi ile mümkün olabilmişti ki bu sayede Selçuklu ordusunun merkezdeki kuvvetlerinin dışındaki büyük bir kısmı da buradan temin edilebiliyordu. Böylece devlet hazinesine yük de olunmamış olunuyordu. Bilindiği gibi Osmanlı’da da tımar sistemi -kimi farklılıklar olsa da- aynı vazifeyi görüyordu.
O dönemde siyasî ve askerî kuvvet her ne kadar Büyük Selçuklu Devleti tarafından idare ediliyor idiyse de, bir başka önemli kuvveti de Sünni dünyanın manevî lideri sıfatıyla Abbâsî halifeleri meydana getiriyordu. İki hanedan arasında çıkması muhtemel sorunlar ise Nizâmülmülk’ün ferâseti ile önleniyor, aradaki yakınlığın sağlanması da yine kendisinin gayretleriyle mümkün olabiliyordu.
- Özellikle iki hânedân arasında yapılan evliliklerde Nizâmülmülk’ün önemli bir katkısı bulunur. İki yapı arasındaki yapıcı rolünü oynamış olması dolayısıyladır ki Abbâsî Halîfesi Kâim Biemrillâh tarafından kimi unvanlarla taltif edilir.
Nizâmülmülk’ün gerçekten de ne kadar önemli bir rol oynadığı, 1092 yılındaki vefatından sonra kendisini açıkça belli eder. Nizâmülmülk’ün şehit edilmesinden hem de çok kısa bir zaman sonra, aradaki dostluk ilişkisi yaşanan kimi olayların kontrolden çıkması dolayısıyla neredeyse tersine dönecektir.
Nizâmülmülk’ün faaliyetlerinin şüphesiz en büyüklerinden biri, onun Bâtınîler’e karşı verdiği mücadelede karşımıza çıkar.
- 1090 yılında Alamut Kalesi’ni ele geçiren Hasan Sabbah, Selçuklu hâkimiyetini yıpratıcı faaliyetleri de bizzat buradan yönetiyordu. Korku ortamı oluşturmak veya kendisine engel olduğunu düşündüğü kişiyi ortadan kaldırma konusunda oldukça rahat davranan Hasan Sabbah’a karşı Nizâmülmülk, verdiği mücadeleyi bir kaç sahada aynı zamanda devam ettiriyor ve Müslümanların başına bela olan bu yapılanmayı kökünden kazıma niyeti taşıyordu.
Emîr Yoruntaş’ı, 1091 yılında Alamut Kalesi’ni almak için gönderir fakat fakat bu girişim akîm kalır. Bâtınîler’e karşı verilen mücadelenin belki de en önemli ayağı ise fikrî mücadeledir. Zira Hasan Sabbah’ın kurduğu yapı her ne kadar bir terör örgütü idiyse de bir fikre de sahiptir ve bu fikir sayesinde halktan ikna edebildiği kişilerle kendisine destekçi bulur. Nizâmülmülk tarafından kurulan Nizâmiyye Medreseleri de işte tam da burada hayâtî bir önem kazanır ve buradan yetişen alimlerle Hasan Sabbah’ın savunduğu tezin aslında ne kadar da köksüz olduğu ispat edilmeye çalışılır.
Gazzâlî bu dönemde Nizâmiyye Medresesi’nde müderristir ve Bâtınîlik ile ciddi bir mücadele içerisindedir. Her ne kadar 1092 yılında Nizâmülmülk’ün Hasan Sabbah’ın bir fedâisi tarafından şehit edilmesi bu yapının ilerlemesi önündeki büyük bir engeli kaldırmış, Selçuklu hakimiyetindeki topraklar Bâtınî dehşetine en şiddetli şekilde muhatap olmuş olsa da, aslında bu sadece eylem düzeyinde kalmış, Nizâmülmülk’ün kurduğu sağlam fikir ile bu topraklarda Bâtınîlik ektiğini biçemez bir hale gelmiştir. Bunun da şüphesiz en müşahhas örneği çeşitli alanlarda inşa ettirdiği pek çok eser yanında Nizâmiyye Medreseleri’dir.
Nizâmülmülk’ün bu ilim merkezlerini inşa etmesindeki sebep, Hasan Sabbah’la mücadele edilmesi gibi devlet otoritesi lehine bir faaliyet olmaktan çok daha köklü bir amaca hizmet eder. Zaten bu medreselerin en muhteşemi olan Bağdat Nizâmiye Medresesi 1067 yılında, Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesi’nin ele geçirdiği tarihten daha önce açılarak, hizmete başlamıştır. Nizâmülmülk’ün Hasan Sabbah’a karşı verdiği mücadelede, ulemânın gönlünü çoktan kazanmış olmasının şüphesiz önemli bir yeri vardı. Her ne kadar Nizâmülmülk’ten iki asır kadar sonra yaşasa da Zehebî’nin “Siyer-u a’lâmi’n-nübelâ” adlı ünlü kişileri tanıttığı tabakat eserinde ondan “Nizâmülmülk’ün devleti alimlerin devletiydi” demesi önemli bir gerçeği yansıtır.
Bu dönem aynı zamanda mezhepler arasında da kan dökülmesine kadar varan ciddi tartışmaların da yaşandığı bir dönemdi. Üstelik bu gerilimler, farklı yapılar arasında değil, bizzat Sünni mezhepler arasında vukû buluyordu. Nizâmülmülk’ün Şâfiî olmasına rağmen bu ve benzeri olaylara karşı takındığı tavır ise ümmetin maslahatını gözeten bir devlet adamı olmasıyla açıklanabilir cinstendir. Nizâmülmülk, problem çıkmasını önlemek veya meydana gelen bir problemin daha da büyümesini engellemek amacıyla gerekli müdahalelerde bulunmaktan çekinmez.
Nizâmülmülk gibi bir dehânın hangi şartlarda meydana geldiğini anlamak için onun yaşadığı hayatı, aldığı eğitimi, geçirdiği tecrübeleri, beslendiği çevreyi incelemek şüphesiz önemlidir. Fakat bunu yaparken, Allah’ın kimi kulları üzerindeki nimetini de akıldan çıkarmamak, dolayısıyla okumaları bu şekilde sürdürmenin daha da doğru olacağını unutmamak gerekir. Her olup bitenin zâhirî sebeplerle açıklanamayacağı, bence Müslümanca düşünmenin bir prensibi olmalıdır. Her şeyden önce Nizâmülmülk’ün memleketi, İslâm kültür ve medeniyetine yaptıkları katkı ile isimlerinden sıklıkla bahsedilen çok sayıda kişinin de yetiştiği bereketli bir coğrafya olan Horasan’dır.
Fars milletinden olan Nizâmülmülk’ün Büyük Selçuklu’nun bir cihan devleti olmasında onlarca yıl süren hizmetleri, hayâtî önemi hâiz çalışmaları kendisinin maalesef gözden düşmesini engelleyememiş, yapılan kimi tahrikler dolayısıyla Melikşah’la aralarının açılmasına yol açmıştır.
Kendisini vezirlikten azletme tehdidinde bulunan Melikşah’a ise o, böyle bir durumda devletinin de yıkılacağını söyleyerek devlet içerisindeki önemli konumu belirtmiştir.
Herhangi bir azl durumu gerçekleşmemiş olmakla birlikte Bâtınîler tarafından öldürülen ilk devlet adamı olan Nizâmülmülk sonrası oluşan boşluk, kendisini gerçekten de haklı çıkarmıştır.
Nizâmülmülk’ün şehit edilmesinden kısa bir süre sonra vefat eden Melikşah sonrası, uzun sürecek bir saltanat mücadelesi de başlamış oldu. Sultan ilan edilen Melikşah’ın en büyük oğlu Berkyaruk, daha sonra sultan olacak olan kardeşi Muhammed Tapar ile mücadele ederken, Anadolu’da çok önemli bir olayla da ilgilenememek durumunda kalmışlardı.
Bu olay hiç şüphesiz yaptığı yıkıcı etki ile Birinci Haçlı Seferi idi. Tabi bu tarihten daha önce Büyük Selçuklu kısmî bir bölünmeye gitmiş, 1075 yılında Kutalmış oğlu Süleyman Şah tarafından başkenti İznik olan Anadolu Selçuklu Devleti kurulmuştur. Birinci Haçlı Seferi sırasında tahttaki isim de I. Kılıç Arslan’dır.
Selçuklu üzerine araştırmalarıyla bilinen Osman Turan, Haçlılar karşısında zor bir duruma düşen I. Kılıç Arslan’ın Büyük Selçuklu Sulltanı Berkyaruk’a, Buldacı başkanlığında elçilik heyeti gönderdiğini ve ondan yardım istediğine dair bir rivayetin olduğunu söyler. Büyük Selçuklu hanedanı içerisindeki mücadeleler buna imkân vermemişti tabi.
Şimdi tekrar gelelim Nizâmülmülk’ün türbesine… Önemli kişilere ait türbeler veya mezarlar sadece o önemli kişiye bir yatak olduğu için saygı gösterilmeyi hak etmezler, onlar aynı zamanda insanlar üzerinde bu kişinin fikirlerinin canlılığını da sağlayan, kimi yerde insanlara ilham kaynağı olmayı başarabilen yerlerdir. Eski fotoğraflarda Nizâmülmülk’e ait türbenin girişinde bir tabela ile bilgilendirme yazısı varken, günümüzde bunlardan da eser yok. Etrafındaki yapıların arasında yalnız, bakımsız hali yetmezmiş gibi kapısına da kilit vurulmuş türbe tamamıyla insanların dikkatinden soyutlanmış.
“İran’da sadece evlâd-ı resûl türbeleri yapılır” savunmasının da ne kadar yersiz olduğu, başka türbelerin bakımlı durumuyla kolaylıkla çürütülebilir. Hemedân’daki Baba Tahir’in mezarı bunlardan sadece biridir. Nizâmülmülk’e olan bu tavrın onun Şia’ya karşı takındığı tavırla izah edilmesi de mümkün değildir.
Nizâmülmülk, Tuğrul Bey ile Sultan Alp Arslan dönemlerinde Şiilerin herhangi bir mevki almalarının imkansızlığını anlatırken, artık Melikşah dönemiyle birlikte bu durumun yumuşatılması dolayısıyla duyduğu rahatsızlığı da ifade eder. Hâkimiyetine son verilmiş olmakla birlikte hâlâ devlet içine sızma faaliyetleri içerisinde olan Büveyhîler, devletin hemen batı sınırlarının bittiği yerde başlayan Fâtımîler, daha da önemlisi Selçuklu coğrafyasında hangi kılıkta dolaştığı belli olmayan Bâtınîler, Nizâmülmülk’ün devletin selameti için böyle bir düşünce geliştirmesinde muhtemelen etkili olmuştur.
İnsanların kendilerini mensup oldukları fikirle tanımladıkları özellikle o dönemlerde böyle bir hassasiyet gerekli olmuştur. Sormak lazım, günümüzde bile İran’da hayâtî noktalarda yer alan kaç Sünni vardır? Kaldı ki Nizâmülmülk’ün “Şii düşmanı” olmadığı tarihten örneklerle de sabittir. Bu konuyla alakalı Âdem Arıkan tarafından yapılan “Büyük Selçuklular Döneminde Şîa” başlıklı doktora çalışması konuyla alakalı geniş ve doyurucu bilgi sunar.
Her ne kadar aralarındaki tartışmalar verimliliklerine tesir etmiş olsa da Selçuklu araştırmaları sahasında Osman Turan ile İbrahim Kafesoğlu iyi bir yol açmış, bunun devamı da başka araştırmacılar tarafından sürmüştür.
Bununla beraber konuyla alakalı çalışanların da üzerinde ittifak ettiği bir konu vardır ki o da Selçuklu’nun bizler için hâlâ yeterince anlaşılamamış olmasıdır. Bunda Selçuklu dönemiyle alakalı elimizde yeterince kaynak bulunmayışından başka, mevcut verilerin Farsça olmasının da büyük etkisi vardır. Nizâmülmülk’ün yukarıda anlatmaya çalıştığımız meziyetlerinden belki daha niceleri ilim dünyası tarafından bilinmiyordur.
Günümüze kadar gelen verilerle yine de hakkında oldukça bilgiye sahip olduğumuz Nizâmülmülk’ün doğumunun 1000’inci yıldönümünün sönük geçmesi, birkaç istisna dışında üzerinde hiç durulmaması ise veri eksikliği ile değil, kendisinden günümüze de hisse çıkartabileceğimiz böylesi büyük bir değerimize karşı şuur kapalılığıyla açıklanabilir.
Selçuk Üniversitesi (Konya) bünyesinde bulunan Selçuklu Araştırmaları Merkezi tarafından çıkarılan Uluslararası Selçuklu Araştırmaları Dergisi’nin 8. sayısı bu istisnalardan biri. “Doğumunun 1000. Yılında Selçuklu Devlet Adamı Nizâmülmülk Anısı” adıyla neşredilen eser yetkin isimler tarafından kaleme alınan değerli makalelerle Nizâmülmülk’e ilişkin önemli bir kaynak olma hüviyeti taşıyor.