Son komitacı İsmail Hakkı Tekçe
HABER MASASI
Komitacılık bir İttihatçı geleneğiydi. ‘Son komitacı’ İsmail Hakkı Tekçe 20 Nisan 1920’de Mustafa Kemal’in yanında göreve başlamış ve 18 yıl boyunca ondan başka merci tanımamıştı. Emir verildiğinde gözünü kırpmadan kendini ölüme atmış, inandığı davaya zarar verenleri gözünü kırpmadan susturmuştu.İsmail Akbal’dan Derin Tarih okuyucuları için son komitacı İsmail Hakkı Tekçe’nin hazin öyküsü…
İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin iktidar mücadelesi sırasında siyasî hayatımız yeni bir kavramla tanıştı: Komitacılık. İktidar yarışında sorunların illegal yollarla çözülmesine 'komitacı faaliyetler', bu faaliyetleri yürütenlere de 'komitacılar' denilmiştir. Balkanlarda komitacı eylemleri tecrübe eden ve subaylardan oluşan bu gözükara fedailer, 1903'den itibaren İttihadcılar, Milli Mücadelede ise Mustafa Kemal Paşa tarafından yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Biraz eski arkadaşlıkların hatırına, biraz da Talat Paşa'nın etkisiyle Mustafa Kemal Paşa komitacıların yoğun desteğini almıştı. Ancak Talat Paşa'nın ölümü üzerine çoğu uzaklaşıp Enver Paşa'nın yanında yer aldı. Mustafa Kemal'in yanında kalan ve sorgusuz sualsiz emirlerini yerine getirenler de vardı elbette. İsmail Hakkı Tekçe bunlardan biridir. 20 Nisan 1920'de Mustafa Kemal'in yanında göreve başladıktan sonra 18 yıl boyunca ondan başka merci tanımamıştı. Emir verildiğinde düşünmeden kendini ölüme atmış, inandığı davaya zarar verenleri gözünü kırpmadan susturmuştu.
Komitacı geleneğine Yakup Cemil geleneği diyebiliriz. Yakup Cemil'in o söz dinlemeyen, fütursuz, asabi tutumu İsmail Hakkı'ya da sirayet etmişti. Yalnızca ona değil; Deli Halid Paşa'ya, Topal Osman'a ve daha birçoklarına da…
Sakin başlayan bir hayat
İsmail Hakkı 18 Haziran 1892 günü Üsküdar'da doğdu. Babası kendisi gibi asker olan Binbaşı Rusçuklu Mehmet Efendi, annesi Firdevs Hanım'dır. Eğitim ve öğretim hayatına İstanbul'da başlar, Mahalle Mektebi'ne yazılır. Paşakapısı ve Topkapı Rüşdiyelerinde okuduktan sonra 1910'da Kuleli Askeri Lisesi'ne girer ve 27 Temmuz 1912'de teğmen rütbesiyle mezun olarak 10. Kolordu Komutanlığı emrine verilir.
Piyade subayı olarak ordu saflarına katılan İsmail Hakkı, Kolordu merkezi olan Erzincan'a ulaşır ulaşmaz geçici olarak 31. Tümen emrine verilir. Yaklaşık 1,5 ay sonra Balkan Savaşı'nın çıkması üzerine gönüllü olarak cepheye nakledilir.
25 Ekim 1912'de Çatalca'da, sonrasında Bolayır'da 30. Tümen'in emrine verilerek muharebelere katıldığını görürüz. Gelibolu'da hayatını değiştirecek lideriyle karşılaşır. Mustafa Kemal'i Genelkurmay 1. Şube Müdürüyken tanır. Büyük Derbent civarında emrine verilen 100 kişilik bir kuvvetle eşkıya takip eder ve komitacı eylemlerle tanışması burada olur. 1913 Aralık'ında terhis edilir. 30 Mart 1914'te Sivas'a hareket emri alır. Temmuzda genel seferberliğin ilanı üzerine Tedarik-i Vesait-i Nakliye (Nakil Araçlarının Tedariki) Komisyonu'na üye tayin edilir. Sarıkamış muharebelerine katılır; sonrasında 3. Kafkas Tümeni emrine verilir. Ardından komutanlığını Deli Halid Paşa'nın yaptığı 19. Tümen Kurmay 1. Şubesinde görevlendirilir (KKK Arşivi, 328-C-334, İsmail Hakkı Tekçe Dosyası)
İsmail Hakkı gerek cephede, gerekse cephe gerisinde verilen bütün görevleri başarıyla tamamlamıştır. Askerî görevleri pek iyi bilinirse de, komitacılık faaliyetleri karanlıktadır. Zira bunlar gizli görevlerdir.
Karabekir'i atlatan komitacı
Trabzon Valisi Mehmed Galib, Mustafa Kemal Paşa'nın en azılı muhaliflerindendi; bu demektir ki, yok edilmesi gerekiyordu. Buna karşılık Kâzım Karabekir Paşa, valiye karşı herhangi bir eyleme girişilmesine karşıydı. Ne var ki, Mustafa Kemal, Karabekir'in haberi olmadan, gizli bir şifreyle Halid Bey'e “Sustur!" emrini verdi. İsmail Hakkı Bey olayların gelişimini şöyle anlatır:
“24 Eylül 1919 sabahı Trabzon valisi Galib Bey, Ardasa'ya gelmişti. Valinin yanında 6 kişilik bir muhafızı olduğu gibi, kaza jandarma komutanına da emir vererek, 15-20 jandarma ile kaymakamlık binasını emniyete almıştı. Ben, bölüğümle evvela baskın şeklinde, sessizce jandarmaları silahtan tecrit ederek oradan uzaklaştırdım. Sonra da şoförün yanına giderek otomobili bozmasını söyledim.
Zavallı şoför:
- Yapamam efendim! dedi.
Yavaşça tabancayı göstererek:
- Bu millî bir vazifedir.
Ya yaparsın ya da kurşunu yersin! dedim.,
Biraz düşündü, etrafına bakındı, işin şakası olmadığını anlayınca motorun altına yatarak emrimi yapmaya mecbur oldu. Vali Bey, 24-25 gecesini Gümüşhane'de geçirecek, Karabekir Paşa'yla da buluşacaktı. Hareket saati gelmişti. Otomobilin bozulduğunu öğrenince telgraf-haneye koşup Erzurum'la uzun uzun konuştu. Ben de o zamana kadar kendisini götürecek bir araç aramaktaydım. Nihayet farları olmayan bir kamyonet bulabildim. Vali Bey'i zorla içine koyarak hareket ettim.
2 çamurluk üzerine birer er oturtmuş, tüfeklerin harbisini çıkararak pamuk sardırmış, motor yağına batırtarak ateşlemiştim ve onun ışığında Kopdağı'nı aşarak valiyi Erzurum'a getirdim. Adam hayatından endişe içindeydi. Kendisine her türlü şeref ve haysiyetinin korunacağını, millî harekete karşı oynadığı rolün buna sebep olduğunu anlatıyordum. Bu durum karşısında biraz sakinleşmişti."
Mustafa Kemal'in komitacı talebi
Çerkez Ethem, Mustafa Kemal'i ölümle tehdit etmektedir. Bunun üzerine Mustafa Kemal bir şahsî muhafız bulma ihtiyacı hissetmiş, Kâzım Karabekir'e “Zata mahsustur" kaydıyla bir telgraf göndermişti. İçinde bulunulan durum anlatılarak, komitacı bir muhafıza ihtiyaç hissedildiği, bu ihtiyacın giderilmesi için de Karabekir'e bağlı olarak görev yapan Albay Halid'in, kendi nezdine gönderilmesi talep ediliyordu.
Karabekir, Ermenistan harekâtında zaaf meydana getireceği gerekçesiyle bu talebi kabul etmedi. Bunun üzerine Mustafa Kemal, her zaman yaptığı gibi Karabekir'i devre dışı bıraktı ve Deli Halid Paşa ile bizzat yazışarak bu ihtiyacı giderme yolunu seçti.
Gerçekten de bölgeyi bırakamayan Halid Bey, Üsteğmen İsmail Hakkı'nın istenen vasıflara uygun olduğunu ve kendisini görevlendirdiğini bildirdi. Karabekir ise yazışmaları ve görevlendirmeyi öğrendiğinde oldukça rahatsız olmuş ve bunu anılarında dile getirmişti.
Karabekir, Mustafa Kemal Paşa'ya 29 Nisan 1920'de çektiği telgrafta sitemlerinin yanında, komitacı faaliyetler ve Halid Bey hakkındaki endişelerini iletmektedir. Mustafa Kemal bir şekilde Karabekir'i sakinleştirir ve gönlünü alır. Zaten Karabekir'in olayları fazla uzatmayan bir yapısı vardır. Komitacılık konusu ve İsmail Hakkı'nın görevlendirilmesiyle ilgili Karabekir-Mustafa Kemal krizi böylece kapanır.
Nihayetinde İsmail Hakkı, birliğinden ayrılarak Ankara'ya gitmek üzere hareket eder. Ancak Trabzon'da Halid Bey tarafından kendisine bir başka görev verilir. Bu, gizli bir görevdir: Eski İçişleri Bakanı ve Peyâm-ı Sabah başyazarı Ali Kemal'i susturmak.
Ali Kemal'i susturma görevi
Damat Ferit'e yakın duran İstanbul basını, Milli Mücadele'yi ve Mustafa Kemal'i yerden yere vuruyordu. Vuranların başında da Peyam-ı Sabah başyazarı, eski İçişleri Bakanı Ali Kemal ve Alemdar başyazarı Refi Cevad (Ulunay) geliyordu. Ali Kemal gazetesinde Anadolu'daki millî hareketi bir İttihadcı ayaklanması gibi göstererek hakaret üstüne hakaret yağdırmaktaydı. Ali Kemal'in susturulma zamanı gelmişti. Bu görev, Halid Bey tarafından İsmail Hakkı'ya verildi. Ancak bazı istenmeyen olaylar yüzünden Ali Kemal susturulamadı. İsmail Hakkı Tekçe anılarında gizli görevin başarılamamasının talihsiz bir tesadüften kaynaklandığını şu sözlerle aktarır:
“İşte ben bu baykuşu susturmak, ortadan kaldırmak için emir subayı olan arkadaşımla beraber İstanbul'a kadar gelmiştim. Bir müddet kalabalık içerisinde yürüyerek etrafı tetkik edecek, sonra Ali Kemal'i arayacak ve bir pusuya düşürmek fırsatını gözetleyecektim. Aksi tesadüfe bakınız ki, o zaman Eminönü'nde meşhur muhallebici Hacı Receb'in önüne gelmiştim ki, bir kısım adamlarıyla Trabzon valisi olan Galib Bey'le göz göze gelmeyeyim mi? Evvela adam beni sivil görünce şaşaladı, fakat benim de o an onu görmekten doğan heyecanımdan anlamış olmalı ki, yanındakilere bir şeyler söyledi. Ve hemen:
- Polis! Polis! diye bağırmaya başladılar.
Arkadaşım, “Aman İsmail Hakkı kaç, herif seni tanıdı, tutturacak!" dedi. Ben kalabalığa karışırken “Bu tarafa gitti, o olmalı," gibi sesler duyuyordum. Belli etmemeye çalışarak kendimi Yenicami avlusundaki satıcıların arasına attıktan sonra Mısır Çarşısı yoluyla kaçmayı başardım.
Daha sonra Üsküdar'a geçerek takiplerden kurtulmak için yeni vazifeme katılmak zorunda kaldım. Çünkü İstanbul zabıtası, büyük bir alarm halinde beni aramaya koyulmuştu. İşte 1922'de Nureddin Paşa'nın İzmit'te linç ettirdiği bu adam, 2 yıl evvel benim elimden böyle kurtulmuştu."
İsmail Hakkı, Karakol Cemiyeti aracılığıyla Anadolu'ya geçer ve Ankara'ya ulaşır. 17 Nisan 1920'de Mustafa Kemal'in emrinde muhafızlık görevine başlar. Yahya Kâhya ise Meşrutiyetin ilanından sonra sivrilen ve Trabzon'daki olaylarda varlığını hep hissettirmiş olan bir komitacıydı. Balkan Savaşı'ndaki cesareti ve kahramanlıkları nedeniyle Teşkilât-ı Mahsusa'ya kabul edilmiş, zamanla İttihad ve Terakki'nin vazgeçilmez komitacılarından olmuştur.
Enver Paşa'nın kırmızı otomobili
Milli Mücadele'nin liderliği konusunda Enver Paşa-Mustafa Kemal Paşa mücadelesinde Yahya Kâhya, Enver Paşa tarafını tutmuş ve onun adeta Doğu Karadeniz'deki vekilliğini üstlenmişti. 1921 yılına geldiğimizde Yahya Kâhya, bütün hazırlıklarını tamamlamış, Enver Paşa'yı beklemektedir. Hatta Enver Paşa'nın kırmızı otomobilini dahi satın alarak Trabzon'a getirtmiştir.
Yahya Kâhya'nın faaliyetleri ve Enver Paşa'nın Anadolu'ya geçme planları yapması Ankara'yı ve Mustafa Kemal Paşa'yı endişeye sürüklemişti. Karabekir Paşa, Yahya Kâhya'yı etkisiz hale getirmek için otoriter bir subay olan Albay Sami Sabit Bey'i (Karaman) Trabzon'a gönderdi, Yahya Kâhya'yı ise yargılanmak üzere Sivas Bidayet Mahkemesi'ne… Fakat Kâhya, mahkemeden beraat edip tekrar Trabzon'a döndü. Yargılamadan hiç ders almamıştı; aynen eski hayatına devam ediyordu. Etrafındakilere, “Sanki bütün bu işlerde ben tek başıma idim. Daha üstüme varırlarsa her şeyi olduğu gibi ortaya dökerim" yollu tehditler savurmakta, çok çabuk sinirlenmekte ve küfürler etmekteydi. Ne var ki, Ankara'nın o tarihlerde Trabzon'a müdahale etmek gibi bir lüksü yoktu. Herkes Büyük Taarruz'un sonucunu bekliyordu. O halde bu işi komitacılar çözmeliydi.
Soğuksu'da pusu
Bu sırada bölgedeki siyasî havayı gerginleştiren bir olay patlak verdi: Yahya Kâhya 3 Temmuz akşamı Soğuksu'ya giderken bir suikasta kurban gitti. İstikbal'in naklettiğine göre beraberinde 2 misafiri olduğu halde akşam üzeri otomobiliyle Soğuksu'ya giderken yolun sık ormanlarla çevrili kesiminde pusu kuran 3 kişi tarafından suikasta uğramıştı. Otomobilin önüne çıkan kişi şoföre ateş ederken, yolun kenarına saklanmış 2 kişi arkadakilere ateş etmişti. Şoförün vurulmasıyla kendisini otomobilden dışarı atan Yahya Kâhya, biri başından olmak üzere toplam 9 kurşun yarası alıp hayatını kaybetmişti. Katilleri gören birçok kimse tip ve kıyafetlerini tarif etmişlerdi.
Cinayetten hemen sonra polis soruşturmalara başlamış ve pek çok kişiyi sorguya çekmişse de, hiçbir neticeye ulaşamamıştı. Halk arasında Trabzon Tümen Komutanı ve askerler suçlanıyordu. Meclis, olayı soruşturmak için 18 Temmuz 1922'de Trabzon'a bir Araştırma Kurulu göndermiş olsa da, dedikodulardan ibaret bir rapordan başka elle tutulur bir sonuca varamamıştı.
Yahya Kâhya cinayeti uzun yıllar esrarını korudu. Bütün şüpheler Topal Osman üzerinde toplanmış, ancak herhangi bir delil bulunamamıştı. Olaydan tam 55 yıl sonra yayınlanan anılarda cinayeti işleyenin Topal Osman değil, İsmail Hakkı olduğu ortaya çıktı. Üstelik bunu kendisi itiraf ediyordu pervasızca:
“Tümen komutanı Sami Sabit Bey, Trabzon'a hakim olarak sükûnu sağladıktan sonra Kâhya'yı tutuklayarak Sivas'a göndermiş, fakat Kâhya türlü tesirler altında serbest bırakılmış, tekrar Trabzon'a dönmüştü. Bir süre burada uslu uslu duran Kâhya, yeniden eski oyunlara kalkınca, Giresunlu Osman Ağa'nın 2 fedaisini yanıma alarak onun da hesabının görülmesi bana düştü. Trabzon'a ani gelişim tümen komutanını şaşırtmıştı. Beni çağırarak ne için geldiğimi sordular. Biraz deniz havası almak, eski birliğimle ilişiğimi kesmek üzere geldiğimi söyledim. İnanır göründüler. Ben ise Yahya Kâhya'yı inceliyor ve takip ediyordum. Adamlarım Polathane'de (Akçaabat) benim talimatımı bekliyorlardı. Nihayet Soğuksu'ya gidip geldiğini tespit ederek adamlarımla pusu kurup işini bitirdik" (Günaydın, 4 Aralık 1977). Burada dikkat edilmesi gereken nokta, 'onun da' ifadesidir. Dolayısıyla daha önce böyle kaç tane görev ifa ettiğini kestirmek oldukça zordur.
Topal Osman'ın başsız cesedi
27 Mart 1923 gecesi 2. Grup önderlerinden Trabzon Milletvekili Ali Şükrü birden ortalıktan kaybolmuş, 2 gün sonra cesedi Mehye köyünde bulunmuş, soruşturma neticesinde cinayetin failinin Topal Osman olduğu kanaatine varılmıştı. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, Muhafız Birliği Komutanı İsmail Hakkı'yı gizlice yanına çağırarak Topal Osman'ı ölü ya da diri ele geçirmesi emrini vermişti. İsmail Hakkı yaptığı araştırma sonucunda Topal Osman'ın Ayrancı Bağlarında Papazın Köşkü denilen yerde bulunduğunu, 100 kadar adamıyla teslim olmaya niyetli olmadığını ve savunma tedbirleri almış olduğunu tespit etti.
Topal Osman'ın bulunduğu yer, Çankaya'ya hakim bir nokta olduğu için bazı tedbirlerin alınması öngörüldü. Topal Osman üzerine asker gönderen Mustafa Kemal Paşa'ya kızgındı ve köşke saldırması ihtimal dahilindeydi. Mustafa Kemal Paşa, eşi Latife Hanım ve Yaveri Salih (Bozok) Bey aileleriyle birlikte istasyondaki özel kalemin bulunduğu eski karargâh binasına götürüldüler. Mustafa Kemal Paşa'nın köşkü terk etmesi çok yerinde bir karar olmuştu; çünkü aynı akşam Topal Osman köşkü basmış ve üst katını kurşunlarla delik deşik etmişti.
1-2 Nisan 1923 gecesi İsmail Hakkı, yarım saat süren bir çarpışma sonunda 12 adamıyla birlikte Topal Osman'ı yaralı ele geçirdi, sonra kafasını keserek öldürdü. Teslim alınanlar bir süre tutuklu kaldıktan sonra Mustafa Kemal Paşa'nın emriyle terhis edilerek Giresun'a gönderildiler.
Ali Şükrü'nün gerçek katili
Şahitlerden çoğu olayı görmezden gelirken, Trabzon'daki İstikbal gazetesi Ankara'yı suçladı. İlginç bir iddia da yıllar sonra Teoman Alpaslan tarafından ortaya atıldı. Alpaslan, Topal Osman Ağa adlı eserinde bütün suçu İsmail Hakkı Tekçe'nin üzerine atmakta, öldürme emrini verenin Mustafa Kemal Paşa ve çevresi olduğunu ima etmektedir. Amaç da güya Mustafa Kemal Paşa'nın seçimleri yenilemek istemesi ve bunun Meclis tarafından kabul edilebilmesi için Ali Şükrü Bey'in devreden çıkarılmasıdır. Alpaslan ortaya attığı iddialarının sonunda bu tarihî hatanın düzeltilmesini de talep eder:
“Osman Ağa, Ali Şükrü Bey'in öldürüleceğini bilseydi kesin olarak evine davet etmezdi. Ali Şükrü Bey, Osman Ağa'nın evinden ayrıldıktan sonra birileri tarafından kaçırılıp öldürülmüştür. Osman Ağa'nın cinayetten, sonradan haberdar olduğu kesindir. Çünkü cinayet işlendikten sonra son derece rahat bir şekilde Ankara'da dolaşmış, hatta Meclis'e bile gelmiştir. Ali Şükrü Bey'i öldürenler arasında İsmail Hakkı Tekçe kesin olarak vardır. Yaralı yakalanan Osman Ağa'nın 'Bana tuzak kurdunuz' yakınmaları üzerine kurşun yağmuruna tutan ve öldükten sonra da hırsını alamayan ve başını kesen İsmail Hakkı Tekçe'dir. Bir kere düşünün; Osman Ağa yakalansaydı, Yahya Kâhya ve Ali Şükrü cinayetini işleyenin İsmail Hakkı Tekçe olduğunu açık olarak söyleyecekti. Bu nedenle İsmail Hakkı Tekçe, Osman Ağa'nın vücudunu kurşun yağmuruna tutup kafasını kesmiştir. Bu tarihî yanlış nasıl düzeltilecektir? Bunun vebali İsmail Hakkı Tekçe'nin üstündedir."
Emrindeki askerlerden olan Vahap Okay'ın anılarında da İsmail Hakkı Tekçe'yi siyasî cinayetlerle ilişkilendiren sözler mevcuttur. Okay anılarında Tekçe'nin ününün siyasî cinayetlerden geldiğini söyler:
“Onun menkıbeleri yaygındır orduda. Uyuyan nöbetçileri nöbet yerinde vurması, subay hapis etmesi ve ordudan kovması, hatta Atatürk'ün hizmetinde politikacı vurması dilden dile öykü olarak dolaşmaktadır."
Tekçe'nin zamanında vurulan ve onunla ilişkilendirilen ilk ve tek politikacı Ali Şükrü Bey olduğuna göre, Okay'ın kastettiği, bu cinayet olsa gerektir. Ali Şükrü cinayetinin ardından oluşan gerginliğin de etkisiyle TBMM kendisini tatil etmiş ve 3 ay içinde yeni seçimler yapılmıştı. Seçimlerde muhaliflerin büyük çoğunluğu Meclis dışında kalmıştı. İşte dikensiz gül bahçesine dönen bu Meclis, Cumhuriyeti ilan edecektir.
Tekçe'nin kuvvetlerinin 1937-38 Dersim operasyonlarına katıldığını söylemek, etkinliğinin hangi boyutlara ulaştığını görmek açısından yeterli olacaktır.
Komitacılığın ardından sakin bir hayat
Sonradan adı Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'na dönüştürülen alayın çekirdeğini kuran İsmail Hakkı, soyadı kanununun çıkmasından sonra Tekçe soyadını almış, uzun yıllar süren ve başarılarla dolu(!) olan vatan hizmetinde Harp, Gümüş Liyakat ve Kıdem zamları taltiflerine layık görülmüştür.
18 yıl Atatürk'ün hizmetinde bulunan Tekçe, onun nezdinde saygın bir konuma sahipti. Öyle ki, Atatürk tarafından kendisine ikamet etmesi için bir apartman, tarla ve birçok değerli hediye verilmişti (Milliyet, 16 Aralık 1950). Üstelik gerek İnönü, gerekse Kazım Orbay ile yaşanan 'Tekçe krizleri'nde daima kollanmıştır.
İsmail Hakkı, çetin ve yoğun çalışma hayatından dolayı geç evlenmiştir. Kesin tarihine nüfus kayıtlarından ulaşamamamıza rağmen, 1930'un sonlarına doğru Emine Samiye Hanım'la evlenmiş ve bu evlilikten Türkân adlı bir kızı doğmuştur. Üsküdar'daki nüfus kayıtlarında Emine Saniye'den boşanmış olduğunu, daha sonra kendisinden oldukça küçük yaşta olan Fatma Behin Hanım'la evlendiğini görmekteyiz.
İsmail Hakkı oldukça düzenli ve kurallarla dolu bir hayat anlayışına sahipti. Her sabah erkenden kalkıp yürüyüşe çıkmakta, rastladıklarını selamlamakta ve selam vermeyenleri çok sert bir şekilde azarlamaktaydı. Ancak bu kuralcılık, tedavisi mümkün olmayan bir hastalığı da beraberinde getirmişti: Asabiyet. Kendisini komitacı eylemlerin içine sokan ve sonuna kadar bağlı kaldığı komutanı Halid Bey'den, onun da Yakup Cemil'den kaptığı bu hastalık bazen iradesini kaybettirecek noktalara varmaktaydı.
1936 Nisan'ında Atatürk'ün güvenliğinden sorumlu Basri adlı bir polis memuruna selamlaşma hassasiyeti yüzünden küfür ettiği, ağır hakaretlerde bulunduğu ve tartakladığı, hatta polis memurunun darptan dolayı 15 gün istirahat raporu aldığı, ayrıca olay üzerine Ankara Emniyet Müdürlüğü ile küçük bir kriz yaşandığı kayıtlara geçmiştir (BCA, 030.10.88.582.5). İsmail Hakkı'nın o kuralcı, programcı ve korkutucu tarafının canlı şahitlerinden biri olan emrindeki askerlerden Vehbi Koç onu şöyle anlatır:
“Ankara'da Büyük Millet Meclisi 20 Nisan 1920'de (23 Nisan olmalı- İ.A.) açıldı. O sıralarda Mustafa Kemal Paşa'nın muhafız kumandanı da İsmail Hakkı Tekçe idi. O kadar sözü geçen bir kumandandı ki, binbaşı olduğu halde general kadar hükmü vardı. Her dilediğinin yerine getirilmesini isterdi. Hâlâ kendisini gördükçe korkarım."
İsmail Hakkı askerlik yaşamındaki titizlik ve tavizsizliğini inkılaplar konusunda da göstermiştir. Özellikle harf devriminden asla taviz vermezdi. Bu konuda emrindekileri çok sert bir şekilde uyarır; şiddetli cezalar verir, hatta tehdit ederdi (Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Tarihçesi, 1985, s. 51).
1942'de Tuğgeneralliğe yükseltilen İsmail Hakkı Tekçe, 1951'de Tümgeneral olarak emekli olmuştur. Uzun yıllar devam eden yoğun mücadeleler sonunda sakin bir hayat sürmeyi tercih etmiş, 1968'de anılarını Milliyet gazetesinde yayınlamıştır. 5 Ekim 1975'de hayatını kaybetmiş ve nâşı Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedilmiştir.
İsmail Hakkı Tekçe son komitacıdır. Ondan sonra komitacı faaliyetler sona ermiş ama komitacılık suçlamaları devam etmiştir. Nitekim 9 Temmuz 1959'da Başbakan Adnan Menderes DP teşkilatına gönderdiği tamimde, muhalefetin ve CHP'nin çalışmalarını Balkan Komitacılığı ile bir tutmuştur. Ayrıca CHP'nin faaliyetlerine komitacılık demekte ve dikkatli olun uyarısı yapmaktadır. (Milliyet, 7 Ekim 1959).
Komitacı geleneğine Yakup Cemil geleneği diyebiliriz. Yakup Cemil'in o söz dinlemeyen, fütursuz, asabi tutumu İsmail Hakkı'ya da sirayet etmişti. Yalnızca ona değil; Deli Halid Paşa'ya, Topal Osman'a ve daha birçoklarına da…
Sakin başlayan bir hayat
İsmail Hakkı 18 Haziran 1892 günü Üsküdar'da doğdu. Babası kendisi gibi asker olan Binbaşı Rusçuklu Mehmet Efendi, annesi Firdevs Hanım'dır. Eğitim ve öğretim hayatına İstanbul'da başlar, Mahalle Mektebi'ne yazılır. Paşakapısı ve Topkapı Rüşdiyelerinde okuduktan sonra 1910'da Kuleli Askeri Lisesi'ne girer ve 27 Temmuz 1912'de teğmen rütbesiyle mezun olarak 10. Kolordu Komutanlığı emrine verilir.
Piyade subayı olarak ordu saflarına katılan İsmail Hakkı, Kolordu merkezi olan Erzincan'a ulaşır ulaşmaz geçici olarak 31. Tümen emrine verilir. Yaklaşık 1,5 ay sonra Balkan Savaşı'nın çıkması üzerine gönüllü olarak cepheye nakledilir.
25 Ekim 1912'de Çatalca'da, sonrasında Bolayır'da 30. Tümen'in emrine verilerek muharebelere katıldığını görürüz. Gelibolu'da hayatını değiştirecek lideriyle karşılaşır. Mustafa Kemal'i Genelkurmay 1. Şube Müdürüyken tanır. Büyük Derbent civarında emrine verilen 100 kişilik bir kuvvetle eşkıya takip eder ve komitacı eylemlerle tanışması burada olur. 1913 Aralık'ında terhis edilir. 30 Mart 1914'te Sivas'a hareket emri alır. Temmuzda genel seferberliğin ilanı üzerine Tedarik-i Vesait-i Nakliye (Nakil Araçlarının Tedariki) Komisyonu'na üye tayin edilir. Sarıkamış muharebelerine katılır; sonrasında 3. Kafkas Tümeni emrine verilir. Ardından komutanlığını Deli Halid Paşa'nın yaptığı 19. Tümen Kurmay 1. Şubesinde görevlendirilir (KKK Arşivi, 328-C-334, İsmail Hakkı Tekçe Dosyası)
İsmail Hakkı gerek cephede, gerekse cephe gerisinde verilen bütün görevleri başarıyla tamamlamıştır. Askerî görevleri pek iyi bilinirse de, komitacılık faaliyetleri karanlıktadır. Zira bunlar gizli görevlerdir.
Karabekir'i atlatan komitacı
Trabzon Valisi Mehmed Galib, Mustafa Kemal Paşa'nın en azılı muhaliflerindendi; bu demektir ki, yok edilmesi gerekiyordu. Buna karşılık Kâzım Karabekir Paşa, valiye karşı herhangi bir eyleme girişilmesine karşıydı. Ne var ki, Mustafa Kemal, Karabekir'in haberi olmadan, gizli bir şifreyle Halid Bey'e “Sustur!" emrini verdi. İsmail Hakkı Bey olayların gelişimini şöyle anlatır:
“24 Eylül 1919 sabahı Trabzon valisi Galib Bey, Ardasa'ya gelmişti. Valinin yanında 6 kişilik bir muhafızı olduğu gibi, kaza jandarma komutanına da emir vererek, 15-20 jandarma ile kaymakamlık binasını emniyete almıştı. Ben, bölüğümle evvela baskın şeklinde, sessizce jandarmaları silahtan tecrit ederek oradan uzaklaştırdım. Sonra da şoförün yanına giderek otomobili bozmasını söyledim.
Zavallı şoför:
- Yapamam efendim! dedi.
Yavaşça tabancayı göstererek:
- Bu millî bir vazifedir.
Ya yaparsın ya da kurşunu yersin! dedim.,
Biraz düşündü, etrafına bakındı, işin şakası olmadığını anlayınca motorun altına yatarak emrimi yapmaya mecbur oldu. Vali Bey, 24-25 gecesini Gümüşhane'de geçirecek, Karabekir Paşa'yla da buluşacaktı. Hareket saati gelmişti. Otomobilin bozulduğunu öğrenince telgraf-haneye koşup Erzurum'la uzun uzun konuştu. Ben de o zamana kadar kendisini götürecek bir araç aramaktaydım. Nihayet farları olmayan bir kamyonet bulabildim. Vali Bey'i zorla içine koyarak hareket ettim.
2 çamurluk üzerine birer er oturtmuş, tüfeklerin harbisini çıkararak pamuk sardırmış, motor yağına batırtarak ateşlemiştim ve onun ışığında Kopdağı'nı aşarak valiyi Erzurum'a getirdim. Adam hayatından endişe içindeydi. Kendisine her türlü şeref ve haysiyetinin korunacağını, millî harekete karşı oynadığı rolün buna sebep olduğunu anlatıyordum. Bu durum karşısında biraz sakinleşmişti."
Mustafa Kemal'in komitacı talebi
Çerkez Ethem, Mustafa Kemal'i ölümle tehdit etmektedir. Bunun üzerine Mustafa Kemal bir şahsî muhafız bulma ihtiyacı hissetmiş, Kâzım Karabekir'e “Zata mahsustur" kaydıyla bir telgraf göndermişti. İçinde bulunulan durum anlatılarak, komitacı bir muhafıza ihtiyaç hissedildiği, bu ihtiyacın giderilmesi için de Karabekir'e bağlı olarak görev yapan Albay Halid'in, kendi nezdine gönderilmesi talep ediliyordu.
Karabekir, Ermenistan harekâtında zaaf meydana getireceği gerekçesiyle bu talebi kabul etmedi. Bunun üzerine Mustafa Kemal, her zaman yaptığı gibi Karabekir'i devre dışı bıraktı ve Deli Halid Paşa ile bizzat yazışarak bu ihtiyacı giderme yolunu seçti.
Gerçekten de bölgeyi bırakamayan Halid Bey, Üsteğmen İsmail Hakkı'nın istenen vasıflara uygun olduğunu ve kendisini görevlendirdiğini bildirdi. Karabekir ise yazışmaları ve görevlendirmeyi öğrendiğinde oldukça rahatsız olmuş ve bunu anılarında dile getirmişti.
Karabekir, Mustafa Kemal Paşa'ya 29 Nisan 1920'de çektiği telgrafta sitemlerinin yanında, komitacı faaliyetler ve Halid Bey hakkındaki endişelerini iletmektedir. Mustafa Kemal bir şekilde Karabekir'i sakinleştirir ve gönlünü alır. Zaten Karabekir'in olayları fazla uzatmayan bir yapısı vardır. Komitacılık konusu ve İsmail Hakkı'nın görevlendirilmesiyle ilgili Karabekir-Mustafa Kemal krizi böylece kapanır.
Nihayetinde İsmail Hakkı, birliğinden ayrılarak Ankara'ya gitmek üzere hareket eder. Ancak Trabzon'da Halid Bey tarafından kendisine bir başka görev verilir. Bu, gizli bir görevdir: Eski İçişleri Bakanı ve Peyâm-ı Sabah başyazarı Ali Kemal'i susturmak.
Ali Kemal'i susturma görevi
Damat Ferit'e yakın duran İstanbul basını, Milli Mücadele'yi ve Mustafa Kemal'i yerden yere vuruyordu. Vuranların başında da Peyam-ı Sabah başyazarı, eski İçişleri Bakanı Ali Kemal ve Alemdar başyazarı Refi Cevad (Ulunay) geliyordu. Ali Kemal gazetesinde Anadolu'daki millî hareketi bir İttihadcı ayaklanması gibi göstererek hakaret üstüne hakaret yağdırmaktaydı. Ali Kemal'in susturulma zamanı gelmişti. Bu görev, Halid Bey tarafından İsmail Hakkı'ya verildi. Ancak bazı istenmeyen olaylar yüzünden Ali Kemal susturulamadı. İsmail Hakkı Tekçe anılarında gizli görevin başarılamamasının talihsiz bir tesadüften kaynaklandığını şu sözlerle aktarır:
“İşte ben bu baykuşu susturmak, ortadan kaldırmak için emir subayı olan arkadaşımla beraber İstanbul'a kadar gelmiştim. Bir müddet kalabalık içerisinde yürüyerek etrafı tetkik edecek, sonra Ali Kemal'i arayacak ve bir pusuya düşürmek fırsatını gözetleyecektim. Aksi tesadüfe bakınız ki, o zaman Eminönü'nde meşhur muhallebici Hacı Receb'in önüne gelmiştim ki, bir kısım adamlarıyla Trabzon valisi olan Galib Bey'le göz göze gelmeyeyim mi? Evvela adam beni sivil görünce şaşaladı, fakat benim de o an onu görmekten doğan heyecanımdan anlamış olmalı ki, yanındakilere bir şeyler söyledi. Ve hemen:
- Polis! Polis! diye bağırmaya başladılar.
Arkadaşım, “Aman İsmail Hakkı kaç, herif seni tanıdı, tutturacak!" dedi. Ben kalabalığa karışırken “Bu tarafa gitti, o olmalı," gibi sesler duyuyordum. Belli etmemeye çalışarak kendimi Yenicami avlusundaki satıcıların arasına attıktan sonra Mısır Çarşısı yoluyla kaçmayı başardım.
Daha sonra Üsküdar'a geçerek takiplerden kurtulmak için yeni vazifeme katılmak zorunda kaldım. Çünkü İstanbul zabıtası, büyük bir alarm halinde beni aramaya koyulmuştu. İşte 1922'de Nureddin Paşa'nın İzmit'te linç ettirdiği bu adam, 2 yıl evvel benim elimden böyle kurtulmuştu."
İsmail Hakkı, Karakol Cemiyeti aracılığıyla Anadolu'ya geçer ve Ankara'ya ulaşır. 17 Nisan 1920'de Mustafa Kemal'in emrinde muhafızlık görevine başlar. Yahya Kâhya ise Meşrutiyetin ilanından sonra sivrilen ve Trabzon'daki olaylarda varlığını hep hissettirmiş olan bir komitacıydı. Balkan Savaşı'ndaki cesareti ve kahramanlıkları nedeniyle Teşkilât-ı Mahsusa'ya kabul edilmiş, zamanla İttihad ve Terakki'nin vazgeçilmez komitacılarından olmuştur.
Enver Paşa'nın kırmızı otomobili
Milli Mücadele'nin liderliği konusunda Enver Paşa-Mustafa Kemal Paşa mücadelesinde Yahya Kâhya, Enver Paşa tarafını tutmuş ve onun adeta Doğu Karadeniz'deki vekilliğini üstlenmişti. 1921 yılına geldiğimizde Yahya Kâhya, bütün hazırlıklarını tamamlamış, Enver Paşa'yı beklemektedir. Hatta Enver Paşa'nın kırmızı otomobilini dahi satın alarak Trabzon'a getirtmiştir.
Yahya Kâhya'nın faaliyetleri ve Enver Paşa'nın Anadolu'ya geçme planları yapması Ankara'yı ve Mustafa Kemal Paşa'yı endişeye sürüklemişti. Karabekir Paşa, Yahya Kâhya'yı etkisiz hale getirmek için otoriter bir subay olan Albay Sami Sabit Bey'i (Karaman) Trabzon'a gönderdi, Yahya Kâhya'yı ise yargılanmak üzere Sivas Bidayet Mahkemesi'ne… Fakat Kâhya, mahkemeden beraat edip tekrar Trabzon'a döndü. Yargılamadan hiç ders almamıştı; aynen eski hayatına devam ediyordu. Etrafındakilere, “Sanki bütün bu işlerde ben tek başıma idim. Daha üstüme varırlarsa her şeyi olduğu gibi ortaya dökerim" yollu tehditler savurmakta, çok çabuk sinirlenmekte ve küfürler etmekteydi. Ne var ki, Ankara'nın o tarihlerde Trabzon'a müdahale etmek gibi bir lüksü yoktu. Herkes Büyük Taarruz'un sonucunu bekliyordu. O halde bu işi komitacılar çözmeliydi.
Soğuksu'da pusu
Bu sırada bölgedeki siyasî havayı gerginleştiren bir olay patlak verdi: Yahya Kâhya 3 Temmuz akşamı Soğuksu'ya giderken bir suikasta kurban gitti. İstikbal'in naklettiğine göre beraberinde 2 misafiri olduğu halde akşam üzeri otomobiliyle Soğuksu'ya giderken yolun sık ormanlarla çevrili kesiminde pusu kuran 3 kişi tarafından suikasta uğramıştı. Otomobilin önüne çıkan kişi şoföre ateş ederken, yolun kenarına saklanmış 2 kişi arkadakilere ateş etmişti. Şoförün vurulmasıyla kendisini otomobilden dışarı atan Yahya Kâhya, biri başından olmak üzere toplam 9 kurşun yarası alıp hayatını kaybetmişti. Katilleri gören birçok kimse tip ve kıyafetlerini tarif etmişlerdi.
Cinayetten hemen sonra polis soruşturmalara başlamış ve pek çok kişiyi sorguya çekmişse de, hiçbir neticeye ulaşamamıştı. Halk arasında Trabzon Tümen Komutanı ve askerler suçlanıyordu. Meclis, olayı soruşturmak için 18 Temmuz 1922'de Trabzon'a bir Araştırma Kurulu göndermiş olsa da, dedikodulardan ibaret bir rapordan başka elle tutulur bir sonuca varamamıştı.
Yahya Kâhya cinayeti uzun yıllar esrarını korudu. Bütün şüpheler Topal Osman üzerinde toplanmış, ancak herhangi bir delil bulunamamıştı. Olaydan tam 55 yıl sonra yayınlanan anılarda cinayeti işleyenin Topal Osman değil, İsmail Hakkı olduğu ortaya çıktı. Üstelik bunu kendisi itiraf ediyordu pervasızca:
“Tümen komutanı Sami Sabit Bey, Trabzon'a hakim olarak sükûnu sağladıktan sonra Kâhya'yı tutuklayarak Sivas'a göndermiş, fakat Kâhya türlü tesirler altında serbest bırakılmış, tekrar Trabzon'a dönmüştü. Bir süre burada uslu uslu duran Kâhya, yeniden eski oyunlara kalkınca, Giresunlu Osman Ağa'nın 2 fedaisini yanıma alarak onun da hesabının görülmesi bana düştü. Trabzon'a ani gelişim tümen komutanını şaşırtmıştı. Beni çağırarak ne için geldiğimi sordular. Biraz deniz havası almak, eski birliğimle ilişiğimi kesmek üzere geldiğimi söyledim. İnanır göründüler. Ben ise Yahya Kâhya'yı inceliyor ve takip ediyordum. Adamlarım Polathane'de (Akçaabat) benim talimatımı bekliyorlardı. Nihayet Soğuksu'ya gidip geldiğini tespit ederek adamlarımla pusu kurup işini bitirdik" (Günaydın, 4 Aralık 1977). Burada dikkat edilmesi gereken nokta, 'onun da' ifadesidir. Dolayısıyla daha önce böyle kaç tane görev ifa ettiğini kestirmek oldukça zordur.
Topal Osman'ın başsız cesedi
27 Mart 1923 gecesi 2. Grup önderlerinden Trabzon Milletvekili Ali Şükrü birden ortalıktan kaybolmuş, 2 gün sonra cesedi Mehye köyünde bulunmuş, soruşturma neticesinde cinayetin failinin Topal Osman olduğu kanaatine varılmıştı. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, Muhafız Birliği Komutanı İsmail Hakkı'yı gizlice yanına çağırarak Topal Osman'ı ölü ya da diri ele geçirmesi emrini vermişti. İsmail Hakkı yaptığı araştırma sonucunda Topal Osman'ın Ayrancı Bağlarında Papazın Köşkü denilen yerde bulunduğunu, 100 kadar adamıyla teslim olmaya niyetli olmadığını ve savunma tedbirleri almış olduğunu tespit etti.
Topal Osman'ın bulunduğu yer, Çankaya'ya hakim bir nokta olduğu için bazı tedbirlerin alınması öngörüldü. Topal Osman üzerine asker gönderen Mustafa Kemal Paşa'ya kızgındı ve köşke saldırması ihtimal dahilindeydi. Mustafa Kemal Paşa, eşi Latife Hanım ve Yaveri Salih (Bozok) Bey aileleriyle birlikte istasyondaki özel kalemin bulunduğu eski karargâh binasına götürüldüler. Mustafa Kemal Paşa'nın köşkü terk etmesi çok yerinde bir karar olmuştu; çünkü aynı akşam Topal Osman köşkü basmış ve üst katını kurşunlarla delik deşik etmişti.
1-2 Nisan 1923 gecesi İsmail Hakkı, yarım saat süren bir çarpışma sonunda 12 adamıyla birlikte Topal Osman'ı yaralı ele geçirdi, sonra kafasını keserek öldürdü. Teslim alınanlar bir süre tutuklu kaldıktan sonra Mustafa Kemal Paşa'nın emriyle terhis edilerek Giresun'a gönderildiler.
Ali Şükrü'nün gerçek katili
Şahitlerden çoğu olayı görmezden gelirken, Trabzon'daki İstikbal gazetesi Ankara'yı suçladı. İlginç bir iddia da yıllar sonra Teoman Alpaslan tarafından ortaya atıldı. Alpaslan, Topal Osman Ağa adlı eserinde bütün suçu İsmail Hakkı Tekçe'nin üzerine atmakta, öldürme emrini verenin Mustafa Kemal Paşa ve çevresi olduğunu ima etmektedir. Amaç da güya Mustafa Kemal Paşa'nın seçimleri yenilemek istemesi ve bunun Meclis tarafından kabul edilebilmesi için Ali Şükrü Bey'in devreden çıkarılmasıdır. Alpaslan ortaya attığı iddialarının sonunda bu tarihî hatanın düzeltilmesini de talep eder:
“Osman Ağa, Ali Şükrü Bey'in öldürüleceğini bilseydi kesin olarak evine davet etmezdi. Ali Şükrü Bey, Osman Ağa'nın evinden ayrıldıktan sonra birileri tarafından kaçırılıp öldürülmüştür. Osman Ağa'nın cinayetten, sonradan haberdar olduğu kesindir. Çünkü cinayet işlendikten sonra son derece rahat bir şekilde Ankara'da dolaşmış, hatta Meclis'e bile gelmiştir. Ali Şükrü Bey'i öldürenler arasında İsmail Hakkı Tekçe kesin olarak vardır. Yaralı yakalanan Osman Ağa'nın 'Bana tuzak kurdunuz' yakınmaları üzerine kurşun yağmuruna tutan ve öldükten sonra da hırsını alamayan ve başını kesen İsmail Hakkı Tekçe'dir. Bir kere düşünün; Osman Ağa yakalansaydı, Yahya Kâhya ve Ali Şükrü cinayetini işleyenin İsmail Hakkı Tekçe olduğunu açık olarak söyleyecekti. Bu nedenle İsmail Hakkı Tekçe, Osman Ağa'nın vücudunu kurşun yağmuruna tutup kafasını kesmiştir. Bu tarihî yanlış nasıl düzeltilecektir? Bunun vebali İsmail Hakkı Tekçe'nin üstündedir."
Emrindeki askerlerden olan Vahap Okay'ın anılarında da İsmail Hakkı Tekçe'yi siyasî cinayetlerle ilişkilendiren sözler mevcuttur. Okay anılarında Tekçe'nin ününün siyasî cinayetlerden geldiğini söyler:
“Onun menkıbeleri yaygındır orduda. Uyuyan nöbetçileri nöbet yerinde vurması, subay hapis etmesi ve ordudan kovması, hatta Atatürk'ün hizmetinde politikacı vurması dilden dile öykü olarak dolaşmaktadır."
Tekçe'nin zamanında vurulan ve onunla ilişkilendirilen ilk ve tek politikacı Ali Şükrü Bey olduğuna göre, Okay'ın kastettiği, bu cinayet olsa gerektir. Ali Şükrü cinayetinin ardından oluşan gerginliğin de etkisiyle TBMM kendisini tatil etmiş ve 3 ay içinde yeni seçimler yapılmıştı. Seçimlerde muhaliflerin büyük çoğunluğu Meclis dışında kalmıştı. İşte dikensiz gül bahçesine dönen bu Meclis, Cumhuriyeti ilan edecektir.
Tekçe'nin kuvvetlerinin 1937-38 Dersim operasyonlarına katıldığını söylemek, etkinliğinin hangi boyutlara ulaştığını görmek açısından yeterli olacaktır.
Komitacılığın ardından sakin bir hayat
Sonradan adı Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'na dönüştürülen alayın çekirdeğini kuran İsmail Hakkı, soyadı kanununun çıkmasından sonra Tekçe soyadını almış, uzun yıllar süren ve başarılarla dolu(!) olan vatan hizmetinde Harp, Gümüş Liyakat ve Kıdem zamları taltiflerine layık görülmüştür.
18 yıl Atatürk'ün hizmetinde bulunan Tekçe, onun nezdinde saygın bir konuma sahipti. Öyle ki, Atatürk tarafından kendisine ikamet etmesi için bir apartman, tarla ve birçok değerli hediye verilmişti (Milliyet, 16 Aralık 1950). Üstelik gerek İnönü, gerekse Kazım Orbay ile yaşanan 'Tekçe krizleri'nde daima kollanmıştır.
İsmail Hakkı, çetin ve yoğun çalışma hayatından dolayı geç evlenmiştir. Kesin tarihine nüfus kayıtlarından ulaşamamamıza rağmen, 1930'un sonlarına doğru Emine Samiye Hanım'la evlenmiş ve bu evlilikten Türkân adlı bir kızı doğmuştur. Üsküdar'daki nüfus kayıtlarında Emine Saniye'den boşanmış olduğunu, daha sonra kendisinden oldukça küçük yaşta olan Fatma Behin Hanım'la evlendiğini görmekteyiz.
İsmail Hakkı oldukça düzenli ve kurallarla dolu bir hayat anlayışına sahipti. Her sabah erkenden kalkıp yürüyüşe çıkmakta, rastladıklarını selamlamakta ve selam vermeyenleri çok sert bir şekilde azarlamaktaydı. Ancak bu kuralcılık, tedavisi mümkün olmayan bir hastalığı da beraberinde getirmişti: Asabiyet. Kendisini komitacı eylemlerin içine sokan ve sonuna kadar bağlı kaldığı komutanı Halid Bey'den, onun da Yakup Cemil'den kaptığı bu hastalık bazen iradesini kaybettirecek noktalara varmaktaydı.
1936 Nisan'ında Atatürk'ün güvenliğinden sorumlu Basri adlı bir polis memuruna selamlaşma hassasiyeti yüzünden küfür ettiği, ağır hakaretlerde bulunduğu ve tartakladığı, hatta polis memurunun darptan dolayı 15 gün istirahat raporu aldığı, ayrıca olay üzerine Ankara Emniyet Müdürlüğü ile küçük bir kriz yaşandığı kayıtlara geçmiştir (BCA, 030.10.88.582.5). İsmail Hakkı'nın o kuralcı, programcı ve korkutucu tarafının canlı şahitlerinden biri olan emrindeki askerlerden Vehbi Koç onu şöyle anlatır:
“Ankara'da Büyük Millet Meclisi 20 Nisan 1920'de (23 Nisan olmalı- İ.A.) açıldı. O sıralarda Mustafa Kemal Paşa'nın muhafız kumandanı da İsmail Hakkı Tekçe idi. O kadar sözü geçen bir kumandandı ki, binbaşı olduğu halde general kadar hükmü vardı. Her dilediğinin yerine getirilmesini isterdi. Hâlâ kendisini gördükçe korkarım."
İsmail Hakkı askerlik yaşamındaki titizlik ve tavizsizliğini inkılaplar konusunda da göstermiştir. Özellikle harf devriminden asla taviz vermezdi. Bu konuda emrindekileri çok sert bir şekilde uyarır; şiddetli cezalar verir, hatta tehdit ederdi (Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Tarihçesi, 1985, s. 51).
1942'de Tuğgeneralliğe yükseltilen İsmail Hakkı Tekçe, 1951'de Tümgeneral olarak emekli olmuştur. Uzun yıllar devam eden yoğun mücadeleler sonunda sakin bir hayat sürmeyi tercih etmiş, 1968'de anılarını Milliyet gazetesinde yayınlamıştır. 5 Ekim 1975'de hayatını kaybetmiş ve nâşı Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedilmiştir.
İsmail Hakkı Tekçe son komitacıdır. Ondan sonra komitacı faaliyetler sona ermiş ama komitacılık suçlamaları devam etmiştir. Nitekim 9 Temmuz 1959'da Başbakan Adnan Menderes DP teşkilatına gönderdiği tamimde, muhalefetin ve CHP'nin çalışmalarını Balkan Komitacılığı ile bir tutmuştur. Ayrıca CHP'nin faaliyetlerine komitacılık demekte ve dikkatli olun uyarısı yapmaktadır. (Milliyet, 7 Ekim 1959).