Sükut suikastlerinden hiç yara almadan çıkan şair İsmet Özel
HABER MASASI
İsmet Özel, şiirlerini kaleme alırken, kalemine güç katan kederi üzerine de fikirler öne süren, sözü uzadıkça anlamı bulan ve anlamı buldukça da sükuta varan ender şairlerimizden birisiydi.Şiiri hayatının merkezine yerleştiren Özel, biyografisindeki serüveni şiir merkezli yaşamış, kendi varoluşunu anlamlandırmaya çalışırken şiire büyük önem vermişti.
1944'ün 19 Eylül'ünde Kayseri'de doğan şair, doğduğu bir günden beri taa ki öleceği güne kadar korkunç derecede açık bir bilincin şairi oldu.
Bizi bilmemenin ve görmemenin mutmain kıldığı 'pahalı zevklerin ve ucuz cesaretlerin' şehrinde, bilmem nece hissedip söyleyen bir şair.
Onun şiirleri hiçbir fraksiyon ya da izm kabul etmiyordu.
Özel'in, 60'lı yıllardan itibaren savunduğu sol içerikli görüşleri 1971'de İslamcılık düşüncesine yöneldi. Özel'in şiir hayatındaki ikinci bir dönüm noktasını ise Türklük düşüncesi oluşturuyordu.
İsmet Özel şiirini, dönemindeki diğer şairlerin şiirlerinden ayıran şey; ifade yoğunluğu, kelime seçimi, ses unsuru ve imge yoğunluğuna verdiği önemdi. Özellikle ikinci kitabından sonra, şiiri hayalden ibaret görüp toplumundan kopararak kısır bir döngüye sıkıştıran anlayışlara karşı, şiiri bir dünya görüşünün içinde tutmaya ihtimam gösterdi.
Şair İbrahim Tenekeci, İsmet Özel'in herkes için beklenmedik bir şey olduğunu söyler ve devam eder, "Onun şiirlerinin etkisi o kadar güçlü olmuştur ki, farklı alanlardan birçok isim bile bu etkiden nasibini almıştır.
Sözgelimi Hasan Aycın, kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle der: 'Çizgiye İsmet Özel'le karşılaşmamla başlamadım; çizgimin kimliği onunla karşılaşmamdan sonra oluşmaya başladı. Eğer karşılaşmasaydım, belki yoz bir çizgiyi sürdürüyor olacaktım, belki de çoktan bırakmış olurdum."
'Üç Frenk Havası' şiirinin Requiem bölümü:
Bozkırda yaz akşamları seni seyrederdi
seni seyrederdi ormanda gürbüz sabah
ağırkanlı bir güneşle yaşanan kış
ağır, kanlı bir güneşle yaşanan hasat zamanı
bekarların kaburgalarına gümleyen karanlık
isterik kokusu beyaz dantelaların
seni seyrederdi
sen diriyken sana bakmak
başlı ve sonlu bir uğraştı sanki.
Gövdene imrenirdi ok atmayı bilenler
gövden aklın gibi engebeli ve dakikti
sokaklarda kavga çıkardı senin yüzünden
sen topuğunu gösterirdin ve dövüş başlardı
ejderlerle çarpışırdı bey çocukları
müminler müşriklerle savaşırdı.
Toprak ve yağmur savaşırlardı
anahtar ve kilit
birbirlerine girerdi ekmekle bulutlar
kan ve su
nadirle zenit.
Isıtırdın salkımları bağlar bozulunca
tohumların bilgisine hısımdın
beyninde yelkenlerini açarak
serinlerdi kısır kadınlar
sen diriyken
sepetlerine çiçek doldurup insanlar
peşinden gelirlerdi
serüvenler peşinden yürürdü endazelerin
mekikler otlakların yörüngesindeydi
ayıklardı insanların rüyalarını
yaktıkları tütsü, okudukları yasin.
Sonra öldün, sonra ıslıkladılar seni
gösterişsiz tabutunu yuhaladılar
lahana yaprakları attılar sana
sonradan görme tombul ortayaşlılar
semiz, genç burjuvalar seni
tepeden tırnağa fermuarladı.
akşam gezmesine çıkan emekliler bile
duygusuzca silkeledi üzerlerinden
senin gözyaşlarını
Bir soğuk uzay
parıltısıyla anılıyorsun artık
kuru bir bilgisayar tıkırtısıyla
açıyorlar taçyapraklarını ancak
bir alkol koması sırasında
senin yorgunluklarını
hastanelere makbuz yaptılar
çekingen duruşunu intihara karşı
kullanıyorlar koğuşlarda
çünkü çoktan alum götürdü seni
alum alum
gündelik sözlerimiz arasında
geçecek kadar kaba.
Şiir serüveni ile ilgili Gerçek Hayat Dergisi'ne 2006 yılında röportaj veren İsmet Özel, şunları aktarıyor:
"....Siyasal'dayken Turgay Gönenç 4. sınıftaydı, ben birdeydim. Turgay şiir üzerine konferanslar veren bir çocuktu. Ben de, resim kâğıdının pütürlü tarafına daktiloyla özenle yazılmış 5-6 şiirimi ona verdim, 'Şunlara bir bakıver' dedim Turgay'a. Ertesi gün geldi Turgay, kapıdan girince yanına gittim. 'Dersiniz ne?' 'Sosyoloji'. 'Boşver, girmesen de olur' dedi, beraberce 'sütunlu salon'a gittik. Baktım, benim o özenle yazdığım sayfalarda mısralar çizilmiş, bazıları daire içine alınmış, çok canım sıkıldı tabii.
İlk cümlesi şu oldu: 'Şiirlerini Turgut Uyar'la okuduk. Mayası temiz dedi.' Ondan sonra “Bugün Edip gelecek" dedi, “istersen sen de gel?" Edip Cansever İstanbul'da oturuyor, ben tabii Ankara'dayım, gitmez olur muyum. 'Kareli'de, saat bilmem kaçta…' Hayatımdaki önemli olaylardan birisidir o. 'Kareli' diye bir meyhane vardı. Ağabeylerimden subay olanı içki içerdi. Hepsi içerdi de, en çok o içerdi. Ona sordum, “Ne yapacağım ben şimdi?" O da dedi ki, 'Biranı alırsın, geçer bir yere oturursun…' Onun tarif ettiği üzere biramı aldım ve geçtim bir yerde oturdum. O ortamlara öyle yabancıydım ki, epey bir zaman sonra, gözüm meyhane ışığına alıştıktan sonra, onların zaten orada oturmakta olduklarını fark ettim.
O gün birkaç meyhane dolaştık. Mülkiyeliler Birliği'nde de Cemal Süreya ile karşılaştık. Ayrılırken, ben Edip Cansever'e 'Size şiirlerimi göndereceğim' dedim. Dediğimi de yaptım. Edip Cansever'den heyecan ve övgü dolu bir mektup aldım. Mektupta diyordu ki “Bize şiirlerini gönderen çok olur, sanma ki herkese böyle sözlerle cevap veririm.' O mektup çok hoşuma gitmişti, hep yanımda taşıyor, çıkarıp okuyordum. Böylece, Edip Cansever'le yazışmamız başladı.
Sebebini tam olarak kavrayamasam bile, insanların olağan buldukları şeyleri olağan bulmamaktan doğan bir tedirginlik vardı içimde. Hâlâ var mıdır? Çok yaşadığım için o biraz törpülendi. Kendimi eskisine göre çok daha rahat hissediyorum. Ama eskiden çok gergindim. Ben 40 küsur yaşıma kadar tırnaklarımı ve bıyıklarımı yedim."
İsmet Özel, Dibace şiirinden:
"Kopmamış birer çığlık diyesilerdi bıze
verilmemiş birer söz
daha hıç çıkılmamış
birer iskeleydi bedenlerimiz
alnımız birer sayıltı
azalarımız yerli yerine çakılmamıştı
bir çift göz,bır yumruk yürek arasında
darma dumandık
küşümle kapanırdı yüzümüz
çünkü kazınmıştı oraya yekten
başkalarına ait bir çarpı.
Yaşamak çarpısı derlerdi buna,yaşamak çarpıntısı.
Ne acelemiz vardı? Kime kavuşacaktık?
Yokuşu göze almak mı? Niçin?
Bir geçit
nereye açılmak için gerekti bize?
Susmak bilmiyordu tepemizde ses,saklı ve açık:
Tamamla çabuk! Çabuk bitir! Hadisene!
Sese bühtan etmedi aramızdan hiçbiri
değil mi ki hepimizin
işaretli ve yarım
dünyaya sarkık."
Bizi bilmemenin ve görmemenin mutmain kıldığı 'pahalı zevklerin ve ucuz cesaretlerin' şehrinde, bilmem nece hissedip söyleyen bir şair.
Onun şiirleri hiçbir fraksiyon ya da izm kabul etmiyordu.
Özel'in, 60'lı yıllardan itibaren savunduğu sol içerikli görüşleri 1971'de İslamcılık düşüncesine yöneldi. Özel'in şiir hayatındaki ikinci bir dönüm noktasını ise Türklük düşüncesi oluşturuyordu.
Şair İbrahim Tenekeci, İsmet Özel'in herkes için beklenmedik bir şey olduğunu söyler ve devam eder, "Onun şiirlerinin etkisi o kadar güçlü olmuştur ki, farklı alanlardan birçok isim bile bu etkiden nasibini almıştır.
Sözgelimi Hasan Aycın, kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle der: 'Çizgiye İsmet Özel'le karşılaşmamla başlamadım; çizgimin kimliği onunla karşılaşmamdan sonra oluşmaya başladı. Eğer karşılaşmasaydım, belki yoz bir çizgiyi sürdürüyor olacaktım, belki de çoktan bırakmış olurdum."
'Üç Frenk Havası' şiirinin Requiem bölümü:
Bozkırda yaz akşamları seni seyrederdi
seni seyrederdi ormanda gürbüz sabah
ağırkanlı bir güneşle yaşanan kış
ağır, kanlı bir güneşle yaşanan hasat zamanı
bekarların kaburgalarına gümleyen karanlık
isterik kokusu beyaz dantelaların
seni seyrederdi
sen diriyken sana bakmak
başlı ve sonlu bir uğraştı sanki.
Gövdene imrenirdi ok atmayı bilenler
gövden aklın gibi engebeli ve dakikti
sokaklarda kavga çıkardı senin yüzünden
sen topuğunu gösterirdin ve dövüş başlardı
ejderlerle çarpışırdı bey çocukları
müminler müşriklerle savaşırdı.
Toprak ve yağmur savaşırlardı
anahtar ve kilit
birbirlerine girerdi ekmekle bulutlar
kan ve su
nadirle zenit.
Isıtırdın salkımları bağlar bozulunca
tohumların bilgisine hısımdın
beyninde yelkenlerini açarak
serinlerdi kısır kadınlar
sen diriyken
sepetlerine çiçek doldurup insanlar
peşinden gelirlerdi
serüvenler peşinden yürürdü endazelerin
mekikler otlakların yörüngesindeydi
ayıklardı insanların rüyalarını
yaktıkları tütsü, okudukları yasin.
Sonra öldün, sonra ıslıkladılar seni
gösterişsiz tabutunu yuhaladılar
lahana yaprakları attılar sana
sonradan görme tombul ortayaşlılar
semiz, genç burjuvalar seni
tepeden tırnağa fermuarladı.
akşam gezmesine çıkan emekliler bile
duygusuzca silkeledi üzerlerinden
senin gözyaşlarını
Bir soğuk uzay
parıltısıyla anılıyorsun artık
kuru bir bilgisayar tıkırtısıyla
açıyorlar taçyapraklarını ancak
bir alkol koması sırasında
senin yorgunluklarını
hastanelere makbuz yaptılar
çekingen duruşunu intihara karşı
kullanıyorlar koğuşlarda
çünkü çoktan alum götürdü seni
alum alum
gündelik sözlerimiz arasında
geçecek kadar kaba.
Şiir serüveni ile ilgili Gerçek Hayat Dergisi'ne 2006 yılında röportaj veren İsmet Özel, şunları aktarıyor:
"....Siyasal'dayken Turgay Gönenç 4. sınıftaydı, ben birdeydim. Turgay şiir üzerine konferanslar veren bir çocuktu. Ben de, resim kâğıdının pütürlü tarafına daktiloyla özenle yazılmış 5-6 şiirimi ona verdim, 'Şunlara bir bakıver' dedim Turgay'a. Ertesi gün geldi Turgay, kapıdan girince yanına gittim. 'Dersiniz ne?' 'Sosyoloji'. 'Boşver, girmesen de olur' dedi, beraberce 'sütunlu salon'a gittik. Baktım, benim o özenle yazdığım sayfalarda mısralar çizilmiş, bazıları daire içine alınmış, çok canım sıkıldı tabii.
İlk cümlesi şu oldu: 'Şiirlerini Turgut Uyar'la okuduk. Mayası temiz dedi.' Ondan sonra “Bugün Edip gelecek" dedi, “istersen sen de gel?" Edip Cansever İstanbul'da oturuyor, ben tabii Ankara'dayım, gitmez olur muyum. 'Kareli'de, saat bilmem kaçta…' Hayatımdaki önemli olaylardan birisidir o. 'Kareli' diye bir meyhane vardı. Ağabeylerimden subay olanı içki içerdi. Hepsi içerdi de, en çok o içerdi. Ona sordum, “Ne yapacağım ben şimdi?" O da dedi ki, 'Biranı alırsın, geçer bir yere oturursun…' Onun tarif ettiği üzere biramı aldım ve geçtim bir yerde oturdum. O ortamlara öyle yabancıydım ki, epey bir zaman sonra, gözüm meyhane ışığına alıştıktan sonra, onların zaten orada oturmakta olduklarını fark ettim.
O gün birkaç meyhane dolaştık. Mülkiyeliler Birliği'nde de Cemal Süreya ile karşılaştık. Ayrılırken, ben Edip Cansever'e 'Size şiirlerimi göndereceğim' dedim. Dediğimi de yaptım. Edip Cansever'den heyecan ve övgü dolu bir mektup aldım. Mektupta diyordu ki “Bize şiirlerini gönderen çok olur, sanma ki herkese böyle sözlerle cevap veririm.' O mektup çok hoşuma gitmişti, hep yanımda taşıyor, çıkarıp okuyordum. Böylece, Edip Cansever'le yazışmamız başladı.
Sebebini tam olarak kavrayamasam bile, insanların olağan buldukları şeyleri olağan bulmamaktan doğan bir tedirginlik vardı içimde. Hâlâ var mıdır? Çok yaşadığım için o biraz törpülendi. Kendimi eskisine göre çok daha rahat hissediyorum. Ama eskiden çok gergindim. Ben 40 küsur yaşıma kadar tırnaklarımı ve bıyıklarımı yedim."
İsmet Özel, Dibace şiirinden:
"Kopmamış birer çığlık diyesilerdi bıze
verilmemiş birer söz
daha hıç çıkılmamış
birer iskeleydi bedenlerimiz
alnımız birer sayıltı
azalarımız yerli yerine çakılmamıştı
bir çift göz,bır yumruk yürek arasında
darma dumandık
küşümle kapanırdı yüzümüz
çünkü kazınmıştı oraya yekten
başkalarına ait bir çarpı.
Yaşamak çarpısı derlerdi buna,yaşamak çarpıntısı.
Ne acelemiz vardı? Kime kavuşacaktık?
Yokuşu göze almak mı? Niçin?
Bir geçit
nereye açılmak için gerekti bize?
Susmak bilmiyordu tepemizde ses,saklı ve açık:
Tamamla çabuk! Çabuk bitir! Hadisene!
Sese bühtan etmedi aramızdan hiçbiri
değil mi ki hepimizin
işaretli ve yarım
dünyaya sarkık."