Murat Bardakçı, 'Topkapı Sarayı'ndaki hazineler satılacaktı' iddiasının belgelerini paylaştı
Geçtiğimiz hafta TVNET ekranlarında Türk Kahvesi programında Ayşe Böhürler'in konuğu olan Murat Bardakçı, dönemin Paris Büyükelçisi Fethi Okyar tarafından, Topkapı Sarayı'nda yer alan birçok mücevherin Fransız kuyumculara satılmak istenmesi konusunu değinmişti. Bu sözleri sonrasında eleştirilere maruz kalan Bardakçı, eleştirilere bugün köşesinde yayınladığı tarihi belgelerle yanıt verdi.
Sunuculuğunu Ayşe Böhürler'in yaptığı Türk Kahvesi programının geçtiğimiz haftaki konuğu Murat Bardakçı oldu.
TVNET ekranlarında yayınlanan programda, sanattan musikiye, tarihten bugüne birçok konu konuşuldu. Fakat hafta boyunca tartışmalara yol açan konu Bardakçı'nın dile getirdiği, o dönem Topkapı Sarayı'nda bulunan ve Fransızlara satılması teklif edilen mücevherler oldu.
- Bardakçı'nın tartışmalara yol açan o açıklaması.
- 'Fransız kuyumculara teklif etmiştik, gelin Topkapı Sarayı hazinesindeki eserlere, mücevherlere fiyat biçin diye. Padişahlardan kalan eserler falan hep satışa çıkarılacaktı. Büyük bir zümrüt vardı, dediler ki bu gerçek olamaz. Bu zümrütü kırdılar ve 'aa gerçekmiş' dediler. Parçaları duruyor hala. Fransız Dışişleri'nden Allah razı olsun, bize diyorlar ki "Siz deli misiniz, bunlar satılır mı?'
Murat Bardakçı'nın gündeme getirdiği tarihi mücevher satışı, tartışmaları da beraberinde getirdi. Tarih konusunda yaptığı açıklamaların neredeyse hepsini sahih kaynaklara, belgelere dayandırarak konuşan Bardakçı, yine öyle yaptı. Hafta boyunca, gündeme getirdiği mücevher satışı konusu yüzünden 'İktidar yalakası', 'Cumhuriyet düşmanı' gibi hakaretlere maruz kalan tarihçi, köşesinde yapılan tüm eleştiri ve hakaretlerle belgelerle cevap verdi.
Murat Bardakçı'nın eleştirilere cevap verdiği, Habertürk'te yer alan 4 Ekim 2018 tarihli köşe yazısından konuyla ilgili bölümler
Çatır Çatır Parçaladılar!
Paris’in önde gelen mücevher şirketlerinden Rozanes, 1927 ilkbaharında Türkiye’nin Paris Büyükelçisi Fethi Bey’den, yani Fethi Okyar’dan tuhaf bir teklif aldı: Büyükelçi, “İstanbul saraylarında padişahlar zamanından kalan mücevherleri satmak istiyoruz. Bu satıştan elde edilecek gelirmemleketin kalkınmasına sarfedilecek. Lütfen en iyi uzmanlarınızdan birini mücevherlerin değer tesbitini yapması için Türkiye’ye gönderin” diyordu…
Türkiye’nin böyle bir girişimde bulunmasının iki sebebi vardı: “Bedelleri millet işlerine harcanmak maksadıyla”, yani mücevherleri elden çıkartarak yeni kurulan ama fakir olan devlete gelir sağlama ve bu arada eski rejimden kalma ne varsa unutturma çabası…
Şirketin sahibi Mösyö Rozanes, hemen Robert Linzler adında bir uzmanı Türkiye’ye yolladı ve Fransız Dışişleri Bakanlığı’nı da tekliften haberdar etti: Bakanlığa bir yazı gönderip “Bu işin siyasi tarafı var. Biz mücevherlerin kaç para edeceğini hesaplarken siz de işin o tarafıyla alâkadar olun” dedi…
Topkapı Sarayı’ndaki hazinelerin en önemli parçaları o sırada Ankara’ya nakledilerek kasalara konmuş, daha sonra Dolmabahçe Sarayı’ndan da bazı kıymetli eşya yine Ankara’ya götürülmüştü…
Kıymet takdiri için Türkiye’ye gönderilen Robert Linzler’in ilk işi, 3 kilo 277 gram ağırlığındaki yekpare zümrüdün gerçek olup olmadığını anlayabilmek maksadıyla taşın bir parçasını kırmak, sonra da kırılan parçalardan bazılarını Paris’e gönderip analiz yaptırmak oldu ve zümrüt gerçek çıktı!
Robert Linzler hazırladığı raporlarda mücevherlerin ince birer sanat eseri olduklarını söyleyip Fransız Frangı üzerinden fiyatlarını da takdir etti: Avrupa’da mezata konmaları halinde en az 300 milyon Frank edeceklerdi.
Zümrütün parçalanmasının ve Paris’e tahlil edilmesinin masrafını Türkiye ödedi: Bakanlar Kurulu, 24 Haziran 1928’te dokuz bin frank karşılığı 693 liranın bütçenin ayrı bir kaleminden Fransa’ya gönderilmesine karar verdi.
Paris, artık ellerini ovuşturmaktaydı ve yazışmalarda “Rus Çarı’nın hazinelerini İngilizler’e kaptırmıştık ama Türk hazineleri bize kalacak. Bu işten iyi para kazanacağız” gibisinden ifadeler vardı.
Ankara, satış görüşmeleri devam ederken 24 Ekim 1928’de Osmanlı İmparatorluğu’ndan devralınan saraylarda muhafaza edilen hazineler hakkında gayet radikal bir karar verdi: Bakanlar Kurulu bazı mücevherlerin altın para karşılığında satılabileceğini kararlaştırdı ve satış konusunda Maarif Vekâleti’ni yetkilendirdi!
Varislerden çekindiler
Aynı günlerde Fransız Dışişleri Bakanı Aristide Briand, İstanbul’daki maslahatgüzar Brugere ve mücevherci Rozanes mücevherler hakkında birbirlerine sayfalar dolusu mektuplar göndermekteydi...
Herşey tamamlandı ve sıra satışın yapılmasına geldi; Fransa, Türkiye’den mücevherlerin kime ait olduğunu, hangi isimle satılacağını sordular ama Paris’teki Türk Büyükelçisi Fethi Bey “Bunlar padişahlara, çoğu da İkinci Abdülhamid’e aittir” cevabını verince işler karıştı. Fransızlar arasında yeniden bir yazışma trafiği başladı. Bu defa “Abdülhamid’in varisleri bizi dava etmeye kalkarlar, davayı kazanırlar ve bütün para elimizden gider. Bir yol bulmalıyız” deniyordu…
Düşünüldü, taşınıldı ama çözüm bir türlü bulunamadı! Paris, satışın bir rezaletle bitebileceğini ve atılacak her adımın padişahların vârislerinin işine yarayacağını farketmişti. Ankara’ya 1928 yazında gönderilen son mesajda “Biz bu işten vazgeçiyoruz, siz de vazgeçin. Zira satış yapılması hâlinde padişahların vârisleri mahkemeye gidip herşeye el koydururlar” deniyordu.
Hazinenin satışı Fransızlar sayesinde işte böyle engellenmiş ama mücevherlerin macerası daha bitmemişti…
Bakanlar Kurulu kararları ile Topkapı Sarayı’ndan alınıp satış maksadıyla Ankara’ya nakledilen mücevherler her nasılsa kondukları kasalarda unutuldular. Mevcudiyetlerinin farkına 1951 ilkbaharında varıldı ve hazine ait olduğu yere, yani Topkapı Sarayı’na çok daha sonra dönebildi!
İşte Murat Bardakçı'nın köşesinde yayınladığı o belgeler!