Her filmi bir tek filmin parçası olan Truffaut'nun, yaşayan gerçekliği yakalayan filmleri

ŞEYMA ÖZİN
Abone Ol

Truffaut’nun bende uyandırdıkları, tahlile somut ve ölçümlenebilir olarak tabii olacak duygular değil. Ben Truffaut’yu anladım, yaşadım, yaşamımın akışını teşmil edeceğim bir çizgim oldu ve ne tesadüftür ki bu çizgi, Truffaut’nun “derdi”ne duçar olmuş, kendine derde düşmeyi şiar edinmiş bir çizgidir.

Truffaut'nun naifliği, belki sadece naif olmak üzerine söylenecek sözlerden ibarettir, belki de bir varoluşun temelini oluşturan, geri kalan tüm özellikleri kendisine bağlayan bir meziyettir.
Her ne olursa olsun benim Truffaut'dan anladığım; gerçekliğin en hüzünlü, mutluluğun en yalın halinde olmaktır.
Her zaman insanın yanında bulunacak, varlığından -aslında hiçbir somut yarar ispatı bulunmasa da- güven duyulan bir zırhtır onun filmleri…
Benim için Vivemént Dimanche'da anlattıklarının L'énfant Sauvage'dan, Tirez Sur la Pianiste'teki maceranın 400 Darbe'den, Fahrenheit 451'in Jules et Jim'den bir farkı yoktur.


Çünkü hepsinin, hikayesi Truffaut'ya ait olmayan Fahrenheit 451'in bile, Truffaut'nun çocukluğundan, ilk gençliğinden, yaşadıkları ve yaşamak istediklerinden, doğruyu yanlıştan ayırt ettiği terazisinden taşıdığı izler vardır.
0.
Çocuk karakter üzerinden hikaye anlatısı, profesyonelliği korumanın, işin kalitesini konuşturabilmenin zor olduğu bir tercih. Çünkü zaten her çocuk başlı başına hikayedir ve herkesin hayatına tekabül eden bir gerçekligi vardir: Herkes çocuk olmuştur.

Benzesin yahut benzemesin, seyirci için hikayesine tanık olduğu çocugun yerinde kendi çocukluğunu görmek, hissetmek bir reflekstir.

0.
400 Darbe'yi izlerken, bir toplumu ya da eğitim tarzının yanlışlıklarını değil, Antoine Doinel karakterini izlersiniz. Art mekanda ve mesajda, Truffaut'nun çocukluğundan, annesinden, babasızlığından, yaşamına ait temellerin oluştuğu dönemlerden mesajlar bulabilirsiniz fakat film o kadar naiftir ve hikayesi o kadar yalındır ki , ardındaki gerçeklikle oyalanamazsınız. Ve Truffaut, mesaj kaygısıyla sanatını boğmayacak kadar usta bir toplumcu gerçekçidir.
0.
Yani filme, onun oturduğu temele yan gerçeklikler olarak destek olan toplumsal eleştiri; sadece bir filmde ve yeni gerçekci sinemaya ait bir yönetmenin naif sanatında olması, görünmesi gerektiği kadardır.
Hikayenin ereği, anlatısı Antoine Doinel'dir çünkü Antoine Doinel, Truffaut'nun tezahürüdür. Truffaut, Antoine karakterinin farkli dönemlerine ait çektigi filmlerde, “Qui est Antoine Doinel?” (Antoine Doinel kimdir?) denecek kadar kendisidir.
0.
400 Darbe'nin final sahnesinde Antoine'nın sahil boyunca koşarak özgürlüğünü aradığı sırada, yolun sonsuzluğunu fark ederek objektife, seyirciye odaklanan kayitsız-kabullenmiş bakışları, soru işareti konmayan, net bir "Ne yapalim?” sorusu kadar gerçektir.

"Ne yapalim.” Sonunda soru işareti olmadan. Bu bir arayış değil, kabulleniştir.
“C'est la vie.”
Kisi, yazgısından ayrı bir yaşantıda, huzurun kapısına ancak misafir olarak gelebilir. “Kendilik” acısı hiçbir şeye benzemez, ama yazgıdan ayrı bir yaşam da düşünülemez.
0.
Suya sabuna dokunmayan romantiklik, Truffaut'nun sanatı için son derece sevimsiz ve hayatın müzikalitesinde bayat kalmış notalar olmuştur.
Le Dèrnier Metro ve Tirez sur la pianiste; Truffaut'nun “eğlendirmek” işinden ne anladığının ortaya konduğu filmlerdir. Yani mesela şudur ki; Truffaut ile “eğlenirken” zihninde bir ufuk açılıyor mu, hayatınla ilgili karşılıklar buluyor musun, eğlenme işinin salt kahkaha atmak olmadığın anlayıp bu bilincin gururunu taşıyor musun?

0.
Ezcümle; bir filmi izlerken, bir romanın içinde gibi, yaşamın en yadsınamaz varlığında kendini o ana ait hissedebiliyor musun?
L'énfant sauvage'daki Truffaut, 400 Darbe'de, Antoine'nın karşısında bulmak istediği “ögretmendir."

Lénfant Sauvage'daki doktor, Antoine'iın yaşamında eksiklik olarak karşılık bulmuş yaraların merhemidir.
L'énfant Sauvage'da belki de yine bir çocuk üzerinden, yeniden “insan olmak” öğretilir.
Belki de tüm bunları ben uyduruyorumdur.

Truffaut'dan sonra,
Ondan önceye ne kalır…