GZT tarihi yalana işaret etmişti: Murat Bardakçı 'sahte' diye uyardı
“Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri” isimli sahte kitabın gerçek olduğu yalanıyla başlayan furya son yıllarda giderek artıyor. Bazı tarihçiler Sultan Abdülhamid üzerine yaptıkları çalışmalarda sahte kitaptan bazı cümleleri alıntılayıp tarihi yalana katkıda bulunurken, bazı siyasiler ve gazeteciler de sahte kitap üzerinden propaganda yapmaya devam ediyor. Geçtiğimiz ay GZT’nin kitabın sahte olduğunu belgelerle açıklamasının ardından bu kez de tarihçi Murat Bardakçı Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri” isimli kitabın sahteliğini köşesine taşıdı.
Geçtiğimiz ay “Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri” isimli sahte kitaba dair GZT’de dikkati çekici bilgiler yer almıştı. Söz konusu haberde farklı dönemlerde farklı yayınevinden çıkarılan hatıra defterlerinin birbirilerinden ayrıldığı, Osmanlı’nın son dönemine damga vurmuş Sultan’a atfetilen bu hatırat basıldığı her yayınevine ciddi bir maddi kazanç sağladığı açıkça belirtilmişti.
Tarihçi Murat Bardakçı da bugünkü köşe yazısında Abdülhamid’in hatıra defterinin olmadığını, bu isimdeki kitapların sahte olduğunu yazdı.
Bardakçı’nın köşe yazısının satır başları şöyle:
- "Önce, kısaca söyleyeyim: “Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri” isimli kitap sahtedir, Abdülhamid ile hiçbir alâkası yoktur ve anlı şanlı koskoca tarihçilerin bu düzmece yayını kaynak almaları da ilim bakımından büyük, çok büyük bir ayıptır!"
“Şimdi, bu uydurma kitabın ortaya çıkışının ve sonraki senelerde semirerek daha hacimli bir şekil almasının hikâyesini anlatayım:
“İçerisine hiç durmadan ilâveler yapıldı”
“Sahte hatıraların ilk yayını 6 Ocak 1919’dan 8 Mayıs 1919’a kadar haftalık “Utarid” mecmuasında yapıldı, yayın derginin o senenin 19 Haziran’ında kapanması ile yarı kalarak son buldu ve metin tamamlanarak 1922’de “Hâtırât-ı Abdülhamid Hân-ı Sânî” ismi ile kitap haline getirildi. Kitap, sonraki senelerde defalarca basılacak, her yeni baskı öncekinden hacimli olacak, yani içerisine hiç durmadan ilâveler yapılacaktı!"
- "Ama, meselenin asıl önemli tarafı, hatıraların Sultan Abdülhamid ile bir alâkasının bulunmaması idi! Abdülhamid tahttan indirilmesinin ardından gönderildiği Selânik’te ve Balkan Savaşı sırasında İstanbul’a getirilerek yerleştirildiği Beylerbeyi Sarayı’nda sıkı bir gözetim altında yaşamıştı ve hatıralarını yazmadığı da bilinmekte idi…”
“Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri” ismi ile çıkan bu yayınlarda artık yok yoktu! Süleyman Nazif’in uydurduğu metin başkalarının da yaptıkları ilâveler ile birkaç katına çıkmıştı; sâbık hükümdar hemen her siyasî sualin cevabını veriyor ve cevaplar her yeni baskıda daha da artıyordu; zira sahte hatıratın her basımında yeni ilâveler yapılıyordu! Öyle ki birkaç baskısı daha yapılsa nerede ise faydalı gıdalardan bahsedilecek yahut grip vesaire gibi hastalıklardan korunmanın yollarını bile anlatacaktı!
Asıl rezalet 1974’te yaşandı ve şimdi hayatta olmayan bir gazeteci, “Hatıraların orjinalini Doğu Almanya’nın Leipzig şehrinde bulduğu” iddiası ile Tercüman Gazetesi’nin sahibi Kemal Ilıcak’ı yeni bir yayına ikna etti ve Tercüman’da tefrika edilip o günlerde büyük ses getiren sahte hatıralar 1975’te kitap olarak yayınlandı! Bu yayında bir başka yenilik yapılmış, emekli bir deniz albayına eski harflerle alelâcele yazdırılan metin okuyucuya “Abdülhamid’in elyazısı” diye sunulmuştu! Ama, işlerine yarayan ve iddialarını destekleyen kaynakların gerçek olup olmadığına bakmayan tarihçiler bu hatıraları öylesine sahiplendiler ki, Türk Tarih Kurumu’nun eski başkanlarından ve memleketin önemli tarihçilerinden olan Prof. Dr. Ali Birinci’nin 2013’te “Divan” isimli dergide yayınlayıp sahtekârlığı bütün ayrıntıları ile anlattığı “Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri Meselesi” başlıklı uzun makalesini dikkate bile almadılar…”
“Hatıralar meselesi, senelerden buyana ilim dünyasının başına işte bu şekilde musallat edilmiş bir derttir! Süleyman Nazif’in yazdığı metin ilk yayınının sonraki senelerde ilâvelerle genişletilmiş ve ortaya tarihimizde eşi-emsâli görülmemiş bir sahtekârlık yaşanmıştır!
Asıl dert ise, sağcı, solcu, muhafazakâr, lâik, Atatürkçü vesaire hemen her kesimin Abdülhamid’e atfedilen düzmece metni işlerine geldiği gibi kullanmaları ve isimlerinin başında “Prof” unvanı bulunan koskoca bilim adamlarının da bu sahtekârlığa hiç sıkılmadan hâlâ âlet olmalarıdır!”