İstanbul, dünyanın göz bebeklerinden biri. Sahip olduğumuz bu emsalsiz şehirde herkesin gıpta ile baktığı boğaza, 19. yüzyılın Avrupalı sanatçıları bakalım neler demişler. Oryantalist sanatçıların 19. yüzyılda resmettiği ve günümüzde önemli belge niteliği kazanan tablolardaki görüntülerle Boğaz; değişen siluetine rağmen tarihi dokusu ve muhteşem doğasıyla uyumluluğu sayesinde büyüsünden hiçbir şey yitirmedi.
Kaynak: www.skylife.com
0. “Karşımda, güler yüzlü tepeler arasında güzel bir nehir gibi akan Boğaziçi kıvrılıyordu."
Ünlü Fransız yazar, politikacı ve diplomat François-René de Chateaubriand (1768 – 1848), 1806 yılında İstanbul'u gezme imkânı buldu. 1811'de yayınladığı kitapta “Karşımda, güler yüzlü tepeler arasında güzel bir nehir gibi akan Boğaziçi kıvrılıyordu. Demir atmış birçok büyük geminin çevresinde sayısız ufak kayıklar oradan oraya dolanıp duruyordu.
Galata'nın, İstanbul'un, Üsküdar'ın irili ufaklı evleri kat kat dizilmiş olan bu üç büyük kentin (semtin) uçsuz bucaksız genişliği, hemen her tarafta ayrı ayrı yükselen ve yer yer kümelenen servi ağaçları, minareler, birbirine karışmış yüksek gemi direkleri, ağaçların değişik tondaki yeşillikleri, beyaz kırmızı evlerin renkleri, bunların altında mavi örtüsünü seren denizle, yukarıda başka bir mavi açan gökyüzü, bende derin bir hayranlık hissi uyandırıyordu. İstanbul dünyanın en güzel manzaralarını sunuyor demek hiç abartı olmayacak. ” demişti.
0. İhtişam ve zarafet
Bir diğer ünlü Fransız yazarı, şair ve devlet adamı Alphonse de Lamartine (1790-1869) , 1833 yılında deniz yolu ile İstanbul'a girdiğinde şehrin görüntüsü karşısında donakalmış; hislerini “Dudaklarımdan, elimde olmayarak, bir ses yükseldi. Napoli Körfezi'yle onun bütün güzelliklerini sanki bir daha hatırlamamacasına unuttum. Bu ihtişamlı ve zarif görüntüyü yeryüzünde başka bir şeyle kıyaslamak, doğrudan doğruya yaradılışa hakaret sayılır.” diyerek Avrupalı sanatçıların gözbebeği kabul ettiği Napoli Körfezi'ni Boğaz ile karşılaştırma ihtiyacını dahi hissetmemişti.
“Boğaziçi kıyılarından bir tanesini tasvir edebilmek için bir ressamın uzun yıllar çalışması gerekir. Bu öyle bir yer ki, her bakışta sanki yeniden değişiyor, değiştikçe de önümüze yeni ve daha taze güzellikler çıkıyor. Durum böyle olunca ben birkaç sözle ne anlatabilirim ki?” sözleriyle izlenimlerini aktarır.
0. İstanbul’da ışığı keşfetmek
Batı'da neoklasik, romantik, realist veya izlenimci akımların öğrencileri olarak çalıştıkları süre içinde tekniklerinde değişim yaşamayan Avrupalı ressamlar İstanbul'da ışığı keşifle; paletlerindeki tonların daha kırmızı, daha sarı; tablolarındaki ışığın daha sıcak, kontrastların daha belirgin, renklerin daha canlı ve göz alıcı oluşunu izlediler.
Böylece her biri, duyarlılıkları, deneyim ve yetenekleri, bulundukları konum ve uyguladıkları üsluplarla ayırt edilebilen, desenlerden büyük kompozisyonlara kadar uzanan çok sayıda oryantalist esere imza attılar.
0. Fausto Zonaro’nun İstanbul’u
1896'da Sultan II. Abdülhamid tarafından Osmanlı Saray Ressamlığı 'na atanan Fausto Zonaro, 1891'de Boğaz'a gemi ile ilk girdiğinde “Acemi kalemimle İstanbul limanına girişi anlatmaya kalkışmayacağım; Théophile Gautier, Piérre Loti ve Edmondo de Amicis gibi üstatlar bu işi layıkıyla yerine getirmişler. Ben bu görevi kalemimle değil fırçamla yerine getireceğim. Günün her saatinde paletimde o göz kamaştıran atmosferi yakalayacak renk karışımını elde edeceğim. ” demişti.
0. Renk ve uyumun şehri
Canaletto ile büyük üslup farkı olmasına rağmen Venedik betimlemeleri için “Modern Canaletto” olarak tanınan bir diğer sanatçı Felix Ziem ise 1856'da İstanbul'a girişinde “Bu şehirde aradığım sıcaklığı buldum, gözleri okşayan pitoresk ve değişik renklerle biçimlerdeki uyumluluğu keşfettim. ” der.
İzlenim ve renk arayışı içinde olan sanatçının Boğaz betimlemelerinde, ateşli renk ışınlarının yansıması ve hareketli fırça darbeleri arasında cisimlerin gerçek görüntüleri yok oluyordu.
0. Sanatın çekim merkezi
Fabius Brest, Leonardo de Mango, Amadeo Preziosi, Théodore Frére gibi daha nice oryantalist ressamı cezbeden Boğaz için 1850'li yıllarda ünlü tarihçi Baptistin Poujoulat (1809-1864) şu güzel sözleri söylemişti:
“Burada tabiat eşsiz büyüklükler sergiliyor.
Buradaki yaradılış sürekli bir şölen. Yalnızca bir kanal genişliğiyle ayrılan Avrupa ve Asya, birbirlerini izlemek üzere en muhteşem görüntülerine bürünmüşler… Her köşe, her mekân ayrı bir tablo oluşturuyor ve kendine has özelliği ile öne çıkıyor. Birbirinden ayrılan ve değişik çerçevelerde görünen bu manzaralar, her iki yakayı sevimli tablolardan oluşturan devasa bir resim galerisine dönüştürüyor…”