Zincirin en zayıf halkası

BÜLENT TOKGÖZ
Abone Ol

Kimi yorumculara göre 2016 Birleşik Krallık’taki son referandumdu çünkü krallığın yerinde yeller esecek. Zincirin şu an için en zayıf halkası İskoçya ama tek zayıf halkası değil. Sırada Kuzey İrlanda ve Galler var. Taşlar yerinden oynadı, tektonik plakalar hareket etti bir kere; Churchill de gelse yapacak çok fazla bir şeyi yok.

Britanya ve Exit (Çıkış) kelimelerinin kısaltılması olan Brexit hengâmesi nihayet sona erdi ve Britanya 31 Ocak 2020 itibarıyla Avrupa Birliği’nden resmen boşandı. Doğrusu kâğıt üstündeki nikâhın sıhhati başından beri kuşkuluydu. İkinci bir Churchill havasına kendisini fazla kaptıran Başbakan Boris Johnson bu talakı büyük bir zafer olarak takdim etse de Birleşik Krallık şimdiden yeni boşanma davalarıyla yüz yüze.

Birleşik Krallık’ta Haziran 2016’da yapılan AB referandumunda yüzde 48’e karşı yüzde 52 oyla Brexit kararı çıkmıştı. Şu var ki İngiltere ve Galler evet dese de Kuzey İrlanda yüzde 56, İskoçya ise yüzde 62’yle hayır oyu kullanmıştı. Dolayısıyla bu iki taraf, çıkan sonucun kendi iradelerini yansıtmadığı kanaatinde. Bu mantıken güçlü bir koz. Hukuken de böyle olup olmadığı ise tarafların konum alışına göre hayli ihtilaflı.

Birleşik Krallık’ta Haziran 2016’da yapılan AB referandumunda yüzde 48’e karşı yüzde 52 oyla Brexit kararı çıkmıştı.

Durumu karmaşıklaştıran başka bir şey daha var: 2014’te İskoçya’da bağımsızlık referandumu yapılmış ve beklenmedik bir sonuçla çoğunluk bağımsız bir devlet olmayı reddetmişti. Çünkü Krallık’tan ayrılmanın AB’den ayrılmak manasına geleceği düşünülmüş, İskoç halkı aslında AB içinde kalmaktan yana oy kullanmıştı. Şimdi ise uğruna bağımsızlıktan vazgeçtikleri şeyin dışına sürüklenmişken ilk alevlenen talep de bağımsızlık referandumunun tekrarı oldu.

Onunla bağımız var ama oraya ait değiliz

Bağımsızlığı savunan İskoç Ulusal Partisi SNP’nin ezici bir galibiyetle iktidar koltuğuna oturduğu şartlarda bu talep kimse için sürpriz değil. İskoç milliyetçiliğinin temsilcisi olan partinin başkanı ve ülkenin “İlk Bakanı (first minister)” Nicola Sturgeon, “Brexit'in bizden aldıklarını telafi edecek hiçbir anlaşma yok. Bağımsız bir Avrupa ülkesi olarak kendi geleceğimizin haritasını çizme zamanı” diyor ve tutumunu net biçimde ortaya koyuyor: “Brexit'i biz tercih etmedik, bu nedenle bence bizim bir alternatife ihtiyacımız var, o da bağımsız bir ülke olmak.”

  • Yapılan anketler ilk bakanın hiç de yalnız olmadığını gösteriyor. İngiltere merkezli bir araştırma şirketinin anketine göre yarın bir referandum olması hâlinde İskoçların çoğu İngiltere’den ayrılma lehine oy vereceklerini beyan ediyor. “İskoçya bağımsız bir ülke olmalı mı?” sorusuna verilen cevap, yüzde 58 “Evet”. Bu İskoçya için bir rekor. İngiltere için ise zafer sevincini kursağında bırakacak bir oran.

Brexit referandumu öncesinde tahmin yürüten her 5 akademisyenden 4’ü Birleşik Krallık’ın AB içinde kalacağı tahmininde bulunmuş ve yanılmışlardı. İngiltere’de sadece Londra kalmaktan yana oy kullanmıştı. Gençler ve eğitim seviyesi yüksek olanlar kalmak, yaşlı ve az eğitimliler çıkmak istemişti. Bu da aslında ülkenin en başından beri AB’ye bakışıyla örtüşen bir sonuçtu.

Johnson’ın rol modeli Churchill, AB’yi Avrupa Birleşik Devletleri olarak görüyor ve adayı onun dışında tanımlıyordu. “Biz Avrupa ile beraberiz ama Avrupa’nın içinde değiliz. Bizim onunla bağımız var ama oraya ait değiliz” sözünü şiar edinmiş bir İngiltere, “başından beri Avrupa şüpheciliği konusunda istikrarlı bir ülke” olagelmişti.

Avrupa’da bağımsız bir İskoçya

Doğrusu İskoçya’nın İngiltere ile evliliği de başından beri mantık evliliğiydi. 1707’de tek bayrak altında Birleşik Krallık kurulduğu anda bağımsız İskoçya hülyası da filizlenmişti. Birleşmenin meyveleri, serbest ticaretin ve sömürgeciliğin semerelerinden faydalanırken bu ideali yedeklerinde tutuyorlardı. Asimilasyona zorlanmamışlarsa da İngilizcenin hâkimiyeti altına girmekten kurtulamamışlardı. Yine de Kutsal Teslis dedikleri İskoç eğitim, hukuk ve kilisesini muhafaza etmek suretiyle kimliklerini diri tutmuşlardı. Hülasa İngiltere ile bütünleşmiş ama müstakil duruşlarını da korumuşlardı.

Doğrusu İskoçya’nın İngiltere ile evliliği de başından beri mantık evliliğiydi. 1707’de tek bayrak altında Birleşik Krallık kurulduğu anda bağımsız İskoçya hülyası da filizlenmişti.

Refah devleti olunca kimlik ötelenebiliyor fakat işler biraz tersine gider gibi olunca hemen hatırlanabiliyordu. Kelle Vergisi için İskoçya’nın seçilmesi böyle bir huzursuzluğa sebep olmuştu mesela. 1970’lerin başında Kuzey Denizi’nde petrol ve doğal gaz yataklarının bulunması bağımsızlık fikrini körüklemişti. Londra rezervlerin tüm adaya ait olduğunu savunurken İskoçlar zenginliği kendilerinin görüyordu. Aynı dönemde İRA’nın etkili mücadelesi ve Gal milliyetçiliğinin yükselişinin elbette ki İskoçlarda da bir izdüşümü vardı. Londra, gelişmeleri kontrol altında tutabilmek için İskoç milliyetçiliğine serinkanlı ve tavizkâr bir yaklaşım gösterdi. İskoçlar ise bu tavizlerle yetinmeyerek hep daha fazlasını istediler.

  • 1980’lerde İskoç milliyetçileri “Avrupa’da bağımsız bir İskoçya” sloganı ile yeni bir yol tuttular. AB içinde temsiliyet, küçük bir ülke olmanın handikaplarından kendilerini kurtarabilecekti. Müstakbel ayrılığın siyasî maliyetini de azaltacaktı. İskoç malları için pazar bulma imkânı sunacak, böylece ekonomik maliyeti de asgariye indirecekti. Bu ufuk, SNP’nin oylarını ciddi biçimde artırdı ve ona iktidarın yolunu açtı. Ayrıca partiyi de ülkeyi de ayrılıkçı bir imajdan koruyarak, “modern, gerçekçi ve ilerici bir duruş kazandırdı”.

2014’te önlerine gelen bağımsızlık fırsatını AB hatırına tepen İskoçlar referandum sandığı önlerine konduğunda “Yes Scotland (Evet İskoçya)” diyenlerle “Better Together (Birlikte Ehven)” diyenler arasında çok da tereddüde kapılmayacak gözüküyor. Şunu da belirtmeli ki aslında mutlak bir kopuş da söz konusu değil: Krallık’tan çıkacak ama Commonwealth denen İngiliz Milletler Topluluğu’na üyelikleri devam edecek. Yani kraliçe, parlamenter İskoçya’nın devlet başkanı olmayı sürdürecek. Ayrıca euro bölgesine girmeye de niyetleri yok İskoçların; sterlin kullanmaya devam edecekler. Schengen’e üye olmayıp seyahat serbestisinden yararlanmak gibi ayrıcalıklarını da elden bırakmaya yanaşmaksızın.

Katalanlara kötü örnek

Gelgelelim bağımsızlığa giden yol dikensiz değil. Londra’nın onayı olmaksızın İskoç hükümeti referandum çağrısında bulunabilir mi? 2016’dan beri yapılan başvurular ısrarla reddediliyor ve son sözü hukuken Londra’daki Yüksek Mahkeme verecek. Yine de İskoçların güçlü ve kararlı lideri Sturgeon’un davasından vazgeçmeyeceğini herkes biliyor.

Takatsiz bir ülke nasıl aydınlanır?
Gerçek Hayat

Gariptir ki İskoçları asıl zorlayacak olan İngiltere değil de İspanya olacağa benziyor. Çünkü İskoçya’nın bağımsızlığı Katalan bağımsızlık talepleri için sağlam bir referans işlevi görebilir. İngiltere’nin İskoçlara tanıdığı kendi kaderini tayin hakkını İspanyol devletinden de talep edebilirler. Bundan ötürüdür ki Katalan ayrılıkçılarını cesaretlendireceği için İskoçlara soğuk bakıyorlar ve onların AB üyelik müzakerelerini zora sokmak, veto etmek için şimdiden hazırlar.

Velhasıl Brexit sonrası küçük Churchill’i zor günler bekliyor. Zaten üç senedir içe gömülen ülke dış politikada da etkili ve istikrarlı olamadı. Kimi yorumculara göre 2016 Birleşik Krallık’taki son referandumdu çünkü krallığın yerinde yeller esecek. Zincirin şu an için en zayıf halkası İskoçya ama tek zayıf halkası değil. Sırada Kuzey İrlanda ve Galler var. Taşlar yerinden oynadı, tektonik plakalar hareket etti bir kere; Churchill de gelse yapacak çok fazla bir şeyi yok.