‘Yücelcilerin idamı bir nüfus mühendisliğiydi’

SEVDA DURSUN
Abone Ol

Makedonya'da yaşayan Müslüman Türklerin millî ve mânevî değerlerini korumak amacıyla kurulan Yücel Teşkilatı'ndan 4 genç, 27 Şubat 1948'de sosyalist Yugoslavya yönetimi tarafından idam edilmişti. Ülkemizde çok fazla bilinmeyen bu teşkilat ve üyeleriyle ilgili Tarihçi-Yazar Yıldırım Ağanoğlu ile konuştuk. Ağanoğlu, “Şu anda Makedonya’nın nüfusu iki milyon, bu göç olmasaydı en az yüzde 60 ya da 70’ini Türkler ve Arnavutlar oluşturacaktı. Makedonlar azınlık kalacaktı. Bu bir nüfus mühendisliğiydi” ifadeleriyle 4 idamın nasıl bir sonucu olduğunu ortaya koyuyor.

Yücelciler ülkemizde çok fazla bilinmeyen bir teşkilat. Sizin bunlarla ilgili ilk farkındalığınız ne zaman başladı?

13-14 yaşlarında bir gün annem Yücelcileri anlattı bana, onları Türklerin haklarını savundukları için idam ettiklerini ve annelerinin saçlarının bir gecede beyazladığını söyledi. Türk filmlerinde üzüntüden insanların saçlarının bir gecede beyazladığını izler, gülerdik. Doktor arkadaşlarla görüştüğümde bunun olabileceğini, çok örnek gördüklerini, bir gecede insanın tüm saçlarının beyazlayabileceğini, ya da çoğunun dökülebileceğini öğrendim.

Adem Ali

1996’da Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’ne gitmeye başladığımda idam edilen 4 kişi hariç, diğer Yücelcileri orada tanıdım. O zaman birçoğu hayattaydı. Hatta teşkilatın 7 kişilik merkez komite üyelerinden Refik Özer bey yaşıyordu. Onunla çok konuştuk ama devamlı bir tedirginlik içindeydi. Zorlayıp sadece bir kere röportaj yapabildim.

Nasıl bir teşkilat bu Yücelciler, hangi amaçlarla ve nasıl kuruldu?

Kısaca Üsküp’ün tarihini özetlediğimizde, 1352’de Osmanlı Rumeliye geçiyor ve 1392’de Üsküp fethediliyor. İstanbul’dan 61 yıl önce Üsküp’te ezan sesleri yankılanıyor. 1912-13 Balkan harbinde Osmanlı, Rumeli’deki bütün şehirlerini kaybediyor ve Edirne’ye kadar geri çekiliyor. Osmanlı bölgeden çıkınca, Üsküp’te devlet tasfiye oluyor. Üsküp’te hâkim kültür ve dil Türk kültürü ve diliydi. Türk olmasanız bile Türkçeyi konuşmak övünç kaynağıydı. Zaten devletin dili de Türkçeydi. 1930’lu yıllarda oralar artık Yugoslavya krallığı oldu. Nispeten baskılar olsa da en azından dini serbestiyet var, camilere gidilebiliyor, milletvekiliniz olabiliyor.

Bulgar zulmü başlıyor

Madem baskı yok, niye o dönemde teşkilatlanma ihtiyacı duyuldu?

2. Dünya Savaşı öncesinde böyle bir teşkilatlanmaya ihtiyaç duyulmadı. ‘Yardım’ isimli bir cemiyet kurdular, fakir fukaraya yardım etmek ve Türklerin bir araya gelip kendi kimliklerini koruma mücadelesi için. Yücelcilerin bazıları bu cemiyete katıldılar. 2. Dünya Savaşından sonra Yücel Teşkilatının kurucusu Mısır el Ezher üniversitesinden dönmüştü. Savaş çıktığı için Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde hocalık yapmak için anlaştığı hâlde ülkesinden çıkamadı ve çiftçilik işleriyle uğraşmaya başladı. Arkadaşları da benzer durumda ve bunlar toplanıp kültürel bir şeyler yapmak için Türk gençleriyle bir araya geliyorlar. Almanlar 1941’de Yugoslavya’yı işgal edip Üsküp’e geldiğinde, Yugoslavya Krallığı otoritesi biterek bir kaos durumu oluşuyor. Almanların bu noktada Türklere ve Müslümanlara çok zararı yok, ancak günümüz Makedonya topraklarının yarısını Bulgaristan’a bırakıyorlar.

Zulüm dönemi Bulgar idaresiyle birlikte mi başlıyor? Ne gibi zulümlere maruz kalıyor oradaki Türkler?

Evet, Bulgarlarla birlikte Türkler için zulüm dönemi başlamış oluyor. Bir örnek anlatayım, herkes ekmek almak için sıraya giriyor o dönemde. Bulgar askeri bizim Türk’ü tanıyor, “Çingene aradan çekil” diyor. O da dayanamayarak “Ben çingene değilim, 400 yıldır bu topraklarda yerleşmiş bu toprakların asil bir evladıyım” diyor.

Nazmi Ömer

“Türk müsün, daha beter ya” diyor ve vurarak onu sıradan çıkartıyor. Türklerin dövülmesi, ikinci sınıf vatandaş hâline getirilmesi oradaki Türk gençlerini çok üzüyor. Bunlar birleşmeye başlıyorlar. Daha teşkilatın adı konulmamış ama en azından Türkçeyi koruma gayretiyle Mehmet Akif Ersoy, Mehmet Emin Yurdakul, Namık Kemal gibi o zaman için Türkçe ve Türklük uğruna ne kadar kitap varsa okumaya çalışıyorlar. Türkçe yayınlar oraya çok kolay ulaşmadığı için de, elden ele dolaşıyor kitaplar. Türklüğü ve Türkçeyi yaşatmak için pikniklere gittikleri zaman bile şiirler okuyorlar.

Casuslukla suçlanma

Türkçe şiir okumaktan, teşkilatlanmaya mı dönüşüyor? Nasıl bir bilinç bu?

Bu süreçte çekirdek kadro da ‘ne yapmalıyız’ı konuşmaya başlıyor elbette. 1944’ün sonlarına doğru Almanya Balkanlar’dan çekilip, Bulgaristan da Üsküp’ten çekilince, Partizanlar yani komünist Yugoslavlar tüm Yugoslavya’ya hâkim oluyor. Yugoslavya Sosyalist Federe Cumhuriyeti kuruluyor. Altı cumhuriyet, iki özerk bölgeden oluşuyor. Bunların arasında Makedonya da var. İşte bu dönemde Yücelciler, “Madem yeni bir devlet kuruluyor, bu yeni devletin içine kendi insanlarımızı yerleştirelim ki savaş sonrasında Türk’ün de Türkçenin de adı anılır olsun” düşüncesiyle mücadeleye başlıyorlar.

Şerafettin Ferit

O sıralarda 1943’te Türk konsolosu Emin Vefa Gerçek’in gönüllü olarak güvenliğini sağlıyorlar. Yine Emin Vefa Gerçek’in yönlendirmesiyle Belgrad Türk Büyükelçisiyle görüşüyorlar. Yeni devlette neler yapabileceklerini müzakere ediyorlar ama en çok da akraba buluşması gibi oluyor bunlar, hasret gideriyorlar. Bu görüşmeler, casusluk ve teröristlikle suçlanmalarını sebep oluyor. Aslında Yücelciler ne istediyse Tito 1950'li yıllarda Türklere hak olarak verdi. Türkçe okuma hakkı, Türkçe öğretmen kursları, Türkçe gazete, radyo programları, tiyatro... Tüm istedikleri verildiyse nasıl bir terörist teşkilat bu?

Gâvura asker olmamak

Yücelciler ne gibi faaliyetler içinde bulunuyorlar? Sadece milli değerleri yaşatmak mı yoksa dînî faaliyetleri de var mıydı?

Daha çok millî duygular ama zaten millî mânevî değerlere sahipler. Onlar için de camiler, ezan kutsal, ‘gâvura asker olmamak’ asıl niyetleri ama ona yapacak bir şey yok. Esas mesele millî değerlere sahip çıkmak. Mâdem Türkler burada yaşıyor, Sırpça, Makedonca okul varsa Türk okul da olmalı diyorlar. Onun için ilk Türk öğretmen kurslarını açıyorlar ve Türk öğretmenlerini yetiştiriyorlar. Tabi gizli bir teşkilat. O zamanın sosyalist Yugoslavyasında dernek, teşkilat kurmak mümkün değil.

Nazmi Ömer’in eşi Hacer Yücel de eşinin mektubunu yatağın içinde buluyor.

Hiçbir terörist eylemleri yok. Silahlı hiçbir eyleme karışmamışlar. Yeni devletin içinde, adliyede, belediyede, devlet organlarında insanlarını sokma peşindeler. Mesela Üsküp’te ilk Türkçe gazete olan ‘Birlik gazetesi’ni çıkartıyorlar. Türkçe öğretmen kursları, Türkçe tiyatronun açılıp oyunların Türkçeleştirilmesi şeklinde yapılan faaliyetler, sosyalist idarenin dikkatini çekiyor.

Türkçe yasak mı o zamanlar, niye dikkat çekiyor?

Yasak değil ama tam olarak haklar verilmemiş. Bunların sayesinde biraz veriliyor haklar. Türkçe eğitim sorunu hala vardır Makedonya’da. Bir yerde beş Makedon öğrenci varsa Makedonca sınıfı açılıyor, bir yerde 20 Türk varsa Türkçe sınıf açılmıyor hâlâ. O zamanlar daha da sıkı. 1947’de Tito rejimi, sadece Yücel teşkilatını değil, bütün millî teşkilatları çökertip, yakaladıklarını hapse atıyor. Saray Bosna’da Genç Müslümanların durumu da aynı, Aliya İzzetbegoviç hapis cezasıyla kurtuluyor ama onlardan da 4 yâhut da 17 kişi kurşuna diziliyor.

Yücel teşkilatının üyelerine yönelik, 1947’nin Ağustos ayında tutuklamalar başlıyor. Bir gece Yugoslav gizli polisi evlere giriyor ve insanları pijamalarıyla götürüyor. Kimisini takunyalarla götürmüşler, gece vakti Üsküp sokaklarındaki takunya sesleri halkın hafızasında.

Önce 17 Yücelci gözaltına alınıp üç ay boyunca hapishanelerde eziyet gördükten sonra 19 Ocak 1948'de mahkemeye çıkarılıyor. Sadece 6 gün süren mahkemede 4 kişiye idam cezası veriliyor. Bu kişiler,

  • - Şuayb Aziz,
  • - Âdem Ali,
  • - Ali Abdurrahman ve
  • - Nazmi Ömer.

İdam şekli de o yıllarda vatan hainlerine uygulanan bir sistem olan kurşuna dizme şeklinde gerçekleşiyor. Tüm yargılamalar sonucu toplam 64 kişiye ağır cezalar veriliyor. Aslında üye sayısı çok daha fazla. Kayıt tutulmayan bir yapı olduğu için ancak bu kadar insan yakalanıp yargılanıyor.

Bir nüfus mühendisliği

Kalanlara ne oluyor sonra?

Menderes ve Tito zamanında Türkiye Yugoslavya ilişkileri biraz düzelince, 1939 yılından itibaren ilk kez göçlere izin veriliyor ve idam edilen Yücelcilerin aileleri ve hapisten af yoluyla çıkartılan Yücelciler Türkiye’ye göç ediyor. Bu yaşananlar Türklerde o kadar moral bozukluğu oluşturuyor ki, bir halk göç ediyor aslında buraya. Cumhuriyet dönemindeki en büyük göç o dönem gerçekleşiyor.

Makedonya'da yaşayan Müslüman Türklerin millî ve mânevî değerlerini korumak amacıyla kurulan Yücel Teşkilatı'ndan 4 genç, 27 Şubat 1948'de sosyalist Yugoslavya yönetimi tarafından idam edilmişti. Ülkemizde çok fazla bilinmeyen bu teşkilat ve üyeleriyle ilgili Tarihçi-Yazar Yıldırım Ağanoğlu ile konuştuk.

1952-1967 arasındaki resmi rakamlara göre 200 bine yakın göçmen geliyor Yugoslavya’dan. O zamanlar Makedonya’nın nüfusu belki 1 milyon kadar bile yok. Şu anda Makedonya’nın nüfusu iki milyon, bu göç olmasaydı en az yüzde 60 ya da 70’ini Türkler ve Arnavutlar oluşturacaktı. Makedonlar azınlık kalacaktı. Bu bir nüfus mühendisliğiydi. Dört Yücelci’yi idam ederek, diğerlerini de hapse atarak, halka baskı ve zulüm politikasını sergilemiş oluyorsunuz.

Yücelcilerin hepsi Türkiye’ye göç ettiğine göre, orada bir faaliyetleri kalmadı. Peki, Türkiye’de herhangi bir faaliyet yapıyorlar mı?

Buraya göç edince kendi aralarındaki kıdem sıralamasına ve saygısına devam etmişler ama burada artık bir teşkilata gerek yok. Yardım cemiyeti gibi dernek faaliyeti yapmışlar. Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği bunlardan bir tanesi ve en büyükleridir. Yücelciler bu derneğe girerek başkanlık ve yönetim kurulu üyeliklerinde bulunmuşlar. Her sene 27 Şubat’ta idam edilen bu dört Yücelci’yi ve ahirete intikal eden arkadaşlarını önce evlerde düzenledikleri mevlütlerle, evlere sığmayınca, düğün salonlarında okuttukları mevlütlerle anmışlar, hâlâ da anıyorlar.

Çok hazin bir hikâye ve biz Türkiye’de bunları tanımıyoruz. Neden tanınmıyorlar?

Çok yakın zamana kadar onlar kendi aralarında bile konuşmaya korkuyorlardı. Türkiye’ye geldikten sonra faaliyetlerine devam etmedikleri için de tanınmıyorlar. İlk defa Türk kamuoyuna 1991 yılında kendisi de bir Yücelci olan Mehmet Ardıcı’nın hatıralarını İnsan Yayınevi basınca, biraz tanınmış oldular. Ben de Refik Özer’le konuşmalarımdan yola çıkarak önce broşür şeklinde, daha sonra 64 sayfaya kadar çıkarttığım kitabımda resimleriyle hikâyelerini anlattım.

Milletimin kurbanıyım

İdam süreciyle ilgili neler anlatılıyor?

Yücelcilerin idamına karar verildiğinde son kez aileleriyle görüştürülüyorlar. Şuayb Aziz’e bir çikolata götürüyor ailesi. Mektup filan yazma hakları yok, zaten görüşme de tellerin ardından beş dakika bile değil. Kurşun kalemle çikolata kâğıdının kenarına son mektubunu yazıyor ve rulo haline getirip paltosunun astarına gizliyor. Çünkü idam edildikten sonra paltosu ve yatağının ailesine verileceğini biliyordu. Ailesi eşyalarını aldığında bu mektubu buluyorlar. Mektupta şunlar yazıyor:

  • “Hayat Arkadaşım Nigar, Evlatlarım Ülker, Turan, Ertan ve küçük yavrucuğum [En küçük çocuğu Arslan] artık sizden ayrılıyorum. Size doyamadım. Kader böyle yazmış yazımı. Nigar, evlatlarına güvensin, bunları iki gözün gibi baksın, beni de hatırından çıkarma. Hakkını helâl et, anne de hakkını helâl etsin. Ağabeyin de hakkını helâl etsin. Ellerinden öperim.
  • Çocuklarımı her vakit benim için öpesin ve koklayasın. Onları okutmağa çalış. O evde yaşatma, başka bir binada yaşatmağa çalış. Reşit Akşar yardımı ile belki yavrularıma bir selamet yolu bulursunuz. Bu günden sonra o yavrularımın babaları yok, yalnız bir anaları vardır. Hem kimsesiz bir anaları var. Ona güvensinler. Helâl ediniz, helâl ediniz, Milletimin kurbanıyım!
  • Şuayp Abdülaziz
  • 27 Şubat 1948

Nazmi Ömer’in eşi Hacer Yücel de eşinin mektubunu yatağın içinde buluyor. Eşi tutuklandığında hamileydi ve Nazmi Ömer kızını bir kez bile kucağına alamadı. İdamdan sonra verilen yatağı öpüp koklarken içinden bir not çıkmış. Anne babası ve kardeşlerine hitaben yazılan notta, “Eşim Hacer ve kızım Ayla’ya iyi bakın” diyebilmiş sadece. Hacer hanım Türkiye’ye geldikten sonra Rumeli Derneği’nde onunla da tanıştım. Böyle hüzünlü hikâyeler var. Mütevazı insanlar oldukları için anlatmıyorlar da kendilerini. Yeni nesil bilmez bu hikâyeleri.

Geçen hafta Yücelcilerle ilgili güzel gelişmeler oldu Üsküp’te. Onlardan söz eder misiniz bize?

Evet, ilk defa Türkiye Cumhuriyetinin bir müessesesi, Yurtdışı Türkler ve Akraba toplulukları Başkanlığı bir panel düzenledi. Ve İHH’nın katkılarıyla Üsküp’teki bir Türk okulunun bahçesine 4 şehidimizi anan Türkçe bir kitabe dikildi. Bunlar 30 senedir bizim hayal dahi edemeyeceğimiz gelişmelerdi. En büyük dileğimiz bu dört Yücelcinin mezar yerlerinin bulunması ve itibarlarının iade edilmesi.