Vesayete boyun eğmedik

SÜLEYMAN ŞAHİN
Abone Ol

Vesayet 1971 yılına, Ömer Öztürk yönetimine değin devametti. O tarihten sonra da mücadele sürdü. Vesayet unsurlarıvarlıklarını devam ettirmek için ellerinden geleni yaptılarfakat eskisi gibi bir konumda olmayı başaramadılar. ÖmerÖztürk yönetimiyle birlikte MTTB içerisindeki derinyapıların adamları kontrol altına alınmış oldu. Yinemevcuttular ama eskisi gibi esameleri okunmuyordu.

Milli Türk Talebe Birliği (MTTB), gençlik hareketleri denildiğinde bir döneme damgasını vuran kurumların belki de başında geliyor. İttihat ve Terakki’nin projesi olarak kurulup Cumhuriyet döneminde sol kesimden milliyetçi muhafazakar kesime birçok zihniyete ev sahipliği yapan teşkilat 12 Eylül rejimiyle birlikte ilga ediliyor. 12 Eylül sonrası pek çok kurum yeniden açılırken MTTB’nin yasaklı olarak muamele gördüğünü bir kenara not edelim. 2008 yılında MTTB ismiyle yeni bir yapılanma var fakat eski popülariteden eser yok. 12 Eylül’de kapatılan teşkilatın son başkanı Vehbi Ecevit ile MTTB’nin ülke gençliğine istikamet verdiği yılları konuştuk. Bir dönemi, bizzat içerden yaşamış sembol bir isimden duyma fırsatı bulduk. Sorgulayıcı, ufuk açıcı bir mülakat oldu. Buyrunuz...

MTTB birçok merhaleyi yaşamış bir teşkilat. Buradan bahisle bir MTTB portresi çizer misiniz?

Bir kurumun seyir çizgisinde merhale çok olunca en önemlisiyle, en faydalı işlerin yapıldığı dönemle anılması yerinde olur. MTTB’nin kuruluşu 1916 yılına gidiyor. İttihat ve Terakki iktidarı tarafından kurulmuş bir teşkilat. Bu çizgiden taşmayan bir kuruluş olarak göze batan bir faaliyeti yok. Cumhuriyet dönemine geldiğimizde ise ara ara kapatıldığını görüyoruz. İsmini duyurduğu dönem ise Tevfik İleri dönemi. O zamanlarda gençliğin sözcüsü olması kabilinden önem verilmiş bir teşkilat. Mesela o dönemde Çanakkale Şehitliği’nin yapılmasına MTTB öncülük yapıyor İhtilalden sonra 1965 yılına kadar teşkilatta sol eğilimin hakimiyeti söz konusu. Bu dönemin zirvesi, 1963 yılındaki Yüksel Çengel yönetimi. O yıllarda Türkiye Komunist Partisi yasak olduğu için bu zihniyeti Mehmet Ali Aybar’ın başkanlığını yaptığı Türkiye İşçi Partisi temsil ediyor. Parti kongre yapacak yer bulamayınca 1963 yılı kongresini kendilerine kucak açan MTTB salonunda gerçekleştiriyor. Bu belki de bir dönüm noktası oluyor ve milliyetçilerin dikkatini MTTB’ye çeviriyor. 1965 yılına gelindiğinde Rasim Cinisli’nin önderliğinde verilen mücadele sonucu idare sol cenahtan milliyetçi muhafazakar camiaya geçiyor. Bu, MTTB için önemli bir viraj. Daha sonra İsmail Kahraman, Burhanettin Kayhan ve Ömer Öztürk yönetimleri devam ediyor. Burada şunu belirtmek lazım. O yılllarda MTTB her ne kadar milliyetçi muhafazakar kitlenin yönetimi altında olsa da vesayetçi yapıdan yakasını tamamen sıyırabilmiş bir kurum yok ortada. Kimse tam mânâda vesayet odaklarının kontrolünden çıkılabilmiş değil.

Vesayet odakları nasıl bir hakimiyet kurmuştu?

Özellikle Müslümanlar açısından şu konuyu iyice incelemek lazım. Toplu gösteriler ve miting dediğimiz faaliyetler devletin kontrolünde gerçekleşir. Başka türlü olması işin tabiatı gereği mümkün değil. 1909 yılından hatta daha da geriye gidelim, Kanuni döneminden bu yana ülkemizde bir vesayetçi yapının varlığından söz etmek gerekiyor. Adına ister ‘derin devlet’, ister ‘vesayet’ deyin böyle bir durum söz konusu. Bizim gençliğimizde MİT diye tabir edilirdi, şimdi MİT başka bir hüviyete büründü.

Peki, MTTB üzerindeki vesayetin kontrolü ne zamana dek sürdü?

1971 yılına, Ömer Öztürk yönetimine değin devam ettiğini söyleyebilirim. O tarihten sonra da mücadele elbet sürdü. Vesayet unsurları varlıklarını devam ettirmek için ellerinden geleni yaptılar fakat eskisi gibi bir konumda olmayı başaramadılar. Ömer Öztürk yönetimiyle birlikte MTTB içerisindeki derin yapıların adamları kontrol altına alınmış oldu. Yine mevcuttular ama eskisi gibi esameleri okunmuyordu. Bunda Ömer Öztürk’ün şahsi kabiliyet ve yetişme tarzının tesiri büyüktü.

‘ORADA MÜSLÜMAN BİR GENÇLİK YETİŞTİRECEKSİN’

Biraz açsak bu meseleyi... Tam olarak neyi kastediyorsunuz?

Ömer Öztürk, Sami Efendi Hazretleri’nin, Mahmut Sami Ramazanoğlu’nun talebesidir. O da Sami Efendi Hazretleri gibi Adanalı. Babaları da Efendi Hazretleri’nin sırdaşı. Doğduğunda ismini o mübarek zât vermiş. Doğumundan itibaren yetişmesi onun elinde. 1952 yılında Sami Efendi Hazretleri İstanbul’a geliyor. İki yıl sonra da Ömer Öztürk ailesiyle birlikte İstanbul’a yerleşiyor. Erenköy’de evler yanyana. Ömer Öztürk aynı zamanda yatılı olarak Galatasaray Lisesi’nde okuyor. O dönemde Sultanahmet Ticari İlimler Akademisi’nde talebe. 1971 yılında mezun oluyor. Ömer Öztürk’ün MTTB’ye dahlinde 1967-69 döneminde başkanlık yapan İsmail Kahraman’ın rolünü not etmek icap ediyor. MTTB yararına faaliyetler düzenlemek üzere teberrulu bilet basan İsmail Kahraman, Şişhane’de demir ticareti yapan Öztürkler A.Ş’ye gidiyor. Ömer Öztürk sayesinde Şişhane esnafına epey bilet satıp hatırı sayılır gelir elde edince kendisine MTTB’ye dâhil olması teklifini yapıyor. Teşkilata gidip gelmeye başlayan Öztürk’e 1969 yılında İsmail Kahraman tarafından bir sonraki başkanlık makamı teklif ediliyor. Siyasetten çekinen Öztürk, o zaman bu teklifi kabul etmiyor. Daha sonra 1971 yılında bizzat Sami Efendi’nin “Orada Müslüman bir gençlik yetiştireceksin” talimatını emir telakki ediyor ve yönetime gelmeye ikna oluyor.

O vakitler MTTB içerisinde durum ne minvalde?

Durum pek iç açıcı sayılmaz Genel kongreye gidilecek fakat yeterli sayıda adam bulunamıyor. İsmail Kahraman da bizzat Alparslan Türkeş’in talimatıyla tepeden getirilmiş bir isim. Genel başkan normalde Mehmet Niyazi Özdemir olacaktı. Öyle bir karar alınmıştı. Sonradan siyasi baskılarla Özdemir istifa ettirildi ve yerine Kahraman aday yapıldı. Daha sonra Burhanettin Kayhan dönemi başladı. Fakat doğru düzgün bir faaliyet görülmedi. Sadece İsmail Kahraman döneminde göze çarpan bir faaliyet söz konusu.

‘ŞANLI PAZAR’ MI ‘KANLI PAZAR’ MI?

Nedir o faaliyet?

Bir cenahın ‘Şanlı Pazar’, diğerinin ise ‘Kanlı Pazar’ olarak andığı hadise. Şimdi bizim Müslümanlar biraz inkar yoluna gidiyor. “Bizim kötü niyetimiz yoktu. Biz yapmadık, başkaları yaptı. Bizi alet ettiler” kabilinden sözler ediyorlar.

Rahmetli Mehmet Şevket Eygi de bu meseleden hayli muzdaripti, öyle değil mi?

Altıncı filo Dolmabahçe açıklarına demirlemişti. Solcular Dolmabahçe meydanında “Go Home” diyerek gösteri yapıyorlardı. Oradan Taksim’e çıkacaklardı. Bu program bilindiği için Şevket Eygi’yi de kullandılar. Namazda gençleri topladılar. MTTB’de hazırlıklar yapıldı ve oraya gidildi. Taksim meydanında solcuları beklediler. Onlar da Gümüşsuyu istikametinden yukarı yürüyünce hâdise patlak verdi. Bu hâdise olurken zamanın İçişleri Bakanı Faruk Sükan’ın hemen yanında MTTB eski başkanlarından biri vardı. Taksim meydanını yukardan gören bir binanın tepesinden dürbünle aşağıyı seyrediyorlardı.

Bu hiç de iyi bir fotoğraf değil herhalde...

Elbette değil. Orada iki gariban can verdi. Söylediklerine göre biri MİT elemanı, diğeri ayakkabı boyacısı. Kenan Evren’in dediği gibi: “Çarpıştırıyoruz. Bir ondan, bir de bundan...” Ama arada garibanlar gidiyor. Bu tür faaliyetler var. Biraz milliyetçilik, Kıbrıs meselesi filan. Bu işin mazisi var. Yunanistan’a karşı millî hislerle mitingler düzenleniyor. Yine önceki dönemlerde yapılan işlerden biri de “Bir Fatih anıtı yok. Fatih’e anıt yapalım” diyerek heykel dikme kasdıyla yardım kampanyası. Yani en başından alırsak Çanakkale anıtı, Kanlı Pazar, Fatih anıtı kampanyası ve bir de Kıbrıs mitingleri... MTTB faaliyetleri dendiğinde o zamana dek yapılan işler bunlar.

TÜRK TOPLUMUNUN ÜÇ BÜYÜK HASTALIĞI

Ömer Öztürk dönemiyle başka bir döneme girildiğini, vesayetin kırıldığını söylediniz. Nasıl bir dönemdi bu, öncelikleri neydi?

Bu dönemi anlatmaya başlamak için son yüzyılda yaşananları hatırlamakta fayda var. 1923 sonrası biliyorsunuz, ülkede farklı bir atmosfer söz konusu. 1932’de Arapça ezan yasağı başlıyor. Kamuoyu sadece İskilipli Atıf Hoca ve Şeyh Esad Erdebili gibi sembol isimleri biliyor ancak onların dışında pek çok din adamı idam ediliyor. Kur’an öğretmek de, öğrenmek de büyük sıkıntı. Jandarmalar köylerde kol geziyor. Bu durum toplumda hâlen tamiri mümkün olamamış büyük bir cehalete sebep oluyor. Türkiye’yi gezen bir Fransız’ın sözünü bu noktada misal vereyim. Diyor ki: “Türk toplumunda üç büyük hastalığa şahit oldum. Bunlar tababet, diyanet ve siyaset. Bir köy kahvesine oturuyorum, herkes birbirine ilaç tavsiye ediyor. Sanki herkes doktor ve sanki birine şifa olan diğerine de şifa olacak. Diyanet ve siyaset meselesi de böyle. Herkes din adamı gibi fetva veriyor. Bana göre şöyle diyerek. Siyaset de hakeza. Herkesin ağzında “Ben başbakan olsam şunu şöyle yapardım” sözü.” Esas konumuz diyanet. Diyanet teşkilatı tıpkı İmam hatipler ve İlahiyat Fakülteleri gibi bizzat yeni rejimin kurduğu müesseseler. Niye? Çünkü baktı ki ne yapsa olmuyor, milleti dinden soğutmak mümkün değil. Hiç olmazsa bizim kontrolümüzde olsun zihniyeti var. İnönü’ye İmam Hatip müfredatını getiriyorlar. Bakıyor ki fıkıh, kelam, akid. Kızıyor, diyor ki: “Madem böyle olacaktı biz niye medreseleri kapattık.” Bu derslerin sonuna hemen bir felsefe kelimesi ekliyor. Oluyor sana bir sürü felsefe dersi. İşte Ömer Öztürk’ün başkanlığıyla birlikte “Müslüman genç” yetiştirme faaliyeti başlıyor. Ehli Sünnet itikadının temel kaynaklarından gerçek İslam öğretiliyor. O yıllarda siyaset ortalığı kavururken, her kesimden genç birbirine silah çekerken MTTB kendini bu faaliyete adıyor. Bu nedenle MTTB açısından asıl dönüm noktası 1965 yılı değildir. 1965, hedefe giden yolda dönülen ilk virajdır. 1971 yılından itibaren MTTB gerçek mecrasını bulmuştur. 1980’deki askeri darbeye kadar da bu mecrada yol almıştır.

‘MTTB BİNASINI HARAÇ MEZAT SATIYORLAR’

Vesayete rağmen yol almak kolay olmasa gerek. Yaşanan sıkıntılardan bahsedebilir misiniz?

Ömer Öztürk dönemi başlayınca vesayetin ilk yaptığı işlerden biri MTTB binasını ele geçirmeye çalışmak oluyor. Bu bina tek parti döneminde Halkevleri Genel Merkezi olarak yapılmış. CHP’nin altı okuna ithafen önünde altı sütun bulunuyor. Menderes iktidarıyla birlikte Halkevleri kapatılınca hazineye geçiyor. Bir yıl sonra da MTTB tarafından kullanılmak üzere tahsis ediliyor. 1971 yılında “Bu binayı ellerinden alalım” demeye başlıyorlar. Kimseye duyurmadan Vilayetten satış yapılıyor. Makbule Hanım var o zaman, vilayette mimar. Ona da görüş sorulmuş. 1580 metrekare yer 148 bin liraya, çok ucuza elden çıkarılmak isteniyor. Makbule Hanım, demek ki milliyetçi bir karakteri var, “MTTB devletin binasını haraç mezat satıyor” diyerek gelip Ömer Öztürk’ün kapısını çalıyor. “Utanmıyor musunuz” diyerek mevzuya girince Ömer Bey “Hayırdır Hanımefendi” diyor, derken mesele aydınlanıyor. Ankara’ya gidilerek Bakanlar Kurulu’ndan iptal kararı çıkartılıyor.

MTTB’Yİ KAPATMA TUZAĞI

Yani birisi uyarmasa bina elden gidecek, öyle mi?

Evet, aynen öyle. Bu iş, 12 Mart hükümeti döneminde oluyor, sıkıyönetim zamanı. İstanbul’da sıkıyönetim komutanı Faik Türün, aynı zamanda 1. Ordu komutanı. Milliyetçi, Müslüman, İslâmî eğitim almış, namaz kılan bir adam. Demirel milletvekili filan yaparak kendisini pasifize etti, bir nevi harcadı diyelim. Memleketin yetiştirdiği nadir insanlardan biriydi. Faik Paşa MTTB’ye ve Müslümanlara yaptığı yardımlarla bilinirdi. Böyle olmayınca bu sefer 1630 sayılı yeni dernekler kanunu getirmek suretiyle kapatma cihetine gidiyorlar. Yüksek eğitimdeki öğrenci derneklerinin oluşturduğu federasyon, yani üst çatı hüviyetindeki MTTB’yi gizlice çıkarılan yeni kanunla kadük duruma düşürmeye çalışıyorlar. Eski dernekler kanunla otomatikman fesholuyor, dolayısıyla MTTB de kapanmış oluyor. Ancak bu durum bize haber veriliyor. Derhal teşkilat harekete geçiyor ve bir gecede 200 civarında dernek kurulmak suretiyle bu oyun bozulmuş oluyor.

O dönemde Ülkü Ocakları var, Yeniden Milli Mücadeleciler var, Akıncılar var. MTTB tam olarak nerede duruyor?

1968 sonrası bütün bu hareketlerin MTTB’den koptuğunu söyleyebiliriz. Hepsi bir nevi staj dönemini bizde tamamladı. Sonra herkes kendi ideolojik çizgisinin peşinde ayrı bir seyir izmeye başladı. Ülkü Ocakları ve Akıncılar zaten belli siyasi partilerin uzantıları. Milli Mücadele ekibiyse bildiğin vesayetin kullandığı bir yapı. Bizim billur, saf İslâmî çizgiye girişimizle birlikte yollar ayrılmaya başladı.

‘ZİNCİRLER KIRILACAK, AYASOFYA AÇILACAK’

Siz 12 Eylül’de tasfiye edilen MTTB’nin son başkanısınız. Bizimle paylaşmak istediğiniz önemli bir hatıranız var mı?

Yıl 1977. 1 Mayıs’ta Taksim’de yaşananları biliyorsunuz. Beyaz bir arabadan silah atıldı, sokaklara kamyonları park ettiler. Neticede vesayetin kurgulamasıyla sol kesimden 30 kişi gitti. Kenan Evren ne demişti, tekrar hatırlayalım: “Bir sağdan, bir soldan.” Yani sağ kesimden de bir o kadar gitmesi lazım. Biz o yıllarda 29 Mayıs günü Fetih Mitingi yapıyoruz. Bilhassa son yıllarda muazzam bir kalabalık, Anadolu’dan iştirak söz konusu. Nitekim 1976’da sabah namazı Eyüp Sultan’da kılındıktan sonra kortej halinde Beyazıt’a gelindi. Burada konuşmalar yapıldı ve sonra Ayasofya’ya yüründü. Sloganımız, “Zincirler kırılacak, Ayasofya açılacak!” Lakin Ayasofya’nın çevresi zırhlı araçlar da dâhil olmak polis tarafından tamamen kuşatılmış durumda. Oysa bir yıl sonra, 29 Mayıs 1977’deki Fetih Mitingi’nde durum başka. Her sene program için Ayasofya’nın önünü bildirdiğimizde mesele yapanlar bu kez ses çıkarmıyor.

EMNİYET MÜDÜRÜ: AÇIN AYASOFYA’YI BİZ DE KURTULALIM

Meydana geliyoruz, in cin top oynuyor. Normalde polis kuşatması olması lazım. Tam Ayasofya’nın önüne kürsüyü kuruyoruz. İğne atsan yere düşmez, öyle bir kalabalık. Hepsi de 18-25 yaş arası gençler. Slogan yine aynı: “Zincirler kırılacak, Ayasofya açılacak!” Ortalık barut gibi. Ayasofya’nın etrafında hiçbir güvenlik önlemi yok. Biri “Yürüyün arkadaşlar” dese ortalık yıkılacak. Bu arada Lütfü Tombuş, derneklerden sorumlu emniyet müdürü de orada. Tombuş tam kürsünün arkasında. Durup dururken “Açın artık şurayı. Biz de kurtulalım” demez mi? Devletin resmi kıyafetli emniyet müdürü bu. Ömer Öztürk derhal meseleyi kavrıyor. O zaman başkan değil ama bizim büyüğümüz. O da orada. Ömer abi en son konuşmacıyı, Asım Yapıcı’yı çağırıyor yanına. “İş tehlikede. Son konuşmayı sen yapacaksın. Öyle bir konuşma yapacaksın ki meydandaki tansiyonu düşürüp milleti Sultanahmet’e yönlendireceksin” diyerek tembihliyor. Nitekim Asım Yapıcı kürsüye çıkınca tansiyonu düşüren bir konuşma yapıp gençleri Sultanahmet’te namaza yönlendiriyor. Miting bitince neyi keşfediyoruz? Ayasofya’nın önünde kimse yok ama arkası olduğu gibi ekip arabalarıyla, zırhlı araçlarla dolu. Yani en ufak bir harekette ortalık aynı 1 Mayıs’taki Taksim meydanına dönecek. Vesayet gördüğün gibi boş durmuyor, hep açık kolluyor. Fırsat vermemek lazım.