Türkiye'nin oda babaları

KEMAL ÖZER
Abone Ol

Devletin meteliğe kurşun attığı günlerde, odaların on milyarlarca doları faizde yatmaktaydı. Devlet, IMF, Dünya Bankası, baronlar veya devletlerden siyasi ipotekler ve milletin geleceğini rehin ederek borç para alırken, onlar o sıcak paranın keyfini sürüyordu ve hâlen de sürmekteler. Bir oda, baro veya birlik yönetimine, kurumun paralarının kendilerinde tutulması karşılığında bankalar hangi örtülü ödemeler yapıyor biliyor musunuz? Evet, alanı da vardır, almayanı da… Ama alındığı bir gerçek.

Günümüzde esnaf, ticaret ve meslek odaları, ticaret borsaları, barolar ile bunlara ait çatı kuruluşlar ve diğer meslek birlikleri adı altında inanılmaz bir ‘oda cenneti’ var ülkemizde.

Bugün için tüm oda, borsa, baro ve birlikler için söz konusu olan şey; para, rant ve siyasi mücadele.

‘Olsun bize ne’ yahut ‘size ne’ deyip geçemeyeceğiniz bir yapılanma. Kutlama günleri geldiğinde ağzını açan ‘ahîlik’ ve ‘ahî teşkilatından’ söz eder. Lakin söz bitince ahîlik de biter.
Eskiden seyyahlar, bir şehre geldiklerinde, o şehir ahalisinin ahlâkı hakkında kanaat elde edebilmek için önce çarşı pazarı gezer, düşüncesini pekiştirmek için de alış-veriş yaparlarmış.

Fatih Sultan Mehmed Han hazretlerini konu edinen çarşı-pazar hikâyelerini herkes bilir. En mühimi de Hz Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ‘Medine Pazarı’ inşâsı ve oradaki ticarî ahlâkı tesisi.

Medine Pazarı, Müslüman tüccar yetiştirme mektebiydi. Orada hiç kimse kimseyi aldatmaz, aldatmayı aklının ucundan bile geçirmezdi. İşte bu mektep, İslam’ın tüm dünyaya yayılmasını sağladı. Bugün geri kalmamızın nedenlerinden biri de, çarşı-pazarlar ve onların sözde meslek teşkilatları.

  • Ahîlik Teşkilatının pîrî olan Ahî Evran hazretleri, Asya içlerinden Anadolu’ya gelen mutasavvıflardandır. Hacı Bektâş-ı Velî (r.a.) ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (r.a.) ile çağdaştı. Veli bir zât olan Ahî Evran debbağlık mesleğini icra ermekteydi ve esnaflığın da pîri yani reisiydi.

Bunların derdi, bugünkü oda ve birlikler gibi hukukî haraç kesmek değil, ahlâklı ve işinin ehli meslek erbabı yetiştirmekti. İşini düzgün yapmayanın pabucu dama atılır, müeyyide uygulanırdı.

Ne Ahîlik Ne De Lonca

Mesleğin itibarı, yeni meslek erbabı yetiştirme, üyenin ahlâkî durumu, müşterinin mâruz kaldığı haksızlık ve kaliteli üretim gibi bahislerin bu kuruluşların derdi olduğunu gören, işiten oldu mu?

Ahîlik Müessesesi ve onun izini süren Lonca Teşkilatı, nitelikli üretim, üretici ve/veya satıcı ile müşterinin arasındaki hakem, ticaret ahlâk ve felsefesinin kefili ve mesleğin muhafızıydı. İslam onların gönül fethiyle yayılmaktaydı.

Zamanımızın meslek erbabı veya teşkilatlarına bakarak aynı görevin icra edildiğini söyleyebilir miyiz?

Bugün için tüm oda, borsa, baro ve birlikler için söz konusu olan şey; para, rant ve siyasi mücadele. Mesleğin itibarı, yeni meslek erbabı yetiştirme, üyenin ahlâkî durumu, müşterinin mâruz kaldığı haksızlık ve kaliteli üretim gibi bahislerin bu kuruluşların derdi olduğunu gören, işiten oldu mu?

Bir siyasî veya ideolojik grup diğerini devirip, o müessesenin imkânlarından kendilerinin istifadesi dışında bir şey düşünür mü? Gelenler gidenleri aratır mı?

Üyesinden direkt, üye olmayanlardan ise dolaylı olarak “haraç” kesen bu teşkilatlar ne yazık ki anayasa tarafından teşekkül ettirilmiş kamu kurumu niteliğinde kuruluşlar. Alacakları amme alacağı, lakin aldıkları ammenin hesabına kayıtlı değil.

Devletin meteliğe kurşun attığı günlerde, bu odaların on milyarlarca doları faizde yatmaktaydı. Devlet, IMF, Dünya Bankası, baronlar veya devletlerden siyasi ipotekler ve milletin geleceğini rehin ederek borç para alırken, onlar o sıcak paranın keyfini sürüyordu ve hâlen de sürmekteler.

Bir oda, baro veya birlik yönetimine, kurumun paralarının kendilerinde tutulması karşılığında bankalar hangi örtülü ödemeler yapıyor biliyor musunuz? Evet, alanı da vardır, almayanı da… Ama alındığı bir gerçek.

Bu odaların paralarıyla çıkılan dünya turları, lüks otel harcamaları, milletvekili, bakanlık hayalleri ve daha fazlası için bunca şey değmez mi sanıyorsunuz? Bu hâl, sizin şahsiyetinize kalmış bir durum.

Oda Başkanını Kurutan Holdingler

İnsanın aklına 28 Şubat geliyor, hani şu meşhur “5’li çete” bahsi. O günleri bilenler bilir ki, TOBB, TESK, TÜRK-İŞ, DİSK ve TİSK’in yöneticileri ellerindeki iktisadî gücü de kullanarak dönemin meşru hükümeti REFAHYOL ve özelde de Erbakan hocaya karşı savaş ilan etmiş ve darbecilerin safında yer almışlardı. Hatta kimilerine göre darbeyi de finanse etmişlerdi.

Bununla ilgili 1990’lı yıllara ait bir bilgiyi nakledelim ki, o makamda kalmak için yapılan “büyük fedakârlıkları” bir nebze anlatmış olalım. Bir oda başkanının 30-40 yıllık iktidarı, bir işadamı derneği ve siyasi destekler ile sona erdirilmişti. Yerine gelen muhteris neler çevirdiyse, zamanının Ticaret Bakanı tarafından görevden el çektirilir. Ardından, önemli bir kısmı “hırsız ile tamahkârların buluşması” olarak özetlenebilecek Konya’daki sözde holdingler, yani milletin kısa yoldan köşe dönme hayalini sömüren şirketler de diyebileceğimiz sözde kâr payı ortaklığı için yatırdığı milyon milyon dövizleri toplayanlar, kendi aralarında fon oluşturup, bu oda başkanının görevine dönmesi için devrin siyasileri ve ilgili hâkimlerine yüzbinlerce marklık rüşvetler vermiş ve başkan görevine geri getirilmişti. Sonra da rüşvet hâdisesi mahkemeye intikal etmiş, irin boşalmış ve yine benzer yöntemlerle konu kapatılmıştı.

  • Bu hâdiseyi, günümüzde görevde olan kimseleri zemmetmek ve zan altında bırakmak için naklediyor değiliz. Sadece bir odaya yüklenen misyonu anlatmaktır gayemiz. Nihayetinde bu kimseler milletvekili oldu, uzun süre bakanlık hayalleri kurdular.

Kanunun emredici hükümleri gereği esnaf, tüccar, sanayici ve meslek erbabı kimselerin cebri olarak ödemek zorunda kaldığı onlarca kalemdeki para üzerinden ülkenin kaynakları ve enerjisi heba ediliyor. Ticaret ve istihdam güçleştiriliyor. İstihdam sağlamaya çalışan kimseler cezalandırılıyor.

Ülkemizde, üyeliği cebrî o kadar çok oda, birlik ve bunların çatı kuruluşu federasyon ve konfederasyon var ve o kadar çok kalemde tahsilat yapılıyor ki, benzer konularda kafa yoran bir arkadaşımız bunların da “paralel devlet” olarak muamele görmesi gerektiğini ifade ediyor. Ancak buradaki “paralel devlet” ile terör örgütü FETÖ’nün evvelki sıfatı olan paralel devleti elbette karıştırmamak gerekiyor.

28 Şubat'ın 5'li Çetesi...

Lakin bu tanımlamadan sonra insanın aklına 28 Şubat geliyor, hani şu meşhur “5’li çete” bahsi. O günleri bilenler bilir ki, TOBB, TESK, TÜRK-İŞ, DİSK ve TİSK’in yöneticileri ellerindeki iktisadî gücü de kullanarak dönemin meşru hükümeti REFAHYOL ve özelde de Erbakan hocaya karşı savaş ilan etmiş ve darbecilerin safında yer almışlardı. Hatta kimilerine göre darbeyi de finanse etmişlerdi.

  • TİSK dediğimiz TÜSİAD’dı, DİSK ve TÜRK-İŞ zaten mâlum sendikalardı. TOBB tüm şirket ve tüccarların, TESK ise esnaf ve küçük meslek erbabının zorla üye yapıldığı ve cebrî olarak idat ve ücret ödediği kurumlardı. Millete rağmen milletin varlığı üzerinden, işçiye rağmen işçi üzerinden darbecilik… 5’li çete üyelerinin üçü milletvekili yapıldı. Biri öldü ve biri de sağ.

Darbecilik bu ülkede suç muydu?

Elbette suç.

Peki, siyaset ve hukuk bu çeteye hesap sordu mu? Tabii ki sormadı.

Bundan sonra bu tür müesseselerin darbe yapma veya darbecileri desteklemelerine mani bir hâl var mı? Yok. Aksine şu an pek çok meslek birliği yöneticileri buna devam ediyor…

TBMM ve hükümet, 28 Şubat ve günümüzden ders çıkarıp sahici ve güçlü tedbirler alması gerekirken, seçim sistemini değiştirmekle yetiniliyor.

Anayasaya Göre, Para Zaten Devletin

Peki, siyaset ve hukuk bu çeteye hesap sordu mu? Tabii ki sormadı.

Özellikle millet ve devletin iktisadî darlığa girdiği bugünlerde, bu anayasa kurumlarının tüm maddî varlıkları ile ihtiyaçları olmayan gayrimenkullerinin hazineye aktarılması gerekmez mi? Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Cumhurbaşkanlığının bu hususta tedbir alması ve gerekli adımları atmasını beklemek milletin talebi. Anayasaya göre, bu para zaten devletin… Odaların ihtiyaç fazlası paralarını hazineye aktarması konusunda hukuki düzenleme yapılmaması durumunda bu kurumların yakın gelecekte tehdit olabileceğini belirtmek zaruridir.

  • Bazı kimseler, bunu kendi ideolojilerinin kalkanı yapabilirler ve yapıyorlar da. Odaların hemen hepsi farklı dünya görüşü ve inanca sahip kimselerin elinde, belki son derece sınırlı istisna hariç, bunların yönetim biçimi açısından ne farkı var? Herkesin bu suâli bir kez daha düşünmesi gerekmez mi?

Ayrıca bu kuruluşlara ne ihtiyaç var? Bakanlıkların mahallî teşkilatları, bunların gördüğü işlerin tümünü zaten yapabilecek durumda. Maşaallah devletimizde o kadar çok personel var ki, onlara beş devletin işini versek yine personel fazlası çıkar.

Kimleri Finanse Ettiler?

Nihayetinde şunu söylemeliyiz ki, Türkiye’nin önündeki en büyük yüklerden biri 657 iken, diğeri bu oda sistemidir.

Merhum Erbakan hoca siyasete atılmadan evvel TOBB’un Genel Sekreterliği’ne getirilir. Ardından da TOBB Genel Başkanı seçilecektir. Onun TOBB Başkanı olması, masonları rahatsız eder. Erbakan hoca 25 Mayıs 1969’da oturduğu koltuğundan 8 Ağustos 1969’da Başbakan Demirel’in emriyle polis baskınıyla TOBB’daki görevinden uzaklaştırılır.

Onun yerine eski başkan yani bir mason getirilir. Ardından da Menderes’in altını oyanlardan ve 27 Mayıs darbecilerinin affına mazhar olan meşhur masonlardan Medeni Berk gelecektir.

Erbakan hoca TOBB’da görev yaparken, TOBB bünyesinde kurulan ‘Özel Sektör Enformasyon Komitesi (ÖSEK)’ni incelemeye alır. Merkezi İstanbul Tepebaşı’nda olan ÖSEK, her yıl 600 bin TL’lik harcama yapmaktadır. Ayrıca bir yığın ek tahsisat ve yardım alan ve yıllık bütçesi, kabaca o günün ederiyle 5,5 milyon dolardır.

TOBB Genel Kurulu’na hesap vermekle mükellef bulunmayan ÖSEK, bir nevi gizli bir yapılanma olup, tabiri caizse o zaman TOBB’un gizli faaliyet ve ödenek birimidir.

Sonrasını ‘Muhterem Başkan’ kitabının yazarı Mehmet Cemal’den okuyalım: “ÖSEK’in amacı; TOBB adına kapitalistlerin haklarını koruyup, komünizmle ve marksizmle mücadele eden bir yapı olarak takdim edilmişti. Bu amaçla da zenginlerden büyük paralar aktarılıyordu ÖSEK’e.

Derken bir gün Erbakan hoca, TOBB Genel Sekreteri olarak ÖSEK’in merkezine gidip, birimi incelemeye başlar. ÖSEK yöneticileri, Erbakan’a komünizm tehlikesinden, korkunç faaliyetlerinden, Türkiye üzerine giriştikleri pazarlıklardan ve memleketi sürüklemek istedikleri uçurumlardan söz ederler.

Erbakan Hoca sorar: “Peki siz buna mukabil neler yapıyorsunuz?

ÖSEK yöneticileri: “Başlıca faaliyetlerimiz; memleketimizdeki Komünizm cereyanlarına set çekmek, fikir ve kültür yoluyla engel olmaktır...”

Erbakan: “Bunu başarmak için neler yapıyorsunuz?”

“Basın ve üniversite ile işbirliği yaparak… Bir takım muharrir, fikir ve ilim adamlarına yardım ederek…”

Erbakan: “Her ay 100 bin TL olan tahsisatınızı nerelerde kullanıyorsunuz?”

  • “Bu işte, bu amaçla efendim… Dosyaları zatı âlilerinize arz edeceğiz. Mevcut fonumuzdan bu mücadeleye yardım edenlere ödül, mükâfat veriyoruz. Maddi olarak da taltif ediyoruz.”

Erbakan: “Mesela?”

“Bedii Faik, Çetin Altan, Prof İsmet Giritli, Prof Tarık Zafer Tunaya…”

Bu acı tablo karşısında aklı duran Hoca şu soruyu yöneltir: “Çetin Altan’a kaç lira verdiniz?”

“Fıkrasına 1.000 lira veriyoruz efendim. Ayda ise 15 fıkrasına karşılık 15 bin TL telif hakkı ödüyoruz.” (Bu yıllar 1 doların 9 TL ettiği yıllardır.)

Erbakan’ın gözünün önüne, Ararat Yayınevi’nin yeni bastığı ve Maocu gençlerin bu kitabı Karaköy vapur iskelesinde sattığı, Çetin Altan’ın “Sosyalist’in el kitabı” gelir. Ardından da şu suâli yöneltir:

“Bu memlekette en meşhur komünistler kimlerdir? En meşhurlarından birkaç isim verin bakalım.”

Genel Sekreter ÖSEK’in dosyalarını açar ve Erbakan’a anlatmaya başlar: “Necip Fazıl Kısakürek en başta… En azılıları budur.

Sonra Mehmet Şevket Eygi gelir. Ardından da Ergun Göze…”

Erbakan gerisini duymaz bile, gözleri dolarak ağlamaklı olur. ‘Komünizmle mücadele maskesi’ adı altında, hakikatte solculara maddi yardımlarda bulunulmaktadır.

  • Erbakan Hoca, ÖSEK’ten ayrılırken her şeyi anlamıştır. “Bunlar Yahudi ve Mason diktasıyla ve sırf İslam düşmanlığı gayretkeşliği ile Müslüman cephenin şahsiyetlerine, takdir edici ve yardımcısı oldukları solcu tiplerin hüviyetlerini giydiriyorlar... Biraz hainlik, biraz da cahillik eseri büyük ve gizli hainlerin kuklası olarak çalışıyorlar belli ki ” diye düşünür...”

Bu hâdiseler çok gerilerde kaldı diye düşünebilirsiniz. Ama bunca kuruluşun, bunca gelirini nerelerde harcadıklarından hiçbir zaman emin olamayız. Bazıları iyi ve dürüst olabilir ama bu hepsinin böyle olduğu mânâsına gelmez.

Nihayetinde şunu söylemeliyiz ki, Türkiye’nin önündeki en büyük yüklerden biri 657 iken, diğeri bu oda sistemidir. Türkiye bu ikisinden de kurtulmadan şahlanamaz. İri harflerle NOKTA!