Türkiye'nin enerji satrancı

HAKAN HASTAOĞLU
Abone Ol

Terörden temizlediği alanlardan petrol çıkaran, kendi gemileriyle doğal gaz arayıp vatandaşının kullanımına sunan, Avrupa’ya gaz tedarik eden bir ülkenin vatandaşıyız. Peki, hep böyle miydi? 20 yılı aşkın bir sürece yayılan adımlarla Türkiye enerjide merkez ülke olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Bu sürecin kilometre taşlarına hızlıca göz atarsak nasıl bir devrimin şahitleri olduğumuzu daha iyi anlayabiliriz.

Türkiye’nin enerji alanında geldiği noktayı tanımlamak için devrim en doğru kelime. Çünkü 20 yıllık süreçte nereden başlayıp hangi noktaya geldiğimizi ve önümüzde açılan yolu tanımlamak için kullanacağımız her kavram yetersiz kalacaktır.

Anlatacağımız devrim hikâyesini anlayabilmek için 1990’lı yıllara doğru filmi geri sarmak gerekiyor. Bir çok alanda olduğu gibi enerji konusunda da 90’lı yıllara baktığımızda bir fukaralık fotoğrafıyla karşılaşırız. Sürekli hâle gelmiş elektrik kesintileri… Kısa ömürlü ve sürekli kriz halindeki hükümetler, ülkenin ihtiyacı olan adımları atmakta başarılı olamaz. Her alanda olduğu gibi enerji konusu da bu hükümet edememe hâlinden nasibini alır. Ülke sanayisinin ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalan ve dışa bağımlı bir enerji üretim altyapısıyla 2000’li yıllara gireriz.

20 yıllık enerjik hamleler

Akkuyu Nükleer Güç Santrali.

2002 yılında tek başına iktidara gelen AK Parti’nin acil müdahale etmesi gereken konulardan biri de enerjidir. Ekonomi, sağlık, ulaşım altyapısı gibi enerji alanının da çok ciddi yatırım ve düzenlemelere ihtiyacı vardır.

Türkiye’nin üretmeye ihtiyacı vardı. Üretim olacaktı ki istihdam artsın, evlere para girsin. Ama Anadolu’da üretebilmek için hammaddeleri, malları taşıyacak yollara, limanlara, havalimanlarına ihtiyaç vardı. Makineleri çalıştırabilmek için ise enerji lazımdı. Duble yollarla birlikte enerji hatları, trafo merkezleri, enerji santralleri hızla yükselmeye başladı.

Yalnızca 5 ilde kullanılan doğal gaz, 20 yılı aşan bir çabanın sonunda 81 il ve 703 ilçede kullanıma sunulur hâle geldi.

Yenilenebilir enerjide üst düzey performans

AK Parti’nin ilk döneminde Anadolu’nun sularının elektriğe dönüştürülmesi için çok sayıda hidroelektrik santralinin inşa edildiğini görürüz. Etrafında birçok tartışma olmasına rağmen enerji üretiminde yerli kaynakların artırılması ve döviz ihtiyacının azaltılmasında HES’ler büyük işlev görmüştür. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu politika değişimini “Artık su akar Türk bakar yok, su akar Türk yapar var” vurgusuyla sık sık dile getirmiştir.

2005 yılında çıkarılan YEK Kanunu ile YEKDEM denilen Yenilenebilir Enerji Kaynaklarını Destekleme Mekanizması ihdas edildi. Bu mekanizmayla birlikte Türkiye’nin enerji üretiminde yerli kaynaklarının ön plana alınmasının yolu açıldı. Sadece bu hamlenin, Türkiye’nin ithal enerji kaynaklarına olan bağımlılığını azaltmadaki rolü muazzamdır. Rüzgar, güneş, jeotermal, biyoyakıt gibi yenilenebilir kaynakların yerli ve yabancı yatırımcılardan ilgi görmesine imkân sağlamıştır.

Savunma sanayiinde 2004 yılındaki Savunma Sanayii İcra Komitesi toplantısı bir milattır. Bugün övündüğümüz, dünyaya sattığımız, sınır içi ve sınır dışı birçok operasyonda kullandığımız birçok askerî araç gerecin üretim süreci o toplantıda alınan kararlar ve ortaya konan irade ile başlamıştır. İşte YEKDEM ile yakın tarihlerde benzer bir millileşme sürecinin temeli atılmıştır. O günden bugüne aynı anlayışla yerli kaynakların kullanılmasına öncelik verilmiştir.

Önce rüzgar santralleri birer birer yükselmeye başladı. 2014 yılından itibaren de güneş panelleri, kıraç topraklar ve çatılarda güneş ışınlarını elektriğe dönüştürmeye başladı. Daha sonra geliştirilen YEKA modeli Türkiye’yi yenilenebilir enerjide en üst lige çıkarmış, bu alanda teknoloji de geliştirir seviyeye yükseltmiştir. Bugün geldiğimiz noktada ise Türkiye’nin enerji üretiminin yüzde 40’tan fazlasının yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanabildiğine şahitlik ediyoruz. 2011 yılında açıklanan 2023 yılı hedeflerinde yenilenebilir kaynakların payının yüzde 30’a ulaşmasının öngörüldüğünü düşününce ne kadar başarılı bir performans ortaya konulduğu aşikar.

Ülkemizin enerji güvenliği ve bağımsızlığı için âdeta bir satranç oyunu gibi birbirini destekleyen hamleler bazen sessizce bazen coşkuyla gelmeye devam etti. 20 yıl boyunca adım adım Türkiye’yi enerjide küresel oyunculardan biri yapacak strateji takip edildi.

Enerji alanında yapılan özelleştirmeler, EPİAŞ ile piyasanın serbestleştirilmesi ve bir enerji borsasının hayata geçirilmesi, fiyatının ise Türkiye’de belirlendiği bir düzlem hedefiyle yapılan çalışmalardı.

Okuyucuyu rakamlara boğmadan, takip edilen bu stratejinin diğer adımlarına bakmaya devam edelim.

Etrafında birçok tartışma olmasına rağmen enerji üretiminde yerli kaynakların artırılması ve döviz ihtiyacının azaltılmasında HES’ler büyük işlev görmüştür. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu politika değişimini “Artık su akar Türk bakar yok, su akar Türk yapar var” vurgusuyla sık sık dile getirmiştir.

Nükleer lige geçiş, devamı gelecek

Türkiye’nin 1950’li yıllardan beri hedefi olan nükleer enerji mesela… Müttefik ülkelerin teknoloji paylaşımına yanaşmaması üzerine Türkiye, ilk nükleer santralini Rusya ile inşa etmeye karar verdi. Rusya, bütün finansmanını kendi sağladığı Akkuyu Nükleer Güç Santralini inşa ederken gelecekte Türkiye’nin kendi santrallerini inşa edecek mühendislerini yetiştirmeyi de kabul etti. 20 milyar dolar yatırımla inşa edilecek 4800 MW kapasiteli Akkuyu NGS, ülkenin elektrik ihtiyacının yaklaşık yüzde 7’sini karşılayacak. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin enerji alanındaki en büyük yatırımı… Nükleer santral, elektrik üretirken hem Rusya ile yeni bir diplomatik bağ hem de Türkiye’nin yeni teknolojilere erişiminden rahatsız olan müttefiklerine karşı da bir manivela işlevi görüyor. Ayrıca yeni inşa edilecek santrallerle nükleerin payı artırılacak.

Burada muhalif kesimlerin; Akkuyu NGS’nin inşa edildiği konumundan Rusya tarafından yapılmasına, satılacak elektriğin fiyatına kadar birçok olumsuz propagandası oldu. Uluslararası sözleşmelerle 15 yıl fiyat garantisi sağlanmış temiz bir enerji kaynağından bahsediyoruz. İddia edildiği gibi Rus şirketi Rosatom’un “ben elektrik vermiyorum” dediğini kabul etsek bile 20 milyar dolarlık yatırımı söküp ülkesine mi götürecek? Verilen garanti fiyat yenilenebilir kaynaklara göre daha avantajlı bir seviyede ve hiçbir krizden etkilenmeyecek. Pandemi ve Ukrayna Savaşı gibi enerji fiyatlarında büyük dalgalanmalara sebep olan krizlere karşı kalkan vazifesi görecek. Ayrıca AB’nin karbon kısıtlamalarını hatırda tutup, gelecekte ihracatçıların önüne konulacak temiz kaynakla üretilmiş elektrik kullanma zorunluluğu da elimizi güçlendirecek. Akkuyu NGS’nin Amerikan çıkarlarına tehdit oluşturduğu iddiasıyla yazılan, bu topraklarla bağı kopmuş, Türk isimli güya muhalif kimliklilerin ihbarnamelerini hiç ciddiye almamak gerekir.

Gabar’da bulunan günlük 100 bin varil üretim kapasitesine sahip petrol rezervini burada hatırlatıp, sondaj çalışmalarının sınırlarımızın dışına, Somali karasularına ulaşacağına dikkat çekmek gerekir. Diğer Afrika ülkeleriyle yürütülen çalışmalarla dünyanın önemli enerji güçlerinden biri olacağımızı şimdiden görebiliyoruz. 20 yıldır ilmek ilmek örülen stratejinin meyvelerinin toplandığına şahitlik ediyoruz.

Rusya ile nükleer santral sebebiyle kurulan ilişkinin tersine, doğal gazda bağımlılığın azaltılması için harekete geçilmişti.

Doğal gazda izlenen politikalara biraz daha yakından bakalım. Azerbaycan, İran gibi ülkelerle yeni anlaşmalar yapılırken, yüzer LNG depolama ve dönüşüm tesisleri ülkeye kazandırıldı. Yeraltı depolama tesisleriyle ülkenin olağanüstü şartlarda da kendini güvenceye alabilmesi amaçlandı. Böylece Cezayir, ABD, Katar gibi alternatiflerle Rusya’ya bağımlılık azaltılmış, piyasa şartlarındaki fiyat avantajlarından yararlanma imkânları elde edilmiş oldu. Türk Devletleri Teşkilatı’nın etkinliğinin artırılmasıyla Türkmenistan gazının hem ülkemize hem de Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması için çalışmalar hızlandırıldı. Böylece kardeş ülkelerin de gaz satışında Rusya’ya bağımlılıkları azaltılabilecek.

AB’nin enerji tedarikçisi Türkiye

Tabi ki, AB ülkeleriyle yapılan doğal gaz satış anlaşmalarını da unutmamak gerekir. Bulgaristan ve Macaristan ile yapılan anlaşmalar, Türkiye’yi doğal gaz ihracatçısı durumuna getirirken ‘enerjide merkez ülke’ olma yolunda önemli ilerleme sağlıyor.

Başta Almanya olmak üzere ülkelerini Rus gazına bağımlı hâle getiren devletlerin mevzu Türkiye’nin AB ülkelerinin tedarikçisi hâline geleceği zaman ayak sürümelerini aklımızın bir köşesinde tutmak gerekir. Azerbaycan ve Türkmenistan gibi ülkelerin zengin kaynaklarının Türkiye üzerinden Avrupa’ya akması, aslına bakılırsa en çok AB’nin işine yarayacak. Hem Rusya’ya bağımlılıkları azalacak hem de kaynak çeşitliliği sağlanacak. Ukrayna Savaşı ile zorunlu olarak ABD’nin yüksek fiyatlı LNG’sine olan bağımlılıklarından da kurtulacaklar. Fakat aklın ve mantığın aksine, Türkiye’nin Türk Devletleri Teşkilatı ile oluşturmaya çalıştığı projelere karşı en iyimser tâbirle mesafeli duruyorlar. İçimizdeki muhaliflerin, Batılılarla paralel bir şekilde bu yönde atılan adımlara karşı kayıtsızlığı da dikkate değer.

Sadece yabancı kaynaklar değil yerli doğal gaz arama çalışmaları da bu stratejinin diğer bacağını oluşturuyor. Türkiye, yabancı şirketlerle doğal gaz ve petrol aramalarından sonuç alamayınca, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yerli ve millî politikasına uygun olarak kendi arama ve sondaj filosunu kurmaya başladı. Barbaros Hayrettin Paşa, MTA Oruç Reis, Fatih, Yavuz, Kanuni ve Abdülhamid Han derken en son Singapur’dan alınan doğal gaz üretim platformuyla birlikte 7 gemilik devasa bir filoya ulaşıldı.

Bu çabaların neticesi de Karadeniz’de 710 milyar metreküplük bir rezervin bulunmasıyla alındı. Ve bu sonuç, aslında gaz bulunmadığını, milyonlarca dolarlık yatırımın ve binlerce personelle sadece seçim propagandası için sahnelenen bir tiyatro için olduğunu düşünen, iddia eden ve ısrar eden bir muhalif kitleye rağmen elde edildi. Aynı isimler, TOGG’un da Gemlik değil İtalya’da üretildiğini -hâlâ- iddia ediyor. Bu anlayışa karşı bugünlere gelebilmek de devrimin büyüklüğünü gösteriyor.

Gabar’da bulunan günlük 100 bin varil üretim kapasitesine sahip petrol rezervini burada hatırlatıp, sondaj çalışmalarının sınırlarımızın dışına, Somali karasularına ulaşacağına dikkat çekmek gerekir. Diğer Afrika ülkeleriyle yürütülen çalışmalarla dünyanın önemli enerji güçlerinden biri olacağımızı şimdiden görebiliyoruz. 20 yıldır ilmek ilmek örülen stratejinin meyvelerinin toplandığına şahitlik ediyoruz.

Türkiye, yabancı şirketlerle doğal gaz ve petrol aramalarından sonuç alamayınca, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yerli ve millî politikasına uygun olarak kendi arama ve sondaj filosunu kurmaya başladı. Barbaros Hayrettin Paşa, MTA Oruç Reis, Fatih, Yavuz, Kanuni ve Abdülhamid Han derken en son Singapur’dan alınan doğal gaz üretim platformuyla birlikte 7 gemilik devasa bir filoya ulaşıldı.

“Ne işimiz var Somali’de” diyen bir güruh var. Hükümete muhalefeti ülkeye muhalefet seviyesinde gören bu zihniyet, Türkiye’nin Afrika’da Çin’le, Fransa’yla, İngiltere’yle ve ABD’yle rekabetinde en büyük düşmanı. Afrika’nın her tarafında madenlere el koyan, ülkeleri borçla kendine bağımlı hâle getiren Çin’in hiçbir vatandaşı, ne işimiz var Afrika’da demiyordur. Bizdeki içe kapanmacı bu muhalif anlayış, ülkenin ufkunu kapatıyor. Diğer devletlerin ülkelerine çekmek için kırk takla attıkları Arap turiste bıçak çeken kafa bu. Somali’nin ihtiyacı olan askerî araçları temin edeceğimiz ve karşılığında denizlerindeki zengin kaynakların yüzde 30’unu alacağımız bir anlaşmayı bile kabullenemiyorlar. İnsanımız yıllarca Kerkük-Musul petrollerinin hayalini kurdu. Bugün tâ Libya’dan, Somali’den ve başka coğrafyalardan Türk şirketlerinin petrol çıkaracağının, oluşan zenginliğin bu ülkeye akacağının izahının yapılamaması akıl alır gibi değil.

Sokak röportajlarında ve sosyal medya paylaşımlarında sürekli kötümserlik paylaşanların görmek istemedikleri bu tablo, Türkiye’nin enerji sahasında ortaya koyduğu olağanüstü performansı gözler önüne seriyor. Türkiye’nin stratejik aklı, usta bir satranç oyuncusu gibi uluslararası ilişkilerde yaşanan güç boşluklarını ülkenin enerji hamlelerine dönüştürdü, dönüştürüyor. Korona plandemisi döneminde boşa çıkan sondaj gemilerinin satın alınması, Rusya-Ukrayna savaşının ortaya çıkardığı Avrupa’nın enerji açlığına karşı sunduğu cazip anlaşmalar veya Etiyopya ile sorun yaşayan Somali’ye sunulan güvenlik karşılığı yeraltı kaynaklarında ortaklık anlaşması… Batılılardan farklı olarak kazan-kazan anlayışıyla yaklaşılan ülkelerle uzun soluklu işbirlikleri inşa edilebiliyor.

20 yıl önce elektrik sağlanamadığı için paydos eden atölyelerden, kendi gazını, petrolünü çıkaran, yenilenebilir kaynaklardan elektriğini üretebilen ve sahip olduğu altyapıyla diğer ülkelere de kaynaklık edebilen bir ülkeye dönüşüm, uzun soluklu bakışla yürütülen politikalarla mümkün olabildi.

  • PETROL VE DOĞAL GAZ ÜRETİM REKORU KIRILDI
  • Petrol Üretimi : 107.621 varil/gün
  • Doğal Gaz Üretimi : 7.609.427 m3/gün
  • Elektrik Kurulu Gücü
  • 2002 - 31.846 MW
  • 2007 - 40.835 MW
  • 2011 - 52.911 MW
  • 2015 - 73.146 MW
  • 2019 - 91.267 MW
  • 2022 - 103.787 MW
  • 2023 - 106.667 MW
  • 2024 - 111.105 MW (Temmuz)
  • Ağustos 2024 itibariyle

    Yerli Kaynak 503.680.694 57,6

  • Yenilenebilir Kaynak 388.970.844 44,5