Türkiye’nin AB politikası iflas etmiştir

MEHMET YÜCE KATIRCIOĞLU
Abone Ol

Eğer Yunanistan 1. Dünya Savaşındaki büyük hatasını tekrarlar ve Türkiye’ye karşı bu defa da Amerika’nın tetikçisi olmayı kabul ederse aynı felakete tekrar sürüklenir. Eğer Amerika, Türkiye’ye karşı silah kullanmaya teşebbüs ederse, bu hem NATO’nun çökmesi sürecini hem de Amerika’nın Ortadoğu’dan tasfiye edilmesi sürecini başlatır.

“52 yıldır bizi süründüren AB’ye dersini vereceğiz…” Bu cümle saygıdeğer Cumhurbaşkanımıza ait ve geçtiğimiz Kasım ayında gazetelerde yer aldı. Cumhurbaşkanımızın bu cümlesi bize, Ahmet Necdet Sezer’in cumhurbaşkanı, Bülent Ecevit’in ise başbakan olduğu 21 yıl önceki bir yazımızı akla düşürdü. Gelin önce oradan bazı kesitleri iktibas edelim, sonra da kanaatimizi tekraren kayda geçirelim:

“Türkiye ne yaparsa yapsın AB’ne tam üye olamayacağı baştan beri belliydi. AB’nin son Nice zirvesinde yapılan, önümüzdeki on belki de on beş yılı kapsayacak genişleme programına Türkiye dâhil edilmedi. Kısaca AGSK olarak adlandırılan Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği organizasyonunun karar alma sürecine Türkiye’nin katılması, Fransa-Almanya ekseni tarafından kabul edilmedi.

Avrupa Birliği’nin bu iki önemli tavrı, bizi tam üyeliğe kabul etmeyeceğinin “Diplomatik lisanla” ifadesinden başka anlam taşımaz. Türkiye’de iyi örgütlenmiş olan “Türk Milleti’ni kandırma lobisi”nin bu konudaki aldatmacaları da iflas etti. Biraz bilgisi olan ve aklı eren bir kişinin bu masala inanması zaten mümkün değildi. Ama Türkiye’deki “AB+İsrail” lobisi çok iyi örgütlenip, basındaki köşeleri de tuttuğu için karşı görüş sahipleri seslerini yeterince duyuramadılar.

Türkiye’nin AB’ne hiçbir zaman tam üye olamayacağını görebilmek için üç ana çelişkiyi görebilmek gerekliydi.

- Öncelikle Müslüman Türk topumu ile Hristiyan Avrupa toplumları arasındaki bağdaştırılması mümkün olmayan kültürel çelişkiyi görebilmek gerekir.

- İkinci olarak, AB üyesi ülkelerle Türkiye arasında “kişi başına millî gelir” farkı büyük. Bu fark her yıl AB’den Türkiye’ye milyarlarca avroluk kaynak aktarılmasını gerektirir. Kişi başına millî geliri Türkiye’den yüksek ve nüfusları Türkiye’den çok az olan bazı AB üyelerine sürekli para aktarılmasının bile o zengin AB üyelerinin halkları arasında büyük tepki çektiği biliniyor. Nüfusu 65 milyonu aşan Türkiye’nin tam üye olması durumunda, zengin AB üyelerinden Türkiye’ye aktarılması gerekecek büyük kaynakları bu ülke halklarının kabul etmesi mümkün değildir. Yani ikinci red nedeni iktisâdî.

- Üçüncü ana çelişki ise jeostratejik.

Türkiye, ABD’nin stratejik kontrolü altındadır. AB ise, son tahlilde Fransa-Almanya ekseninin ABD’nin ekonomik ve askerî hegemonyasına karşı koymak amacıyla oluşturduğu bir yapılanmadır. ABD ile özel bağlar ve stratejik ittifak içerisinde olan İngiltere’nin AB’ye üye olduktan sonra AB içerisinde ABD’nin Truva atı olması, Fransa-Almanya eksenini çok rahatsız etmiştir. ABD’nin stratejik kontrolü altında bulunan Türkiye’nin de tam üye olduktan sonra ABD’nin “Truva atı” olma ihtimali, Fransa-Almanya ikilisi tarafından kabul edilemez.

Her şeyi maddeci açıdan değerlendiren materyalist Avrupa’nın böyle bir hata yapacağına inanmak çok fazla saflık olur.

Havuç stratejisi

Peki, uzun süre bizi kaba tavırlarla iten ve oyalayan AB neden 1999 yılı içerisinde birden bire yüz seksen derece tavır değiştirerek bizi aday üye yaptı?

Çünkü 1999 yılı içerisinde Türkiye’yi bölme stratejisini uygulamaya koyan İsrail, Türkiye’nin üniter yapısını bozmaya Türk Milleti’ni ikna edebilmek için AB üyeliğini ‘’havuç’’ olarak kullanmak istedi. AB üyeliği aldatmacasıyla Türkiye’nin üniter yapısı bozulduktan sonra Türkiye’nin Güneydoğusu ile Irak’taki Kürt/Yahudi devletini hızla birleştirip, kendisine bağlı “Kürdistan Eyaletini” kuracak.

“Orta İsrail: Kürt Herzl”

İsrailli stratejist Amotz Asael, İsrail’in meşhur gazetesi Jerusalem Post’ta yayınlanan “Orta İsrail: Kürt Herzl” başlıklı çarpıcı yazısında ne istiyordu?

“Türkiye’nin Kürtlere otonomi vermesi karşılığında, Türkiye’ye AB üyeliği verilsin.”

İşte bu yazı yayınlandıktan kısa süre sonra AB tavır değiştirerek bizi aday üye yaptı. AB’nin bu tavır değişikliğinde, Avrupa ve Amerika’daki Yahudi lobilerinin çok büyük etkisi oldu.

Tam bu noktada bu çok iddialı yazının iddialı başlığının açılımını bilmemiz gerekir.

Bugünkü sınırlarının içindeki İsrail, Siyonistlerce “Küçük İsrail” olarak kabul ediliyor.

Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarının bir kısmını alarak kurulacak ve tümüyle Yahudi kökenli Kürtlerin yönetiminde olacak “Büyük Kürdistan”ın oluşturulmasıyla “Orta İsrail” tesis edilmiş olacak.

Son safhada ise sınırları Nil’den Fırat’a kadar olan “Büyük İsrail” kurulacak.

Theodor Herzl, 19. yüzyılda İsrail devletinin kurulması için oluşturulan girişimi başlatan ve bu süreçte yapılması gerekenleri organize eden tanınmış bir Yahudi’dir.

Kürdistan’ın kurulması sürecini başlatabilecek/yönetecek kişi de ‘’Kürtlerin Theodor Herzl’i” olacaktır.

Statü değişikliği talebi

Tam bu noktada Yahudi kökenli Amerikan Büyükelçisi Mark Parris’in geçtiğimiz Mayıs ayında Van’da yaptığı konuşmayı önemle hatırlamalıyız: “Hükûmetin bölgeye yönelik statü değişikliği girişimlerini destekliyoruz.”

Bu sözleri söylemeye cüret edebilen bir büyükelçi, derhal Türkiye’den sınır dışı edilmeliydi.

Ama Yahudi Parris Efendi “misyonunu” kendisi gibi bir misyoner olan meslektaşına devredip törenle uğurlandı.

Yahudi Mark Parris’in bu küstah konuşmayı, Yahudi Orgeneral Hilmi Özkök’ün ‘’Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan, Tek Devlet’’ yazılı tabelaları İstanbul’daki kışlalardan kaldırmasından sonra yapması çok önemlidir. Bu iki olay, iki şahıs arasındaki amaç birlikteliğinin delilidir! O amaç da Türkiye’nin üniter yapısını bozmaktır.

Yunanistan’ın eski Dışişleri Bakanı Teodoros Pangalos, dilini tutmayı beceremediği için bize olan düşmanlığını sık sık afişe etmesiyle tanınan bir kişi. Bir diplomattan daha çok diplomat taklidi yapan bir palyaçoyu andırıyor.

Monşerler Türk değil

Pangalos, Türk Dışişleri Bakanlığı’nın uzun bir süreden beri Türk ırkından olmayan Yahudi kökenli kadroların elinde bulunduğunu söylüyor. Dışişleri Bakanı İsmail Cem İpekçi’nin de Türk değil Yahudi kökenli olduğunu vurguluyor. İsmail Cem İpekçi’nin Yahudi kökenli olduğu doğrudur. Türk Dışişleri Bakanlığı’nda çok sayıda Yahudi kökenli diplomat olduğu da doğru idi.

Peki ne değişti?

Bugüne gelecek olursak…

2002 yılından bu yana saygıdeğer Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın iktidarı devralmasından itibaren yapılan atamalarla Dışişleri Bakanlığımızdaki Yahudi kökenlilerin oranı azalmıştır. Biz, kişileri öncelikle fikir ve davranışlarına göre değerlendirdiğimizi de burada tekrar vurguluyoruz. Biz, geveze Pangalos’un bu çıkışlarının arkasındaki itici etkinin, Yunan milletinin Türk milletine karşı duyduğu aşağılık kompleksinden ve derin nefret duygusundan kaynaklandığını biliyoruz.

Malum, Birinci Dünya Savaşının bitiminde emperyalizmin süper gücü henüz İngiltere idi. Savaşın sonunda Osmanlı Devleti’ne/Türk Milletine karşı İngiltere’nin tetikçisi olmayı kabul eden ve Bizans İmparatorluğunu tekrar kurmak hayaline kapılan Yunanistan, boyunu çok aşan bir teşebbüsün sonucunda muazzam bir felakete sürüklendi.

Bugün içinde bulunduğumuz süreçte emperyalizm hızla gerilemekte. Ama Amerika süper güç pozisyonunu zorlanarak da olsa hâlen sürdürebilmektedir.

Eğer Yunanistan 1. Dünya Savaşındaki büyük hatasını tekrarlar ve Türkiye’ye karşı bu defa da Amerika’nın tetikçisi olmayı kabul ederse aynı felakete tekrar sürüklenir.

Eğer Amerika, Türkiye’ye karşı silah kullanmaya teşebbüs ederse, bu hem NATO’nun çökmesi sürecini hem de Amerika’nın Ortadoğu’dan tasfiye edilmesi sürecini başlatır.