Türkiye Yüzyılı öncesi ve sonrası Balkanlar

DAVUT NURİLER
Abone Ol

İçinden geçtiğimiz zor şartlara ve olumsuzluklara rağmen Türkiye yüzyılının geçmiş yüzyıldan çok daha iyi olacağına inanıyorum. BM ve AB’nin yıllar süren muhalefetine rağmen güçlü Türkiye, Kıbrıs’taki Türk varlığından ve ilân ettiği mavi vatandan hiçbir zaman geri adım atmayacaktır. Karabağ’da sağlanan barış ve istikrarı kimsenin bozmaya gücü yetmeyecektir. Bu olumlu hamlelerin Balkanlara da yansıyacağına inanıyorum. Balkanlarda barış ve istikrarın anahtarı GÜÇLÜ TÜRKİYE’nin elindedir. TÜRKİYE YÜZYILI HAYIRLI OLSUN.

Dünyanın büyük bir merakla izlediği 14 ve 28 Mayıs Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimleri, millî güçlerin zaferi ile neticelendi. Dünya coğrafyasını kendine ait bir mülk gibi gören global sermaye sahibi güçlerin içerden ve dışarıdan yaptığı kuşatma fayda etmedi ve 5 yıl daha bölgesel bir güç konumuna yükselen Türkiye ile uzlaşmak zorunda kaldıklarını kabul ettiler. Yüze yakın devletin katılımı ile gerçekleşen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yemin töreni ile iç ve dış kamuoyu, gelecek 5 sene boyunca Ankara’nın dış politika tercihleri ve ekonomisi hakkında bilgi sahibi oldu.

NATO genel sekreteri J. Stoltenberg, Venezuella Cumhurbaşkanı N. Maduro ve Ermenistan başbakanı N. Paşinyan törende en çok dikkat çeken konuklardı. Türkiye’yi seven ve Türkiye ile yakınlaşmak isteyen Afrika, Türkistan ve Arap dünyasının liderleri törene tam kadro katılım sağladılar. Bu kadar devlet yetkilisini toplama başarısı, Türkiye’nin ve 21 yıldır girdiği her seçimi kazanan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uluslararası itibarının ne kadar yükseldiğine işaret ediyor.

Osmanlı sonrası Anadolu’ya sığındılar

1912 İle 1922 yılları arasında 10 yıl süren savaşlarda milyonlarca evladını şehit veren Türk Milleti, Osmanlı gibi cihanşümul büyük bir devletin kaybı ile yüzleşmek zorunda kaldı. 20. asır sadece Osmanlı’yı değil Avusturya-Macaristan ve Çarlık Rusya’sı gibi diğer çok uluslu imparatorlukları da ortadan kaldırdı. Bu travma ile gidilen Lozan Barış müzakerelerinin sonunda zor da olsa Türkiye Cumhuriyeti bağımsızlığını kurtarmaya muvaffak oldu.

20. asır başlarında süren savaşlar sonunda Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan, eski Osmanlı vatandaşı olarak dünyaya gelmiş fakat Osmanlı’nın dağılması ile devletsiz kalmış milyonlarca soydaşımız, dindaşımız öz vatanlarında yabancılaşarak yaşam mücadelesi vermek zorunda kaldı. Osmanlının dağılması ile Balkanlarda azınlık haline düştükten sonra baskı ve zulümlere dayanamayan çok sayıda eski Osmanlı vatandaşı Müslüman, (Türk, Boşnak, Arnavut) çareyi Anadolu’ya sığınmakta buldu. Bir asırdan fazla süren bu göç dalgalarının hâlâ sona ermediğini söylemeliyiz.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Balkanlarda yaşayan Müslümanların hayat şartlarında ne yazık ki hiç bir iyileşme olmadı. Aksine, sınır komşumuz Bulgaristan ve Yunanistan’dan sonra Sosyalist Yugoslavya’dan 1950 ile 1970 yılları arasında Anadolu’ya yönelik büyük bir göç dalgasına şahit olduk. Takvimler 1989 yılını gösterirken dağılma sancıları çeken Sovyetler Birliği bloku içinde yer alan Bulgaristan devleti, kendi vatandaşı 350 binden fazla Türk’ü, kapıkule sınırımızdan ülkemize sürgün etti.

Dünya Balkan Müslümanlarının acısına sağır kaldı

Bu noktada, özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası insan hakları beyannamesi ile dünya gündeminde kendine yer bulan insan hakları konusunun, Balkanlarda Müslüman milletler söz konusu olduğu zaman bütünüyle yok sayıldığına dikkat çekmek şart. Demokrasi ve insan haklarının sürekli öne çıktığı 20. asır boyunca, Balkanlarda yaşanan insan hakkı ihlâllerinin durdurulması konusunda ne BM ne de diğer uluslararası kurumların hiçbir teşebbüste bulunmadıklarına vurgu yapılmalı.

Bu sebepten olsa gerek Müslümanlara baskı ve zulüm konusunda sınır tanımayan Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan gibi devletler hem barışta hem de savaşta istedikleri kadar zulüm, sürgün, baskı hatta soykırım (Srebrenica) yapmaya devam etmişlerdir. Soğuk savaş yıllarında NATO ittifakında yer alan Türkiye; Balkanlardaki soydaşlarını koruma konusunda, sınırlarını açmak dışında her hangi bir tavır içine girmemiştir. Soğuk savaş yıllarındaki hükumetlerin programlarında, Türkiye’nin sınırları dışındaki Türk toplumlarının insan haklarına sahip çıkmak gibi bir konu yer almamıştır. Kısaca bir cümleyle özetlemek istersek geçen yüzyıl, Balkan Müslüman-Türk dünyası için felaketlerle anılacak karanlık bir dönemdir.

Kıbrıs’ta yaşananlar köklü değişimin yolunu açtı

Bu karanlık dönemin tek istisnası 1974 yılında Kıbrıs’taki Türk varlığını korumak için yapılan askerî harekâttır. Kıbrıs’ı topraklarına katmak isteyen Yunanistan, el altından silahlandırdığı EOKA-B olarak anılan terör örgüt eliyle her gün Türk köylerini basıyor, seri cinayetler işliyordu. Kıbrıs’taki Türk varlığını yok etmek amacıyla süren cinayetler durdurulmalı idi.

Uluslararası anlaşmaların da verdiği yetki ile Türkiye, 1974 yılının 20 Temmuz sabahında Kıbrıs adasına askerî bir müdahale ile Rum terörüne son verdi. Başlangıçta sessiz kalan Batı dünyası, bir müddet sonra soykırıma uğrayan Kıbrıslı Türkleri savunacağı yerde, Rum cinayet şebekelerinden yana tavır aldı. O günlerden bugüne kadar gerek ABD gerek AB ve AGİT gibi kurumlar, evrensel insan hakları prensiplerini çiğneyen Yunanistan ve müttefiki Kıbrıs Rum çetelerine mükâfat dağıtıyor, Türkiye ve Kıbrıslı Türkleri cezalandırıyor. Kendini savunmaktan başka hiç bir kusuru(!) olmayan Türkiye ile Kıbrıs Türk’ü, askeri ve ticari ambargo gibi haksız bir sürü yaptırım ve engellere mâruz kalıyor.

Türkiye bağlantısız olabilir miydi?

Türkiye 2. Dünya Savaşından sonra NATO içinde yer almış, Sovyetler Birliğinin komşusu olması sebebiyle muhtemel bir doğu-batı savaşında büyük güvenlik riskleri altına girmiştir. Alınan bu riske karşı Türkiye’nin batılı müttefiklerinden yeterli karşılık ve desteği alıp almadığı hususunun, akademi dünyamızın tartışması gereken bir konu olduğunu düşünüyorum. Mesela bağlantısızlar hareketi içinde yer alma gibi bir alternatif mümkün olabilir miydi?

Sovyetlerin dağılması, soğuk savaşla kurulmuş olan dünya düzeninin sonunu getirdi. ABD, bir müddet dünyanın tek süper gücü olma rolünü oynamaya çalıştı. Ancak Çin, devasa nüfus ve rakipsiz üretim gücü ile ABD’nin tartışmasız en büyük rakibi olarak dünya siyaset sahnesine çıkmış süper güçlere meydan okumaktadır.

Sovyetlerden sonra Yugoslavya devleti de dağılmış, 6 federal devlet bağımsızlığını ilân etmiştir. Ancak bilindiği üzere bu dağılma süreci yüz binlerin ölümü ve milyonların evini terk ederek mülteci konumuna düşmesi ile devam etti. Yugoslavya’nın dağılma süreci hâlâ bitmemiş, bölge istikrara kavuşmuş değildir.

Karabağ Kıbrıs’ın devamıdır

ABD ve AB’nin, bağımsız Bosna-Hersek devletinin uğradığı saldırılara karşı üç maymunu oynadığına hepimiz şahit olduk. Kıbrıs’ta Türklerin uğradığı acımasız saldırıların benzerleri, Bosna’da Boşnaklara da fazlasıyla uygulanmıştır. Ne yazık ki batı dünyası bu saldırıları önlemek yerine, Bosna-Hersek devletine silah ambargosu uygulayarak, saldırgan Miloşeviç rejimini teşvik etmiştir. Bosna-Hersek’in saldırıya uğradığı yıllarda Azerbaycan toprağı olan Yukarı Karabağ bölgesi de silahlı Ermeni çetelerinin saldırısına maruz kalmış, binlerce Azerbaycan Türkü soykırıma uğramış, milyonlarcası evini terk ederek mülteci konumuna düşmüştür.

Batı dünyası aynen Kıbrıs’ta ve Bosna’da olduğu gibi hiçbir yaptırımı olmayan anlamsız içi boş barış çağrıları ile bu saldırganlığa da göz yummuştur. İki sene öncesine kadar devam eden Karabağ işgali, güçlenen Türkiye ve Azerbaycan’ın kararlı askerî harekâtı ile sona ermiş ve sayıları milyonla ifade edilen Azeri Türk’ü evlerine dönmüş, adalet yerini bulmuş ve Karabağ krizi sona ermiştir. Ermenistan başbakanı N. Paşinyan’ın Ankara ziyareti bu krizin sona erdiğinin resmen kabulüdür.

Balkanlar da Türkiye yüzyılını bekliyor

Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi’nin 5 dâimî üyesi, dünya barışını korumak yerine kendi çıkarlarını koruma peşinde. Bu yapı, dünyanın kronikleşmiş problemlerini çözemediği gibi Rusya-Ukrayna savaşını da önleyemedi. Yakın bir gelecekte bitmeyeceği anlaşılan Rusya-Ukrayna savaşı sadece Avrupa’yı değil tüm dünyayı bir kör döğüşüne doğru sürüklüyor. Ukrayna’da istediği sonucu alamayan Rusya, Balkanlarda yeni bir cephe açmanın yollarını arıyor. Bosnalı ayrılıkçı Sırp lider M. Dodik’in kısa bir zaman önce Putin’e ödül vermesinin ne anlama geldiği üzerinde düşünülmesi gerekiyor. Kosova’da sürekli artırılan gerilim, Balkanlarda sıcak bir çatışmayı akla getiriyor.

Ancak yukarıda saydığımız olumsuz gelişmelere rağmen Türk Milleti seçimlerde tercihini içerde istikrar, dışarıda ise barıştan yana kullanmıştır. İçinden geçtiğimiz zor şartlara ve olumsuzluklara rağmen Türkiye yüzyılının geçmiş yüzyıldan çok daha iyi olacağına inanıyorum. BM ve AB’nin yıllar süren muhalefetine rağmen güçlü Türkiye, Kıbrıs’taki Türk varlığından ve ilân ettiği mavi vatandan hiçbir zaman geri adım atmayacaktır. Karabağ’da sağlanan barış ve istikrarı kimsenin bozmaya gücü yetmeyecektir. Bu olumlu hamlelerin Balkanlara da yansıyacağına inanıyorum. Balkanlarda barış ve istikrarın anahtarı GÜÇLÜ TÜRKİYE’nin elindedir. Türkiye Yüzyılı hayırlı olsun.