Türkiye Hindistan’daki mirasına sahip çıkmalı

HABER MASASI
Abone Ol

Dilimize pelesenk olmuş “bulunmaz Hint kumaşı” tabirinden anlaşılacağı üzere Hindistan deyince bir zamanlar aklımıza zenginlik ve şatafattan başka bir şey gelmezdi. Fakat bir sam yeli esti, Hindistan’a dâir hikâye zaman içinde tamamen değişti. “İngiliz’in bastığı yerde ot bitmez” derlerdi, nitekim zenginliğin ve lüksün merkezi Hindistan’a İngiliz çizmesi değince milyonlarca insan açlıktan kırılır hâle geldi. 900 yıllık İslam hâkimiyetine son veren İngilizler, Hindulara ön verip Müslümanları ikinci sınıf vatandaşlığa iterek bugünkü trajedinin de temellerini attılar. Bugün Hint Müslümanları tıpkı Batı Şeria’da yaşayan Filistinliler gibi daimi bir baskı ve aşağılanma ortamında hayata tutunmaya çalışıyorlar. Faşist Modi ile yükselişe geçen sertlik yanlısı Hindutva zihniyeti, Müslümanlara nefes aldırtmıyor. Hindistan’ın 900 yıllık İslam tarihi aynı zamanda bir Türk tarihi. Gazneli, Delhi ve Babür İmparatorlukları Türk imparatorlukları çünkü. Hint Müslümanlığı tıpkı Tac Mahal gibi bir Türk mirasını ifade ediyor. Başta TİKA olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti ve kurumları, Tac Mahal’e ve Hint Müslümanlığına, ezcümle Hindistan’daki Türk mirasına sahip çıkmalı. Hindistan’ın bölünmesiyle başlayan süreci, Pakistan’ı, Bangladeş’i ve Hint Müslümanlarının bugünkü hal-i pür melâlini aslen Sind bölgesinin çocuğu olan Abdul Malik Mujahid ile konuştuk. Mujahid hâlihazırda Amerika’da Müslümanların 7/24 yayın yaptığı tek televizyon kanalı olan Muslim Network TV’nin başyapımcısı ve Müslüman ailelere eğitim materyali sağlayan Sound Vision'un lideri. Aynı zamanda Amerika merkezli insan hakları örgütü Justice For All (Herkes İçin Adalet)’in de başkanı.

Hikâye Hindistan’ın bölünmesiyle başladı. Bu bölünmeyle Müslümanların bugünkü vahim vaziyetine giden vetire de başlamış oldu. Bu operasyonda Cinnah ve Gandi’nin rolü neydi?

Öncelikle şunu söylemeliyim, ben dâhil bugünkü Pakistan’ın en az yarısı Hindistan topraklarından göçmek zorunda kalan Müslümanlardan oluşuyor. Benim babam ve dedem Hindistan’da çok varlıklı insanlardı. İslâmî kurumlara, medreselere ve fakir Müslümanlara her zaman destek olurlardı. İngilizler, babama bu yüzden çok eziyet ettiler. Dolayısıyla biz de kaçmak zorunda kaldık. Hindulardan yana olup Müslümanlara zulmetmek bir İngiliz politikasıydı. Evet, kimi zaman Hindulara karşı gibi de göründüler ama asıl düşmanlıkları her daim Müslümanlaraydı.

Müslümanlar ve üç fikir

Tipu Sultan.

Ve o günkü Hindistan’a baktığımızda Müslümanların arasında üç fikir göze çarpıyor.

- Birinci kesim: Şehit Tipu Sultan’ın yolundan giderek İngilizlerle cihat etmeyi düşünürken,

- İkinci kesim: Cinnah ve İkbal gibi mücadeleyi politik alana taşıma uğraşında. Bu görüşün ardında cihat etmeyi seçenlerin mağlup olması ve Müslümanlar için şartların giderek ağırlaşması var. Tamam, fiilî olarak cihat edenler şehid düştüler, var şehid olsunlar ama böyle gidersek daha da perişan olacağız. Cihat edecek güçte değiliz, bari beşeri cephede gücümüzü toparlayalım, dil öğrenelim, meslek sahibi olalım, hayatın akışında bizim de sözümüz olsun fikri bu.

- Üçüncü kesim: Dar-ul Ulum ve Diyubendilerin tercihi olan İngilizler ile bütün ilişkileri kesip tamamen kendi içine kapanma ve Müslüman kimliğini muhafaza etmeye dair. Burada da amaç şu: Cihada güç yetiremiyoruz, hiç olmazsa çocuklarımızı onların tesirinden uzak tutalım, iyi birer Müslüman olarak yetiştirelim. Tamam, aslında bu fikir de iyi niyetli ama meydanı İngilizlere bırakma mânâsına geliyor. 1857’deki yaşananlardan sonra zaten Müslümanların Hindistan’daki başat rolü İngilizler tarafından felaket bir şekilde budandı.

Cinnah Kadıyani mezhebinden, İkbal ise bu mezhebe karşı tavrıyla biliniyor. İkisi bir araya nasıl geliyorlar? Bir de İngiliz siyasetçi Macaulay’ın bir sözü var Gandi için. Der ki: “Gandi renk ve kan itibariyle Hintli olabilir ama zevk ve anlayış itibariyle bir İngiliz’dir.” Cinnah için de aynı şey söz konusu. İkisini de İngiltere’de okutup yetiştirmişler. Hindistan’ı parçalamak için gönderilen taşeron değil mi bu ikisi?

Öncelikle Cinnah Kadıyani değil ama İsmâîlî bir aileden geliyor. Bu soruyu elbette cevaplayacağım ama ilk soruyu tam olarak cevaplayamadım, oradan devam etmek isterim. Üç fikirden bahsettik ama mevzuyu tam olarak açamadık. Mesela Cinnah başlangıçta bir Pakistan hedeflemiş değildi. O da “Tek Hindistan” görüşünü savunuyordu. Şair İkbal de aynı görüşteydi. Fakat maalesef Hindistan Kongre Partisi’nde, Müslümanların eşit haklara sahip olmasını, parlamentoda eşit temsilini ve istihdamdan adâletli bir şekilde pay almasını istemeyenler bulunuyordu.

Müslümanlar “Tek Hindistan” fikri altında ‘hep birlikte kardeşçe yaşayalım’ derdindeydi ama Hindular, İngilizlerin de desteğiyle bunu reddettiler. Yani Pakistan fikri mecburiyetten doğdu. Hindistan’ı bölme gibi bir gayeden değil. Cinnah ve İkbal Hindistan’ı bölmek ile suçlanamaz, bu son derece haksız bir itham olur. İkbal, Pakistan’ın millî şairi ama aslında o Hindistan’ın millî şairi olmak istedi. Fakat o anki mevcut sistem, mevcut güç odakları buna izin vermedi. İşte o zaman Cinnah: “Mâdem siz bizi kabul etmiyorsunuz ben de Kongre Partisi’nden istifa ediyorum” dedi. Pakistan fikrine giden yol böyle başlamış oldu.

Cinnah.

İkbal

Tek Hindistan fikrini Hindular yıktı

Cinnah hem mason hem Teosofi üyesi hem de Gandi’yle birlikte Fabian örgütü üyesi. İngiltere’de beraber eğitim görmüşler. İngiliz’in Hindistan’ı bölme oyunu âşikâr ama daha fazla direnemezler miydi? Çünkü gelinen nokta hep Müslümanların aleyhine gelişti.

Bu sizin bakış açınız. Bir de Pakistan olarak bizim bakış açımız nedir, onu dinleyin isterim. Hindistan bölünmeden önce Müslümanlar nüfusun yüzde 30’unu oluşturuyordu. Biz bu yüzde 30 için her bakımdan adâletli bir temsil hakkını savunduk ve bunu istedik. Parlamentoda Müslümanlar yüzde 30 oranında temsil edilsin, istihdamdan yüzde 30 pay alsın, devlet dairelerinde çalışanların yüzde 30’u Müslümanlardan atansın. Her şey bizim kontrolümüzde olsun veya daha fazlası olsun diye bir dayatmamız olmadı. Cinnah’ın başında olduğu Müslümanlar Birliği bu teklifi getirdiğinde Gandi, Nehru dâhil bütün Hindular buna karşı çıktı. Artık bundan sonra Kongre Partisi’nde bulunmanın bir mânâsı yoktu. Cinnah ve ekibi istifalarını verip ayrıldılar.

“Tek Hindistan” fikrini adaletsiz yaklaşımlarıyla yıkan bizzat Hindular oldu. Cinnah’ın Kongre Partisi’nden ayrılması bir gerilim doğurdu ve bu durum İngilizleri de huzursuz etti. İngilizler 17 farklı teklif sundular. Zaten her yerde ezici bir çoğunluğa sahip oldukları için onları teskin babında Müslümanlara yüzde 30 hak vermenin kendilerini zora sokmayacağını Hindulara taahhüt etseler de bunu bir türlü kabul ettiremediler. Hindular bu 17 teklifin tamamını reddetti ve bu konuda uzlaşmaya hiç yanaşmadı.

İkbal’i göz önüne alalım. İkbal ilk başlarda bir Hint milliyetçisi idi. Eğitim için Avrupa’ya gidince orada bir yabancı olarak kimlik arayışına girdi ve Müslüman kimliğini keşfetti ve buna sımsıkı sarıldı. Hindistan’a döndüğünde artık bir Hint milliyetçisi değildi. Avrupa’dan dönünce konferanslar vermeye başladı. Bu konferanslarda Müslümanlık şuurunu uyandırmayı hedefledi. Pakistan fikrine giden yolda burası önemli bir dönüm noktasıdır.

Müslüman halka bu konferanslarda şu mesajı verdi: “Tamam, biz Hintliyiz ama Babürlü devleti düştükten sonra bu zalim İngilizler ile Hindular el ele verip bizi ikinci sınıf vatandaş yaptılar. Haklarımızı vermediler, verecek gibi de görünmüyorlar. İngilizlerin sunduğu teklifler göz boyamadan ibaret.” Böylece Pakistan’a giden yol artık kaçınılmaz bir hâle geldi.

Peki, o zaman Pakistan-Bangladeş birliği niçin çarçabuk dağıldı?

Doğrusu güzel soru. Türkiye’de birçok insan bana aynı soruyu soruyor. Fakat kimsenin mevzuyu anlama çabası yok. Cinnah, Kongre’den ümidini kesip İngiltere’ye gitmişti. Pakistan fikrini konferanslarında işleyiş bir noktaya getiren İkbal, Cinnah’ı ikna edip ülkeye geri getirmek için Londra’nın yolunu tuttu. Çünkü bu harekete siyasi bir lider gerekiyordu ve ancak Cinnah olabilirdi. Cinnah’ı Pakistan’ı kurma ve Müslümanlara liderlik etme konusunda ikna edip onunla birlikte ülkeye döndü. Bunlar 1947’de Pakistan Kuruluş Beyannamesi’ni ilan ettiler. Bunun üzerine Bangladeşli Müslümanlar devreye girince Batı Pakistan ile Doğu Pakistan olarak iki parçalı bir devlet gündeme geldi. İki uzak parçayı bir Müslüman koridoru ile birleştirmek için çok çalıştılar ancak İngilizler buna izin vermedi. Bu konuyu Türkiye’ye her geldiğimde soruyorlar, her defasında izah ediyorum ama tekrar tekrar aynı soru önüme geliyor. Niçin anlaşılamıyor, bunu ben de kavramış değilim.

Dengeleri Mevdudi değiştirdi

Türkiye’de tarih ve coğrafya bilgisi maalesef çok zayıf, bundan olsa gerek.

Mevdudi

Türk kardeşlerimi gerçekten çok seviyorum ama bazen onları anlayamıyorum. Hint filmlerine niçin bu denli rağbet gösteriyorlar mesela, bir türlü anlayabilmiş değilim. Neyse, meseleye geri dönelim.

Cinnah, Pakistan fikriyle ülkeye döndü ama daha önceden ifade ettiğim üç fikir ve üç tip Müslüman vardı o vakitler. İngilizler ile cihad etmeyi ilke edinen kesim, Cinnah’ın Pakistan fikrinden hiç hoşlanmadı. Duyubendi medreselerine devam edenlerin tavrıysa “Bunların kılığı kıyafeti hiç Müslümana benzemiyor” şeklinde bir muhalefet oldu.

İşte tam bu noktada Mevdudi ortaya çıktı ve denklemi değiştirdi. “Biz, İslam ümmeti olarak ne kadar farklı düşünsek de bir araya gelmeliyiz, Müslümanlar olarak Pakistan fikrine destek vermeliyiz” şeklindeki bir yaklaşımla âdeta farklı gruplar arasında bir çimento tesiri oluşturdu.

İkbal-Cinnah-Mevdudi üçlüsü ve Pakistan

Bir kere şunu bilelim, halkın içinde popüler olan şahıs Cinnah değil İkbal idi. Halk, İkbal’i tanıyordu. Cinnah da politikacı olarak saygın bir isimdi ama popüler değildi. İkbal, halkı Cinnah’a yönlendiren isim oldu. Mevdudi’nin bu denklemdeki yeri ise çok mühim. Pakistan fikrinin entellektüel zeminini kuran Mevdudi çünkü.

Pakistan deyince akla ilk olarak bu üç isim gelir. İkbal, Pakistan fikrini ortaya atan isimdir. Cinnah bu fikri alıp devlet kimliğini giydiren politikacıdır. Mevdudi ise bu fikrin entellektüel zeminini inşa eden kişidir.

Mevdudi birçok şeyi toparladı ama her şeyi toparlayamadı. Bölgecilik ve milliyetçilik anlayışı Müslüman Pakistan fikrinin altını oyunca, Pakistan-Bangladeş ayrılığı zamanla kaçınılmaz hale geldi.

Müslüman Pakistan fikrinin lideri Cinnah aslen İsmailî değil mi?

Evet, Cinnah İsmâîlî bir ailenin çocuğu olarak Sind’deki İslam medresesinde eğitim gördü.

Misyoner okulunda okuduğu söyleniyor.

Hayır, İslam medresesinde okudu. İngilizler Hindistan’da pek çok misyoner okulu açtılar ama Cinnah o vakitler Sind bölgesinde, Karaçi’de yaşıyordu ve orada tek misyoner okulu bile yoktu. Çünkü Sind bölgesi, İngilizlere karşı direnişin âdeta kalesi gibiydi. Oraya sokulmalarına müsaade edilmedi. Bu yüzden İngilizler 1942 yılında burayı bombaladılar ve halkı toplama kamplarına doldurdular. Ben de böyle bir toplama kampında dünyaya geldim ve daha sonra bu toplama kampları hakkında belgesel bir film hazırlayıp, o zamanki insanlarla röportajlar yaptım. Buradaki cihad çok güçlü olduğu için İngilizler bu bölgede bir okul kuramadılar. Halkın yoğun teşvik ve yardımıyla bölgede köklü bir İslami medrese geleneği mevcuttu.

Mevdudi’yi en çok Cinnah destekledi

Cinnah o medreselerden birinde 5-6 sene civarında bir eğitim gördü. Evet, böyle bir eğitim aldı ama onun seküler bir düşünceye sahip olduğunu biliyoruz. Hukuk okumak için İngiltere’ye gittiğinde Hz. Peygamber’in (sav) adının en büyük hukukçular arasında yer aldığını görünce kendi içinde bir aydınlanma yaşadı ve bu onun hayatında bir dönüm noktası oldu. Seküler biriydi ama Müslümanlık damarı kabardı. Ben bu konuları, Cinnah’ın şahsî sekreteriyle görüştüm. Cinnah’ın kendi notlarıyla dolu 3-4 Kur’an nüshası bulunduğunu öğrendim. Mevlana Şibli Numani, onun Kur’an hocalığını yapmış. Pakistan bağımsızlığını kazanınca da bağımsızlık bayrağını kendisi kaldırmamış, hocası Mevlana Şibli Numani’ye kaldırtmış.

Mevdudi’nin Cinnah’a ve diğerlerine eleştirisi, Müslüman oldukları halde Müslümanca bir hayat yaşamadıkları içindi.

Mevdudi, Cinnah’a “ Sen Müslümanlar için Pakistan devletinin kurulmasına çalışıyorsun ama niçin kendin Müslümanca bir hayat yaşamıyorsun” deyince, Cinnah’ın ona cevabı şöyle oldu: “Tamam, o vakit bir İslam âlimi olarak Müslümanca nasıl yaşanır, Pakistan Radyosu’na çık ve halka anlat.”

Cinnah, Pakistan fikriyle ülkeye döndü ama daha önceden ifade ettiğim üç fikir ve üç tip Müslüman vardı o vakitler. İngilizler ile cihad etmeyi ilke edinen kesim, Cinnah’ın Pakistan fikrinden hiç hoşlanmadı. Duyubendi medreselerine devam edenlerin tavrıysa “Bunların kılığı kıyafeti hiç Müslümana benzemiyor” şeklinde bir muhalefet oldu.

Nitekim Cinnah yönetimi boyunca Mevdudi, Pakistan devlet radyosundan bütün ülkeye Müslümanlığı anlatan yayınlar yaptı. Bu yayınlar daha sonra kitaplaştı. İslam’ın siyasete bakışı, sosyal yapısı, aile anlayışı gibi son derece mühim mevzuları işleyen çok değerli bir külliyat ortaya çıktı. İşte bu külliyatı biz Cinnah’a borçluyuz. Çünkü Mevdudi’ye bu fırsatı sadece Cinnah sundu, sonrasında kimse Mevdudi’ye devlet radyosundan halka seslenme imkânı tanımadı.

Cinnah aynı zamanda Pakistan ordusunda alkolü yasaklayan ilk kişiydi. Ekber Han isimli bir general, Cinnah’ı ziyaretinde “Askerlerin içinde alkol kullanımı yaygın” deyip şikayete başlayınca Cinnah hemen bir mushaf getirtip ilgili ayeti açıyor ve diyor ki: “Bak burada ne yazıyor? Alkol haramdır. O zaman sen de gereğini yapacaksın.” Böylece Pakistan ordusunda alkol yasağı başlıyor. Cinnah sonrası bu yasak kalkıyor. İkinci kez alkol yasağını getiren isim ise rahmetli Ziya-ül Hak olmuştu.

Alkol yasağını getirdiğinde Cinnah çok hastaydı. Zaten birkaç ay sonra da vefat etti. Hastalığı kamuoyundan uzun süre saklandı. Çünkü Pakistan yeni bir devlet olarak her türlü spekülasyona açık bir durumdaydı. İngilizlerin ve Hinduların bu hastalığı öğrenmemesi için bütün tedbirler alındı. Böylece Cinnah’ın son icraatlarından biri de bu alkol yasağı oldu.

Darbe geleneğinin arkasında batı var

Pakistan tıpkı Türkiye gibi darbelerle gündeme gelen bir ülke. Bu kadar sık darbe yapılmasını neye bağlıyorsunuz?

Birçok İslam ülkesinde aynı dertten mustaribiz aslında. Asıl soru şu olmalı: Ordularımızdaki subayları kim yetiştiriyor? Pakistan ordusundaki askerler ne Cinnah’ın ne de İkbal’in öğrencileri. İngilizler nasıl ki 300 yıldan beri kendi adamlarını devşirmek suretiyle yönetimi elde tuttularsa aynı metot bugün de takır takır işliyor.İngilizler bizim ordularımızdan kendi adamlarını devşirip, kendi ajandalarına uygun bir şekilde onları kullanıyor ve bizim ülkelerimizde istikrarsızlığı bir gelenek haline getiriyor.

Müslüman ülkeler ağırlıklı olarak 1930’lu ve 40’lı yıllarda bağımsızlığa kavuştular fakat bu bağımsızlık tam bir bağımsızlık olmaktan uzaktı. Ülkelerimiz, Batı’nın sözde medenileşme acentelerine teslim edildi. Bugünlerde ise Müslümanlar olarak ikinci kez ve bu defa tam bağımsızlık için mücadele veriyoruz. İçimizde Batı’nın sözde medenileşme acentelerini istemiyoruz. Erbakan ve Erdoğan’ın mücadelesini bu bağlamda değerlendirmek mümkün. Bu, İslam dünyasında yeni değişimin ayak sesleridir. Arap dünyasında yaşanan halk hareketlerinin temelinde yatan da aslında budur. Pakistan da benzeri bir süreçten geçiyor.

  • Hindutva Nazizm’in kardeşidir
  • Hindistan bahsine gelelim. Bu günlerde Hindistan deyince akla tıpkı siyonizm gibi bir devlet ideolojisi olan Hindutva geliyor. Hindutva tam olarak nedir?
  • Hindutva, siyonizmden ziyade Nazizme benzeyen bir ideoloji. Hatta onların bir kitapları var. “Naziler Yahudilere ne yaptıysa, biz de Hindistan’da Müslümanlara aynısını yapacağız” diyorlar bu kitapta. Siyonizm ile de bir şekilde benzerlikleri var tabi ki. Onlar da dün Naziler ne yaptıysa, bugün aynısını tatbik ediyorlar.
  • Bir buçuk milyar nüfusuyla Hindistan, dünyanın en kalabalık ülkesi. 200-300 milyon civarı Müslüman da yaşıyor. Fareye tapmaya kadar giden ilginç geleneklere sahip bir coğrafya burası. Hindutva’nın toplum içindeki yeri neresi? Hint toplumu tamamen destekliyor mu bunu?
  • Güzel bir soru. Çünkü Hindutva aslında tarih uyduran, tarihi gerçekleri çarpıtan bir ideoloji. Onlara bakarsanız Hindistan binlerce yıl dünyanın bilim ve sanatta öncüsü olmuş fakat Müslümanlar idareye hâkim olunca her şeyi yok edip Hindistan’ı geri bırakmışlar. 900 yıllık İslam yönetimini yağma, talan ve ırza tasallut ile izaha çalışmanın saçmalıktan başka bir şey olmadığı ortada. Bu saçmalığın kitaplara, filmlere konu olması hadi bir yere kadar da okul kitaplarına bile girmiş olmasına artık ne demeli, bilemiyorum.
  • Hindistan’ı anlamak için bazı gerçekleri önceden bilmek gerekiyor. Mesela ülkede televizyon ve radyo gibi mecralar hükümet kontrolündedir. Basın özgürlüğü denilen şey neredeyse yok hükmündedir. Somali, Afganistan ve Kolombiya gibi ülkelerin bile gerisindedir. Hükümet ne derse odur yani. Dolayısıyla bahsettiğimiz yalanlar ve saçmalıklar artık resmi bir hüviyet kazanmış durumda.
  • Yumuşak Hindutva ve sert Hindutva
  • Hindistan gibi siyasi istikrarın olmadığı bir ülkede üç dönemdir seçimleri kazanan bir Modi gerçeği var. İşin sırrı Hindutva faşizmi mi? Yoksa Batı ve İsrail desteği mi? Bunu nasıl anlamalıyız?
  • Hindutva, bugün artık yalanlarla örülmüş bir ideoloji olsa da Hindistan’ın gerçeği. Bunu görmek lazım. Fakat iki türlü Hindutva var. Yumuşak Hindutva ve sert Hindutva. Tarihi perspektiften bakıldığında İngilizlere karşı verilen 300 yıllık mücadelenin içinde Müslümanların da bulunduğunu görüyoruz. Dolayısıyla Müslümanlar da Hindistan milliyetçiliğinin bir parçası aslında. O zamanki telakki şuydu: “Biz Hindistan olarak büyük bir medeniyettik, tekrar o medeniyeti canlandıralım.” Bunda bir sakınca yok baktığınızda.
  • Yumuşak Hindutva tarihi bağlamda çok da ayrımcı olmayan, Müslümanları tamamen dışlamayan bir yaklaşıma sahip olsa da Rahul Gandi özelinde Müslümanlar seçeneğini görmezden gelen bir zihniyete büründü bugün. Müslümanlar Modi’ye oy vermiyor, muhalefet lideri Rahul Gandi için bu bir fırsat aslında. Müslümanları kendi safına çekebilir ve belki seçimleri kazanabilir. Ama böyle bir yaklaşımı göremiyoruz.
  • Yumuşak Hindutva tarihi bağlamda çok da ayrımcı olmayan, Müslümanları tamamen dışlamayan bir yaklaşıma sahip olsa da Rahul Gandi özelinde Müslümanlar seçeneğini görmezden gelen bir zihniyete büründü bugün. Müslümanlar Modi’ye oy vermiyor, muhalefet lideri Rahul Gandi için bu bir fırsat aslında. Müslümanları kendi safına çekebilir ve belki seçimleri kazanabilir. Ama böyle bir yaklaşımı göremiyoruz.
  • Bugün Hindistan Müslümanları ülkenin demografik olarak yüzde 15’ini oluşturuyor ama parlamentoda yüzde 4 gibi oldukça düşük bir rakamla temsil ediliyorlar. Bu meselenin ta en başından bu yana, âdil olmayan İngiliz idaresine gösterilen onca tepkiye rağmen yüz yıl sonra bile Hindistan’ın değişmeyen çarpıklığı. Rahul Gandi’nin buna dönük bir itirazı olduğunu da duymuyoruz.
  • Hindistan’da neredeyse Pakistan kadar bir Müslüman nüfus söz konusu. Bu nüfusun kültüre, sanata, Hindistan’ın geleceğine dair perspektifi nedir?
  • Bu soru aslında bir tavuk-yumurta sorusu. Pakistan fikrinin nasıl oluştuğunu anlattık. Meselenin kökü oralara gidiyor. Müslümanlar hep azınlık kalacaklarını, hep zayıf bırakılacaklarını anladıkları için Pakistan devletini kurdular. Hint Müslümanları gerçekten zayıf durumda. Dün de öyleydi, bugün de öyle. İngilizler geldi ve Müslümanlar her mânâda kasıtlı olarak geri bırakıldı. Bu üç yüz yılın meselesi, sadece bugünün değil. Yumuşak Hindutva bile Müslümanların öne çıkmasını istemeyen bir zihniyete sahipken sert Hindutva ile birlikte yaşamaya çalışmak hiç kolay bir şey değil. Düşünün ki Müslümanlara karşı müsamahakâr diye Gandi’yi katletmiş bir zihniyet bu. Oysa Gandi hiç de Müslüman yanlısı biri değildi. Sadece bunlar gibi canavar bir ruha sahip değildi. Ona bile tahammül edemediler. Şimdi böyle bir zihniyet ile yaşamak zorundasın.
  • Dediğimiz gibi Hindistan kurulduğunda Hindutva zihniyeti yumuşak da olsa vardı. Müslümanlara canice davranmıyorlardı ama pek görünür olmaları da istenmiyordu. Hindistan devlet binalarının birçoğu aslında o dönemde el konulan Müslüman vakıfların binalarıydı. Çok Müslüman vakfı vardı ülkede. Neredeyse tamamına çöktüler. Dalay Lama’ya tahsis ettikleri bina mesela, o da bir Müslüman vakfına aitti. Evet, yine bir zulüm vardı ama Müslüman en azından günlük hayatını pek sıkıntı çekmeden yaşayabiliyor, ticaretini yapıyor, rızkını temin ediyordu.
  • Müslümanlar öksürse cihad diye yaftalanıyor
  • Bugün artık böyle değil. Bir Müslüman düğün daveti mi veriyor? Hemen bunu cihad faaliyeti olarak yaftalıyorlar. Çünkü orada biri Kur’an okuyor. Cihad faaliyetlerine dair bir kanun çıkardılar, buna göre şayet bir Müslümansan artık nefes alman bile neredeyse cihad faaliyeti kapsamında değerlendiriliyor. Cami yapmaya kalkıyorsun, cihadı yayma damgası yiyorsun mesela.
  • Dünya Müslümanlığına bakıyoruz. Refaha eriştikçe dünyevileşen, çizgisini yitiren kalabalıklar görüyoruz. Hindistan’da bu denli bir baskının Müslümanlarda ters tepmesi, bir İslam şuuruna vesile olması beklenir mi? Bu baskı direniş ruhunu pekiştirir mi?
  • Bir Hindutva lideri çıktı mesela, “Müslümanları böcek gibi ezelim, hepsini öldürelim” şeklinde bir beyanat verdi. Bunlar dediğiniz gibi bir şuuru tetikleyebilir mi, bilemiyorum ama benim oradaki güvenilir bir Müslüman âlimden aldığım bilgiye göre bu baskılar neticesinde 1 milyondan fazla Müslüman dinini terkedip Hindu olmuş. Ben bunu araştırmadım, o Hindistanlı âlimin dediğini naklediyorum sadece.
  • Tabii ki bunun nasıl gerçekleştiğini, hangi şartlar altında tezahür ettiğini de bilmek gerekiyor. Zira Hindistan’da yaşananlar artık herkesin mâlumu. Çetelerden müteşekkil Hindutva grupları ücra yerlerdeki Müslüman köylere gidiyorlar. Oralardaki halkı tehdit ederek dinlerini değiştirmelerini istiyorlar. Bu tehdit sadece sözde kalmıyor tabii ki. İnsanlara ağır işkenceler ediyorlar, katlediyorlar, ailelerin gözleri önünde kızların ırzına geçiyorlar.
  • Zulmün arşa varması: Sekiz yaşındaki Asife
  • Keşmir’de sekiz yaşındaki bir kıza bile yaptılar bunu. Cammu bölgesi aslında Müslümanların çoğunlukta olduğu bir yerdi ama birkaç sene içinde azınlığa düşürüldüler. Nasıl oldu bu, bir örneğini vereyim. Sekiz yaşındaki Asife isimli bir Müslüman kızı, üç polis bir Hindu tapınağına götürüyor ve oradaki rahiple birlikte kızın ırzına geçiyorlar sonra da öldürüp atıyorlar. Bu, Hindistan’da çok bilinen bir vakadır. Bu tip iğrenç vakalar Müslümanları yıldırmak için bilhassa yapılıyor.
  • Şimdi bu vakayı hangi mahkemeye gidip şikâyet edeceksin? Mahkeme Hindu, yargıç Hindu, polis Hindu, rahip Hindu... Dolayısıyla ne oldu? O kızın yaşadığı bölgedeki bütün Müslümanlar kaçtı.
  • Başta bunu hiçbir avukat savunmak istemedi. Çünkü zalimlerin arkasında devletin bulunduğu biliniyor. Zorla bir avukat bulundu. Göstermelik bir celsede uyduruk bir ceza verilir gibi yaptılar, az sonra da o iğrenç mahlûkları serbest bıraktılar.
  • Müslümanların seyahat hürriyeti yok
  • Bugün Müslümanların Hindistan’da seyahat hürriyeti yok. Başlarına her şey gelebilir. Kazaya kurban gidebilirler. Bazı bölgelerde tehlike daha fazla, bazı bölgelerde nispeten daha az gibi dursa da bugün Hindistan’da bir Müslüman için tam manasıyla bir can emniyeti yoktur. Müslümanlar bir yerden diğerine seyahat ediyorsa kalabalık bir şekilde, grup halinde gidip gelmeye dikkat ediyorlar.
  • Resmi rakamlara göre Hindistan Müslümanları nüfusun yüzde 15’i ama istihdam oranına baktığınızda sadece yüzde 1 rakamını görüyorsunuz. Çünkü Müslüman iseniz devlet dairesinde veya iyi bir işyerinde istihdam edilmeniz hiç kolay değil. Hindistan zaten ekonomik olarak zayıf bir ülke, devlet desteği olmadan bir yere gelebilmek pek mümkün değil. Müslümanlar daha ziyade küçük esnaflar olarak kendi rızıklarını temin peşindeler. Bu şekilde hayata tutunmaya çalışıyorlar.
  • Ekonomik boykot uyguluyorlar
  • Bir de ekonomik boykot gerçeği var tabi ki. Hindutva hareketi sürekli olarak vatandaşları uyarıyor “Filanca esnaf Müslümandır, ondan alışveriş yapmayın” diyor. Bu uyarılara uymayan Hinduları da taciz ediyorlar. Yani Müslüman halk açısından hayata tutunmak için bir tek küçük esnaflık tercihi kalmış, onu da ekonomik boykot ile yapılamaz hale getirmeye çalışıyorlar.
  • Müslüman olarak Hindistan’da bürokrat olabilenlerin sayısı çok az. Onlar da şimdiki idare zamanında değil, yıllar öncesinde olabilmişler zaten. Onlardan bazıları Amerika’ya geldiklerinde benimle görüşüyorlar ve diyorlar ki: “Büyük baskı altındayız, hiç rahat değiliz. Başka ülkelere yerleşmeyi düşünüyoruz. Çünkü Hindistan’da bizim için bir gelecek göremiyoruz.”
  • Ülkenin hiçbir yeri tekin değil
  • Metropolitan bölgeler, Hindistan’ın büyük şehirleri yani büyük fırsatların olduğu yerler Müslümanlar için sıkıntılı. Ama bazı bölgeler de nispeten daha iyiler. Mesela Haydarabad şehri Müslümanların ekonomik ve sosyal açıdan çok güçlü olduğu bir yer, burada ülkenin diğer kesimlerine göre daha rahat durumdalar. Güneydeki Kerala şehrinin Müslüman toplumu da nispeten daha rahat. Çünkü hem merkezden epey uzaktalar hem de eğitimli, sosyal ve ekonomik açıdan güçlü bir şekilde kümelenmişler.
  • Türkiye’de Hindistan zulmü deyince akla hemen Keşmir geliyor ama ülkenin hiçbir yeri Müslümanlar için pek tekin değil. Keşmir’deki durum ise tam olarak şu: Evet, orada uzun yıllardır süren bir zulüm var. Fakat Müslümanlar sayıca çoklar ve bu zulme karşı bir direniş ruhu geliştirmişler. Bu yüzden birbirlerine tutunarak yaşamayı beceriyorlar.
  • Hint Müslümanları tıpkı Filistin gibi sürekli bir baskı ve gözlem altındadır diyebilir miyiz? Gazze ile bir benzerlik kurulabilir mi?
  • Gazze’de bugüne dek 40 bin şehid verildi. Gazze elbette çok farklı bir yer. Fakat en azından şunu biliyoruz ki bütün dünyanın gözü Gazze’nin üzerinde. Hindistan Gazze’den ziyade Batı Şeria’ya benziyor. Tıpkı oradaki Filistinliler gibi Hint Müslümanları da hayatın her alanında bir baskıyı üzerlerinde hissediyorlar. Hatta şu açıdan belki daha da vahim durumda. Filistin’in en azından kendi medyası, kendine ait güçlü teşkilatları mevcut. Orada yapılan İsrail zulmünü dünyaya duyuracak güçleri var. Hint Müslümanları ise böyle bir medyadan, böyle güçlü teşkilatlardan tamamen mahrum.
  • Vahşeti çetelerden öğreniyorsun
  • Hindistan’da Müslümanlara yapılan zulmü ancak sosyal medyaya düşünce görebiliyorsunuz. Sosyal medyada bu zulmü yayınlayanlar ise Hindutva çeteleri. Yaptıklarıyla iftihar etmek amacıyla yayınlıyorlar. Daha önce söylediğimiz gibi medya tamamen hükümetin kontrolünde. Müslümanların kendilerine yapılan zulmü duyuracak bir mecraları, bu zulmü ifşa edip ortalığı ayağa kaldıracak güçlü bir teşkilatları yok. Durumun vahametini anlamak için bir kez daha tekrar ediyorum. Bugün Hindutva çeteleri, Müslüman bir şahsı yakaladı ve onu döverek öldürdü diyelim, bunu biz nereden öğreniyoruz biliyor musunuz? O çetenin, Müslümanı döverek öldürürken çektikleri videodan. Kim bilir her gün böyle kaç vahşet yaşanıyor ve biz duymuyoruz bile.
  • İşte Hindistan gerçeği tam olarak budur. Batı Şeria gibi daimi kontrol altında, bütün dünyadan izole edilmiş ve devlet eliyle ve desteğiyle terörün her türüne maruz bırakılmış bir coğrafya. Ama dediğim gibi daha beter durumda çünkü Hint Müslümanlarının Filistinliler gibi güçlü teşkilatları yok.

1. Vazife ekonomik boykot

Hint Müslümanlarının durumunu gündeme getirmek için neler yapılmalı? Mesela Filistin’e destek için siyonistlere ekonomik boykot uygulanıyor, Hindistan mallarına boykot bir çözüm olabilir mi?

Bu konuda üç vazifenin yerine getirilmesi lazım. En hızlısı ve pratik olanı ekonomik boykot. Türkiye ile Hindistan arasında 12 milyar dolarlık bir ticaret hacmi var ama ibre Hindistan’ın lehine. Öncelikle bunu bir halledelim, Hindistan’ın lehine olan durumu bitirelim. Ticareti en azından eşit şartlara taşıyalım. Bir de orada sadece Hindu tüccar yok, Müslüman tüccar da var. Türkiye’nin Hindistan ile ticaret yaparken Müslüman tacirlere pozitif ayrımcılık yapması, öncelikli olarak onları kalkındırması lazım. Müslümanlar güçlü olursa hükümet nezdinde de güçleri olur.

Bilirsiniz, para kapalı kapıları açar. Müslümanlardan mal satın almak aynı zamanda bir şuur işidir, hepimizin buna dikkat etmesi gerekir. Ne demiştik, yapılacak en hızlı ve pratik şey ekonomik boykot yahut ticârî şuur.

2. Vazife: Eğitim seferberliği

Türkiye ile Hindistan arasında 12 milyar dolarlık bir ticaret hacmi var ama ibre Hindistan’ın lehine. Öncelikle bunu bir halledelim, Hindistan’ın lehine olan durumu bitirelim. Ticareti en azından eşit şartlara taşıyalım. Bir de orada sadece Hindu tüccar yok, Müslüman tüccar da var. Türkiye’nin Hindistan ile ticaret yaparken Müslüman tacirlere pozitif ayrımcılık yapması, öncelikli olarak onları kalkındırması lazım.

İkinci vazife ise eğitim. Bakın bugün Hindistan’ın 8. sınıf ders kitabında Müslümanlar ne şekilde anılıyor? Bunlar et yer, bunlar karılarını, kızlarını döver, bunlar hayduttur, bunlar yağmacıdır, bunlar başka milletlerin karılarına, kızlarına tecavüz ederler...

Müslümanlar işte böyle anılıyor orada. Eğitim mevzusu niçin mühim? Çünkü şuurlanma eğitim ile başlar. Hint Müslümanlarını hem ticaret hem de eğitim yoluyla güçlendirmek gerekiyor. İngilizleri biliyorsunuz, Hindistan’a önce bir şirket kurup geldiler. O şirket vasıtasıyla orada kökleştiler ve sonra da ele geçirip sömürge yaptılar. İngiliz’in dediği gibi para konuşur.

İngilizler önce şirket kurup girdiler, sonra da orada kendi okullarını kurup kendilerine adam devşirdiler. Bu yol denenmiş ve başarılı olmuş. Müslümanlar da bu yolu kullanmalı. Ticaretle güçlü olacağız. O parayla iyi okullar ve yayınevleri kuracağız. Münevver gençler yetiştireceğiz.

3. Vazife: Hindistan’daki Türk mirasına sahip çıkmak

Gelelim üçüncü vazifeye. Hindistan’da çok geniş bir Türk mirası mevcut. Türkçe konuşan Müslümanlar Hindistan’da büyük imparatorluklar kurdular. Osmanlılar Anadolu topraklarında bir imparatorluk kurmazdan önce Hindistan’da sırasıyla kaç tane Türk imparatorluğu kuruldu. Hindistan’ın başkenti Delhi’de Kuvvet-ül İslam Camii var. Anadolu’da belki doğru düzgün cami yokken Kutbeddin Aybek tarafından 1192 yılında inşasına başlanmış muhteşem bir eser ve maalesef şu anda Müslümanlar orada namaz kılamıyor.

Hinduların iddiasına göre burada eski bir Hindu tapınağı varmış da güya Müslümanlar onu yıkıp yerine bu camiyi yapmışlar. Hatırlarsanız Babri mescidini de aynı gerekçeyle 1992 yılında yıkmışlardı.

Bugün 3 bin 500 cami tehlike altında. Babri Mescidi için yapılmadı ama Kuvvet-ül İslam Camii için Türkiye artık harekete geçmeli ve UNESCO nezdinde teşebbüste bulunmalı. Hindistan hükümetinin yarın bu muhteşem eseri yıkması engellenmeli. Çünkü bu eser Türk kültürüne âit, Hindistan’daki bir Türk mirası.

Babri Mescidi’nin başına gelenler bir anda olmadı, bunun bir evveliyatı var. Henüz ortada hiçbir şey yokken yüz yıl öncesinden burada bir Hindu tapınağı olduğu şayiasını yaymaya başladılar. İlk zamanlar pek kimsenin umurunda olmadı ama zamanla bunu yaymak suretiyle bir kamuoyu inşa etmeyi başardılar. Şimdilerde aynı şeyi Tac Mahal için söylemeye başladılar. Güya orası da bir Hindu eseri imiş. Kimse şu anda bunu ciddiye almıyor ama bu gidişatın çok tehlikeli olduğunu Babri Mescidi örneğiyle artık net olarak biliyoruz. Tac Mahal gibi bir şaheseri yapan mimar Türk, yaptıran hükümdar Türk, tamamen bir Türk eseri. Türklerin Hindistan’da Tac Mahal gibi Kuvvet-ül İslam Camii gibi dünyaca meşhur pek çok tarihi eseri var. Bunların başına bir şey gelmemesi için Türkiye Cumhuriyeti’nin, TİKA’nın derhal Birleşmiş Milletler nezdinde başvuru yapması ve bunları Türk Kültür Mirası olarak tescil ettirmesi gerekiyor.

Türklerin Hindistan Müslümanlığı üzerinde çok büyük tesiri var. Müslümanların tarihine sahip çıkmak, oradaki Müslümanlara sahip çıkmaktır aynı zamanda. Çünkü bu eserler Türk İslam eseri olarak tescil edildiğinde Müslümanlar orada rahatça namaz kılabilme özgürlüğüne kavuşmuş olacak. Hindistan, uluslararası hukukun tanıdığı bu hakkı Müslümanlardan bir daha geri alamayacak. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bunu yapabilecek ve başarabilecek dirayette bir lider. Zaman kaybetmeden Hindistan’daki Türk mirasına sahip çıkmasını ve Müslümanların haklarını koruyucu faaliyetler yürütmesini bekliyoruz.