Türk dünyası alfabe üzerinden birleşecek

SÜLEYMAN ŞAHİN
Abone Ol

“1991 tarihinden beri ortak alfabe konusundaki tüm çalıştaylarda aktif yer aldım. Çok yavaş hareket ediyoruz. Son 30 yılda bizim yaptığımız Çağdaş Türk Lehçeleri Sözlüğü dışında doğru düzgün çalışma yok. Türk Dünyasından gelen bilim adamları olarak biz, etkinliklerde tamam 34 harfli olsun deyip, eve döndüğümüzde bu rakamı kimisi 36 kimisi 32 gibi kendi fonetiğimize göre yalnız ve yanlış çalışmalarda bulunduk. Bunun neticesini şu anda görüyoruz. Mesela Özbeklerin Latin alfabesi konusunda İngilizce alfabeyi esas alması bizi hayli zorladı. Mesela “ş” harfi için “sh”yi alması Türk fonolojisine bile aykırı. Oysa “s”nin altına küçük kuyruk çizerek “ş” harfini gösterebilirdi. Bundan dolayı diyorum ki, Türk dünyasında Türk dilini yaşatacak kurumların ve enstitülerin olması şarttır.”

Profesör Kadir Ali Konkobayev / Kırgız-Türk Manas Üniversitesi

Arap Birliği olarak bilinen teşkilatın 22 üyesi vardır. Atlas okyanusundan Basra körfezine, Akdeniz’den Afrika’nın derinliklerine uzanan Arap coğrafyasında yaklaşık 400 milyonluk bir nüfus yaşamaktadır. Bu denli geniş bir sahada, hayli kalabalık bir topluluğun konuştuğu dilin birebir aynı olması hâliyle beklenemez. Hemen her Arap ülkesinde halkın konuştuğu farklı bir mahalli lehçe (âvâm dili/ammice) söz konusudur. Lehçeler arası yakınlığı ise coğrafya ve kültür mesafesi belirler. Bazı kabile lehçelerinin zorluğu yanında umumiyetle Körfez ülkeleri birbirini rahat bir şekilde anlayabilirken, bir Körfez Arabı ile bir Mağrip Arabı’nın pek rahat anlaşamadığı bilinir.

Bugün dünyada diller İngilizce, Rusça, Fransızca, Çince, Almanca gibi daha ziyade ülkelerin adıyla anılırken kimse bir Cezayir ve Suudi Arabistan dilinden bahsetmiyor. Çünkü fusha denilen ortak edebî Arapça eğitim, kültür ve de en mühimi medya dili olarak bütün Arap coğrafyasında kullanılıyor. Bu noktada güzel Türkçemiz açısından vaziyetin pek de iç açıcı olmadığını söylemek gerekiyor.

Arapça ortak edebî dilin gücüne örnektir

Bu satırların yazarı Suudi Arabistan’da öğrenci iken bir süre Evkaf Bakanlığı bünyesinde Hac mihmandarlığı yapmış, Suudi memur ile hacca gelen Cezayirli köylünün anlaşamadığına bizzat şahit olmuş, hatta bu iki Arap arasında tercümanlık yapmak zorunda kalmıştır. Fakat şöyle de bir gerçek vardır. Bedevi kökenden gelen Suudi memur ile Cezayir köylüsü, biraz mürekkep yalamış olsalar fusha denilen ortak edebî Arapça üzerinden çok rahat anlaşabilirlerdi. Gazete okumasalar bile her ikisi de radyo-TV yayınlarını izleyenler olarak ortak edebî Arapçaya muhakkak aşinaydı, duyduklarında anlıyorlardı. Fakat mesele şu ki, mektep medrese pratiği yapmadıkları için konuşma noktasında zayıf kalıyorlardı.

Bugün dünyada diller İngilizce, Rusça, Fransızca, Çince, Almanca gibi daha ziyade ülkelerin adıyla anılırken, kimse bir Cezayir ve Suudi Arabistan dilinden bahsetmiyor. Çünkü fusha denilen ortak edebî Arapça; eğitim, kültür ve de en mühimi medya dili olarak bütün Arap coğrafyasında kullanılıyor. Bu noktada güzel Türkçemiz açısından vaziyetin pek de iç açıcı olmadığını söylemek gerekiyor.

Bugün Araplar gibi 400 milyon olmasa da yeryüzünde yaklaşık 250-300 milyon civarında Türk mevcut. Bu rakamın 165 milyonu Türk Devletleri Teşkilatı’nı oluşturan devletlerde yaşıyor. Geriye kalan nüfusu ise başka ülkelerin vatandaşları olarak varlıklarını sürdüren İran Türkleri, Doğu Türkistan Türkleri, Rusya Türkleri, Balkan Türkleri, Ortadoğu Türkleri ve geçim endişesiyle dünyaya dağılmış diaspora Türkleri oluşturuyor. Başka ülkelerin vatandaşları olarak yaşayan Türklerin nüfusu hakkında net bir çalışma olmadığı ve Doğu Türkistan örneğinde görüldüğü gibi Türk nüfus barındıran devletlerin bu mevzuda büyük saptırmalar yaptığı bilindiği için 250 ila 300 milyon gibi ancak tahminî rakamlar verebiliyoruz.

İlminski diye birini duydunuz mu?

Rus misyoner İlminski.

Netice itibariyle Türk dilini kullanan Sibirya’dan Balkanlara geniş bir coğrafyaya ve kalabalık bir nüfusa sahibiz fakat ortak edebî Arapça gibi ortak bir edebî Türkçemiz mevcut değil. Bunun elbette tarihte yaşanan hâdiselerle alâkası var. Mesela Nikolay İvanoviç İlminski adını daha önce duymuş muydunuz? 1822-1891 yılları arasında yaşayan bu Rus misyoner, çok iyi Arapça ve Farsça bilmenin yanında Türkçenin neredeyse bütün lehçelerini gayet rahat bir şekilde konuşabiliyordu. Ömrünü Türklerin içerisinde geçiren İlminski, Kazan Üniversitesi’nde Türk dili profesörü olduğu gibi aynı zamanda Ortodoks İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesiydi.

İlminski hayatını bir tek gâyeye adamıştı. Rusya’da yaşayan bütün Müslüman Türkleri iyi birer Ortodoks Rus vatandaşına çevirmek. Müslüman Türklere Ortodoks Rusluğun kapısını açacak anahtarın dil eğitiminden geçtiğini bilecek kadar zeki bir adamdı. Çarlık Rusyası, Rusçayı dayatmak suretiyle diğer halkları asimile etmenin peşindeydi ama bu politikadan pek verim alamıyordu. Dayatma politikası tepkiye yol açıyor, Rus okullarına pek rağbet olmuyordu. İlminski sinsi bir politikayla bunun çaresini buldu. Kesinlikle dili dayatmıyor, Türk çocuklarını kendi ana dillerinde eğitirken Rusçayı ve Ortodoks inancını da yanında öğretiyordu.

İlminski metodunu kullanan ilkokul sistemi Rusya Millî Aydınlanma Bakanı Dimitri Tolstoy tarafından destekleniyor, 1870 yılında çıkarılan devlet kararnamesiyle Rusya çapında yaygınlaşması için önü açılıyordu. İlminski’nin ilkokulu dört yıllıktı. İki yıllık iki dönemden oluşuyordu. İlk iki yılda temel matematiğin yanı sıra anadilde okuma dersi vardı. Rus bakış açısıyla tarih dersi veriliyor, kilise ilahileri ve Rusça öğretiliyordu. İlminski müfredatıyla eğitim veren Hristiyan Tatarlar Merkez Okulu, Türk Tatar çocuklarının din değiştirmesi noktasında ciddi bir başarı sağlamış, 1917 yılındaki Bolşevik devrimine kadar bu okuldan çok sayıda öğretmen ve papaz mezun olmuştu.

Vasili Vasilevich Radlov - Opyt Slovaria Tiyurkih Nariechii.

Türkistan ve Türklük şuuru unutuldu

İncil’i birçok Türk lehçesine çevirip bastıran İlminski’nin Türkleri Hristiyanlaştırıp Ruslaştırma gayesinin mühim bir ayağını Türk lehçelerini mümkün olduğunca birbirinden ayırma, Türklük şuuru yerine mahallî kimliği öne çıkarma stratejisi oluşturuyordu. Böylece Türkistan adıyla bilinen kocaman bir coğrafya unutulacak, Tatar, Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen gibi alt kimlikler ortak Türk kimliğinin üstüne çıkacaktı. Çarlık Rusya’sının bile Türk lehçeleri olarak kabul ettiği mahallî lehçeler; Tatarca, Kazakça, Kırgızca, Özbekçe ve Türkmence olarak ayrı bir dil iddiasında bulunacaktı.

Lazar Zaharovich Budagov - Sravnitelnyi Slovar Turetsko Tatarskih Nariechii.

Çarlık Rusyası devrinde basılan Türk diline dair kitaplar bize şu hakikati söylemektedir. Nitekim Ermeni asıllı Rus dilbilimci Lazar Zaharoviç Budagov’un 1869 yılında basılan kitabının adı “Sravnitelʹnyi Slovar Turetsko Tatarskih Nariechii / Türk Tatar Lehçeleri Karşılaştırmalı Sözlüğü”dür.

Vasili Vasilevich Radlov’un 1893 tarihli kitabı ise “Opyt Slovar Tiyurkih Nariechii / Türk Lehçeleri Pratik Sözlüğü” adını taşımaktadır. Bugün gelinen noktaya baktığımızda İlminski’nin sinsi metodunun başarısı maalesef ortadadır.

Maksat enseyi karartmak değil. Biz sadece mevcut vaziyetin fotoğrafını çekiyoruz. Türklerin ortak dil ve alfabe üzerinden birlik oluşturma çabaları elbette sürmüş ve nihâî zafere dek kesinlikle sürecektir. Fakat “bunun başarıya ulaşması için elimizden geleni yapıyor muyuz” şeklinde iç muhasebe yapmak ve buna göre bir plan dahilinde sürekli ilerlemekle mükellefiz. Çünkü tarihin pek sık olmasa da kimi zaman önümüze çıkardığı fırsatlar var. Bunları değerlendirmek için hazırlıklı olmalıyız. Yelkenliyle yol almak için iyi bir rüzgârı yakalamak gerekir. Fakat yelkenleri açmayana rüzgâr da yardım edemez.

Fırsat ama kimin fırsatı?

Türkler açısından iki mühim fırsatın oluştuğunu görüyoruz. İlki, 1917 yılında Çarlık Rusya’sının yıkılmasıyla oluştu. Fakat kanlı bir iç savaş süreci neticesinde Bolşeviklerin başa geçmesiyle çabucak akâmete uğradı. Esasen aynı tarihlerde Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte İstiklal Savaşı’na mecbur kalınması da Türkler açısından bu fırsattan yararlanmayı mümkün kılamadı. Peki, 1926 yılında Bakü’deki İlim Sarayı’nda toplanan Birinci Türkoloji Kongresi bir fırsat olarak görülemez mi?

Her şeyden önce şu hususu bilmek lâzım: Türklerden çok daha önce Çarlık Rusya’sının önde gelen Türkologları bir Türkoloji kongresi düzenlemek için teşebbüste bulunmuşlardı. Nitekim Aleksandır Samoyloviç 1913 yılında bu uğurda epey uğraşmış fakat bir türlü aradığı desteği bulamamıştı. Zira az sonra yıkılacak olan Çarlık Rusya’sı zor zamanlardan geçiyordu. Fakat Bolşevikler iktidara gelince işler değişti. Samoyloviç, St. Petersburg nâm-ı diğer Petrograd şehrindeki Yaşayan Şark Dilleri Enstitüsü’nün başına getirildi. Derhal kolları sıvayan Samoyloviç ertesi yıl Bakü’ye gitti ve burada Türk ilim adamlarıyla temasa geçti. 1925 Eylül’ünde ise Ankara’yı ziyaret etti.

Türklerin ortak dil ve alfabe üzerinden birlik oluşturma çabaları elbette sürmüş ve nihâi zafere dek kesinlikle sürecektir. Fakat “bunun başarıya ulaşması için elimizden geleni yapıyor muyuz” şeklinde iç muhasebe yapmak ve buna göre bir plan dahilinde sürekli ilerlemekle mükellefiz. Çünkü tarihin pek sık olmasa da kimi zaman önümüze çıkardığı fırsatlar var. Bunları değerlendirmek için hazırlıklı olmalıyız. Yelkenliyle yol almak için iyi bir rüzgârı yakalamak gerekir. Fakat yelkenleri açmayana rüzgâr da yardım edemez.

Moskova Latincileri destekledi

Bu sürecin neticesinde 26 Şubat-6 Mart 1926 tarihleri arasında 12 oturum yapılmak suretiyle Birinci Türkoloji Kongresi toplanmış oldu. Kongreye katılanların büyük çoğunluğu Latin alfabesine taraftar kesimdendi. Enteresan husus, Moskova’nın desteğini bunlardan esirgemiyor oluşuydu. Kongreye katılanlar kabaca şu gruplara ayrılıyordu:

  • - Latin harflerini savunan Türkler.
  • - Rus Türkolog ve dilbilimciler.
  • - Alman Türkologlar.
  • - Bolşevik idarenin elemanları.
  • - Azınlıkta kalan Latin harf aleyhtarı Türkler.

Kazanlı Türkler ile alay edildi

Kongreye katılan 131 delegenin 92’si Türk, 20’si Rus, 3’ü Alman ve 1’i de Ukraynalıydı. Türkiye’yi Fuat Köprülü, Hüseyinzade Ali Turan ve İsmail Hikmet Ertaylan heyeti temsil ediyordu. Kazanlı delegeler İlminski tecrübesini ve Rusların niyetini yakından bildikleri için azınlıkta kalsalar da muhalefet etmeyi sürdürdüler. Türklüğe büyük hizmetleri geçen Kayyum Nasırî ve kongrede Arap harfleri lehine tek konuşmayı yapan Alimcan Şeref gibi isimler geri planda bırakıldı. Hatta Bakü gazetelerinde bunların aleyhine pek fena neşriyat yapıldı, karikatürler çizildi.

Kiril geldi Latinciler kurşuna dizildi

Netice itibariyle Bolşeviklerin dediği oldu ve Latin harflerine geçme kararı çıktı. Ama ne şekilde? Bir kere bütün Türkler için tek bir Latin alfabesi yoktu. İlminski’nin yolundan giden Bolşevikler, her bir Türk boyu için ayrı bir Latin alfabesi icat edip, bazı harfleri değiştirmek suretiyle Türklerin alfabe birliğini ellerinden aldılar. Üstelik bu alfabeyi de pek uzun kullanmadılar. 1938 yılında Türklere bu kez Kiril alfabesini dayattılar. Üstelik Bakü’de olduğu gibi ilmî bir kongreye ihtiyaç duyulmadı.

Dahası, 1926 Bakü Birinci Türkoloji Kongresi’ni tertip eden Türk münevverler bir bir kurşuna dizilerek ortadan kaldırıldı. Daha da enteresanı, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin Bolşevik zulmünü kınama yerine tasdik ve teşvik etmesi oldu. Zira Bolşeviklerin Latin harflerine geçişinin hemen ardından Kemalist Türkiye de Latin harflerine geçme kararı aldı.

Kafası karışıklar ülkesi

Fuat Köprülü.

Bakü’ye Türk delegesi olarak giden Fuat Köprülü, Kemalist harf inkılabından az sonra kaleme aldığı “Tanassur Hadisesi ve Hars Buhranı” isimli yazısında Latin alfabesinin kabul edilmesini şekilcilik olarak kınayan şu değerlendirmeyi yapmıştı:

“Çağdaş Avrupa cemiyetlerinin müesseselerini, kıymetlerini –aradaki sosyal şartların çatışması sebebiyle yalnız şekli bir surette– almaya çalıştık. İnkılaplarımızı tamamlamak için artık Arap harflerini de atarak Latin harflerini almak isteyenler, işte bu şekilperestliğin en açık birer numûnesidirler.”

Bakın aynı Köprülü daha sonra ne diyecekti:

“Hülâsa kültür hayatının her sahasında eskisiyle ölçülemeyecek bir ilerleme hasıl oldu... Alfabe inkılâbı, memleketin kültür hayatında muazzam hamleler doğurmuş, çok feyizli, müspet neticeler vermiştir.”

Son fırsat olabilir

Fırsat dediğin ele kolay geçmez. “Bu fırsattır” deyip ellerini ovuşturduğun şey de şayet ona hazır değilsen başkasının fırsatına dönüşebilir. Çarlık Rusya’sının yıkılmasıyla zahirde bizim için oluştuğu sanılan fırsatın Bolşeviklerin hanesine yazıldığını gördük nitekim. Asırlar boyu içinde bulunduğumuz sıkıntılar yüzünden felç olmuş bir haldeyiz, bunu baştan kabul edelim. Hadiselerin cereyan edişine kendi gücümüzü kullanarak pek tesir edemiyoruz. Dolayısıyla Türklük mevzu bahis olunca gözümüz, kulağımız bilhassa Rusya’da. Oradan gelecek bir fırsat muştusunu büyük bir heyecanla bekliyoruz.

Rusya büyük ülke, hiç hafife almayalım. Fakat biraz bizi andırıyor. Arada bir ciddi varoluş sancıları yaşıyor ve sil baştan yapıyor. Nitekim Bolşevik zihniyet de bir müddet esen rüzgârın ittirmesiyle yürüyor hatta koşuyor gibi göründü. Rüzgâr kesilince tâkâti olmadığı ortaya çıktı ve aniden tarihin girdaplı sularına gömüldü. Bu da bizim için ikinci ve belki de son fırsatı önümüze düşürdü.

Bu kez ilk fırsatta olduğu gibi koca bir imparatorluğu yitirmiş değildik. İstiklal Savaşı vermiyorduk en azından. Bu da semeresini verdi, Türk Devletleri Teşkilatı olarak ete kemiğe büründü.

32 yıldır neyi bekliyoruz?

Milletlerarası Çağdaş Türk Alfabeleri Sempozyumu.

Komünizmin çöküşüyle birlikte, 18-20 Kasım 1991 tarihinde Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’ne Türk dünyasının dört bir yanından 28 dilbilimci geldi ve ‘Milletlerarası Çağdaş Türk Alfabesi Sempozyumu’nda Türk dünyası için geçerli olması istenen 34 harfli bir Latin alfabesi belirledi.

29 harfli Türkiye alfabesine diğer Türk lehçeleri dikkate alınarak "Ä ä, X x, Q q, Ñ ñ, W w" harfleri ilave edilmişti. Ertesi yıl Bişkek, bir sonraki yıl ise Ankara ve Antalya’da çeşitli vesileler ile yapılan toplantılarda bu alfabenin lüzumu teyit edildi. Fakat her nedense şu vakte değin müşahhas bir ilerleme görülmedi.

Üstelik 25 Aralık 1991’de Azerbaycan, 12 Nisan 1993’te Türkmenistan ve 2 Eylül 1993’te Özbekistan Latin alfabesine geçme kararı aldı. Kazakistan ise 2025 yılını hedef olarak koydu. Buna rağmen hiçbiri üzerinde ittifak edilmiş 34 harfli alfabeyi almadığı gibi Türkiye de kendi alfabesine ilave 5 harfi ekleme teşebbüsünde bulunmadı.

  • Ortak alfabe niçin önemli?
  • Türk Dünyası Ortak Alfabe Komisyonu Birinci Toplantısı Astana’da yapıldı.
  • Türk Dünyası Ortak Alfabe Komisyonu Birinci Toplantısı Astana’da yapıldı.
  • Türk Dünyası Ortak Alfabe Komisyonu Birinci Toplantısı Astana’da yapıldı.
  • Ortak alfabe niçin önemli? Çünkü ortak edebî dile giden yol ortak alfabeden geçiyor. Ortak alfabe meselesini bir an önce çözebilirsek ortak edebî dil noktasında ciddî adımlar atmaya başlayacağız. 1991 yılından 2023’e 32 yıl adeta buzlukta dondurulan meselenin gündemin sıcaklığına taşınması o sebepten büyük bir ehemmiyet arz ediyor. Türk Devletleri Teşkilatı bünyesinde ‘Türk Dünyası Ortak Alfabe Komisyonu’nun kurulması ve ilk toplantısını 28-29 Mayıs 2023 tarihlerinde Kazakistan’ın başkenti Astana’da yapması işte bu yüzden sıradan bir haberden çok daha fazlası.
  • Türk Devletleri Teşkilatı tarafından ortaya konulan Türk Dünyası 2040 Vizyonu, ‘üye devletlerde daha iyi iletişim sağlamak için alfabe ve terminolojide birliğin sağlanması adına kapasite oluşturulması’ndan bahsediyor. 32 yıl bekledik, 17 yıl daha bekleriz. Yeter ki şu meselede ciddî adımlar atılsın, Türk dünyası ortak alfabe-ortak edebî dil ekseninde bir daha kopmayacak şekilde sımsıkı birbirine tutunsun.
  • Türk Runik alfabe ile Arap alfabesi de öğretilmeli
  • Esik kurganındaki gümüş tasın üzerinde 2500 yıllık Türk Runik harfleri.
  • Gönül isterdi ki, ortak alfabemiz ve ortak edebî dilimiz Esik kurganındaki gümüş tasın üzerine kazınmış 2500 yıllık Türk Runik alfabesi üzerinden yürüsün. Fakat şu vasatta gerçekçi olmak, 34 harfli ortak Latin alfabesi üzerinde buluşmak mecburiyetindeyiz. Bunu yaparken Türk Runik alfabesi başta olmak üzere Türk kültürüne 1000 yıl hizmet etmiş ve halen Doğu Türkistan, İran ve diğer coğrafyalarda Türklerin kullandığı Arap alfabesini de ilkokul sıralarında çocuklarımıza öğretmekle mükellefiz. Türk dünyasının birliği, aynı zamanda geçmişi gelecek ile buluşturmaktan, kültür hafızamızı diri tutmaktan geçiyor çünkü.