Suudi Arabistan yol ayrımında

SÜLEYMAN ŞAHİN
Abone Ol

Normalleşme işleri BAE ve Bahreyn gibi cüce ülkeler için mesele bile değil. Bir-iki kınamadan sonra sesler kesilir, kimsenin umrunda bile olmaz. Oysa Suudi Arabistan öyle bir ülke değil. 2 milyar Müslümanın nabzı Mekke ve Medine’de atıyorken böyle bir kararın ağır bedelleri olmayacağını sanmak safdillik olur.

20 Kasım 2019 Çarşamba günü Amerikalı sıradan vatandaş için sıradışı bir gündü. Çünkü ülke siyasetini doğrudan ilgilendiren iki önemli olay peş peşe gerçekleşecekti. İlki, günün erken saatlerinde canlı yayınlanan Trump’ın azil soruşturmasıydı. 7 Şubat 2020’de görevini Ronald Gitwitz’e devredecet olan zamanın ABD’nin AB nezdindeki büyükelçisi Yahudi asıllı Gordon Sondland, Trump-Biden rekabetinde ciddi patırtı koparan Ukrayna meselesine ilişkin soruşturma komitesi önünde ifade vermişti.

Cemal Kaşıkçı’nın öldürülme emrini Suudi Arabistan liderinin verdiği neticesine ulaştı. Dışişleri Bakanlığı da Suudi Arabistan’ın şiddete başvurmayan muhalifleri infaz ettiğini ve işkenceye maruz bıraktığını teyit etti.

Aradan iki saat geçmeden Demokrat Parti’nin Başkanlık Seçimleri için öne çıkan 10 adayı Georgia eyaletinin Atlanta şehrindeki tartışma programına katılarak seçmen önünde performans yarışına çıkmışlardı. Şimdi başkan ve yardımcısı olarak sarmaş dolaş pozlar veren Biden ile Harris o vakitler rakip saflarda birbirlerine laf yetiştirmekle meşguldu. MSNBC TV kanalıyla Washington Post gazetesinin ortaklığında düzenlenen programın moderatörü sağlık reformundan ırk ayrımcılığına, Trump’ın azli meselesinden dış politikaya değin pek çok konuda Demokratların başkan adaylarına sorular yöneltmiş, adaylar seçmeni etkilemek için dil dökmüşlerdi.

Bin Selman bedel ödemeli

Derken moderatör Biden’a sordu: “CIA, ABD’de yerleşik gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülme emrini Suudi Arabistan liderinin verdiği neticesine ulaştı. Dışişleri Bakanlığı da Suudi Arabistan’ın şiddete başvurmayan muhalifleri infaz ettiğini ve işkenceye maruz bıraktığını teyit etti. Fakat Başkan Trump, Suudi liderleri bu konuda cezalandırmadı. Siz olsanız cezalandırır mıydınız?

  • Biden’ın cevabı gayet net oldu: “Evet. Ben o vakit Kaşıkçı’nın bir cinayete kurban gittiğini, cesedinin paramparça edildiğini söylemiştim. Bunun Veliaht Prens’in talimatıyla yapıldığına inanıyorum. Net bir ifadeyle söylemeliyim, onlara daha fazla silah satmamamız gerekiyordu. Onlara bunun bedelini ödetmeliydik. Onlara hak ettikleri parya muamelesi yapmalıydık.”

ABD Başkanlık Seçimlerinde Trump’ın kaybetmesinin Suudiler için ne mânâya geldiğini şimdi sanırım daha net bir şekilde anlamış bulunuyoruz. Zaten dikkatinizi çekmişse, son günlerde Suudi Arabistan dolaylarında siyasetin havası inanılmaz derecede puslu. Şayet Biden sözlerinin arkasında duracak tıynette biriyse, son G20 Zirvesi, Veliaht Bin Selman’ın bir lider olarak uluslararası kamuoyuna verdiği son görüntü olabilir. Bunun gerçekleşme ihtimali üzerinden bir bahse tutuşmaya gerek yok. Böyle bir ihtimalin varlığı bile Suudi cenahında büyük bir depreme neden olmuş durumda.

Netanyahu bile inkar etmedi

Bizim cenaha gelince... Gazeteler 21 Kasım’da, G20 Zirvesi’nin hemen öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suudi Arabistan Kralı Selman ile yaptığı telefon görüşmesini ‘buzların kırılması’na yormaya başladılar. Bu görüşmenin ertesi günü Reuters haber ajansına konuşan Suudi Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan "Türkiye ile iyi ve mükemmel ilişkilere sahibiz” deyiverince yelkenler daha da inmiş oldu. Bu arada şöyle bir söz de etti: "Türk ürünlerinin gayriresmî şekilde boykot edildiğine ilişkin hiçbir veri yok."

BAE’nin en büyük düşmanı: Bin Zayed
Gerçek Hayat

Pandemi dolayısıyla sanal ortama taşınan yavan G20 Zirvesi’nin hemen ardından ise tam mânâsıyla kızılca kıyamet koptu. Yanına MOSSAD başkanı Yossi Cohen’i alan İsrail Başbakanı Netanyahu, Suudi Arabistan’ın yeni yüzü olacağı lanse edilen Neom kentine uçtu. İsrail cihetinde ilk günden itibaren ziyaretin varlığı hakkında yazılıp çizilirken, hatta resmi makamlar bile bunu doğrularken Suud cephesinden inkar sadası yükseldi.

İsrail Başbakanı Netanyahu, Suudi Arabistan’ın yeni yüzü olacağı lanse edilen Neom kentine uçtu.

“Türkiye ile iyi ve mükemmel ilişkilere sahibiz. Türk ürünlerinin gayriresmî şekilde boykot edildiğine ilişkin hiçbir veri yok" diyen Suudi Dışişleri Bakanı, kameraların önüne geçip en iyi bildiği işi yaptı, yani yalan söyledi ve dedi ki:

"ABD Dışişleri Bakanı Pompeo'nun son ziyareti sırasında Ekselansları Veliaht Prens ile İsrailli yetkililer arasındaki sözde toplantıyla ilgili basında çıkan haberleri gördüm. Böyle bir görüşme gerçekleşmedi. Hazır bulunan yetkililer sadece ABD'li ve Suudi idi."

Oysa Netanyahu bile “yalan” diyememişti. Konuya ilişkin sözü ancak şu olmuştu.

"Buna benzer konularda yıllardır yorum yapmadım ve şimdi de yapmayacağım. İsrail'i güçlendirmek ve barış çemberini genişletmek için yıllardır hiçbir çabadan kaçınmadım."

İsrail Eğitim Bakanı Yoav Gallant ise İsrail ordu radyosuna gayet net konuşmuştu:

"Her ne kadar yarı resmi bile olsa kamuoyuna yansıyan Netanyahu-Bin Selman görüşmesi, gerçekten yapılmış olması itibariyle büyük önem taşıyor."

Boykot yapılmadı yalanı

Suudi Dışişleri Bakanı’nın yalan söyleme rahatlığı profesyonel oyunculara taş çıkartacak seviyede. “Türk ürünlerinin gayriresmî şekilde boykot edildiğine ilişkin hiçbir veri yok" derken aklından neler geçiyordu acaba?

Biz mi yanlış hatırlıyoruz acaba? Suudi Arabistan Ticaret Odaları Başkanı Aclan bin Aclan, 3 Ekim'de sosyal medya hesabından paylaşım yapmamış mıydı? Bu paylaşımda, "Türkiye'ye ithalat, yatırım ve turizm alanlarında boykot" çağrısında bulunmamış mıydı? Türkiye’yi boykot etmenin bir vatandaşlık görevi olduğunu söylememiş miydi? Aclan bin Aclan kim ki, kendi başına koskoca Türkiye’ye boykot çağrısı yapacak? Hele de Suudi Arabistan gibi. siyasi konularda izin verilmeden tek kimsenin tek kelime edemeyeceği bir ülkede?

Suudi Emirliğine doğru

Suudiler şu anda ciddi bir yol ayrımında ve ciddi bir kafa karışıklığı yaşıyorlar. Bir yanda Bin Selman ve hempalarının tepesinde sallanan Biden kılıcı, bir yanda Netanyahu ile Trump devrinde alınan onca yola rağmen süren belirsizlik hali, çökmeye doğru koşar adım yürüyen bir ekonomi, Neom gibi elde kalması muhtemel dev projeler...

Normalleşme işleri BAE ve Bahreyn gibi cüce ülkeler için mesele bile değil. Bir-iki kınamadan sonra sesler kesilir, kimsenin umrunda bile olmaz.

Normalleşme işleri BAE ve Bahreyn gibi cüce ülkeler için mesele bile değil. Bir-iki kınamadan sonra sesler kesilir, kimsenin umrunda bile olmaz. Oysa Suudi Arabistan öyle bir ülke değil. 2 milyar Müslümanın nabzı Mekke ve Medine’de atıyorken böyle bir kararın ağır bedelleri olmayacağını sanmak safdillik olur.

Eğer ABD menşeli BOP haritalarındaki gibi Riyad civarına sıkışmış bir Suudi Emirliği’nden bahsediyor olsaydık mesele kolaydı. Böyle bir devletçik Netanyahu ile mi oturur, Trump ile mi, yoksa bizzat şeytanın kendisiyle mi, doğrusu kimseleri pek ilgilendirmezdi. Zaten Bin Selman aklının ülkeyi eninde sonunda götüreceği nokta da tam olarak burası görünüyor.