Sufilik adı altında Budist felsefe
İslam toplumlarına yönelik ciddi bir tehlike söz konusudur. Sûfîlik adı altında karşımıza resmen Budist felsefesi çıkartılmak isteniyor. İslam dini, modernist bir fikir akımı olarak pazarlanmaya çalışılıyor. Dikkat edelim; bütün bu yanlış oluşumların arkasında Batı merkezli düşünce kuruluşları var. Ve elbette onların yerli işbirlikçileri…
11 Eylül 2001 ve sonrasında yaşanan süreç dünya üzerinde pek çok dengeyi sarsmasından başka aynı zamanda Amerika’nın da dış politikada yeni bir paradigmaya gittiği tarih olur. Bilindiği gibi “Yeşil Kuşak Projesi” adı altında komünizmle mücadele etmek için Amerika’nın radikal hareketlere verdiği destek artık bu tarihte yani komünizmin yıkılmasının ardından rafa kaldırılan bir hâl alır. Radikal, silahlı hareketlerin teşvik edici bir müessiri olarak görülen Vehhâbî çizginin yerine daha da itidalli olanların desteklenmesi gerektiği, özellikle 2001 sonrasında Amerikan kamuoyu tarafından devlet yönetimine yapılan baskı ile de kesinlik kazanır. “Ilımlı İslam” dediğimiz tabirin bu tarihten sonra gündemimize girmesi de zaten izahını yaşanan bu gelişmelerde bulur.
Ilımlı İslam Projesi için düğmeye basıldı
Modernist, liberal söylemli İslâmî hareketler ile suiistimale açık sûfîlik anlayışının bu proje için tam da biçilmiş kaftan olduğu gerçeği, Daniel Pipes ve Bernard Lewis gibi Amerika’nın Ortadoğu siyasetinin stratejistleri tarafından fark edilir. Washington’daki meşhur düşünce kuruluşu Nixon Center tarafından düzenlenen “Tasavvufu ve Amerikan Politikasındaki Potansiyel Rolünü Anlamak” başlıklı, Zeyno Baran tarafından yönetilen panel bu gayeyi gerçekleştirmek için atılan adımların ilklerinden olur. Edward Sid tarafından “20’nci yüzyılın bir numaralı oryantalisti” şeklinde tavsif edilen Bernard Lewis’in buraya konuşmacı olarak davet edilmesi şaşırtıcı değildir.
Ayrıca 2003 yılında RAND Düşünce Kuruluşu tarafından yayınlanan “Uygar Demokratik İslam; Partnerler, Kaynaklar ve Stratejiler” isimli hacimli rapor, yapılacak çalışmalar için âdeta bir yol haritası hüviyeti taşır. İslam dünyasında radikaller, gelenekçiler, modernistler ve laikler olmak üzere dört bakış açısının bulunduğu belirtilen raporda sûfî hareket de modernistler içerisinde değerlendirilir. Raporda modernistler desteklenmesi gereken en önemli grup olarak belirtilirken, F. Gülen’in başında olduğu terör örgütünden de övgüyle bahsedilir. 2004 yılında Carnegie Ortadoğu Merkezi tarafından, 2005 yılında Barış Enstitüsü tarafından ve ayrıca yine RAND’ın 2007 ve 2009’da yayınladığı başka raporlarla bahsettiğimiz paradigma netlik kazanmış olur.
İhalenin taşeronu: BAE
Amerika’nın bu projesinin yürümesinde başını Emirlikler’in çektiği çalışmalar hayli dikkat çekicidir. 2013 yılında kurulan ve sosyal medyada da bir hayli aktif olan “Sınırsız Müminler Kuruluşu” tasavvufla işlenmiş modernist fikirlerin, yapılan çeşitli yayınlarla Arap dünyasına ihraç edildiği önemli bir yer olarak günümüzde hayli faal çalışmalar yürütür. Amerika’da bu projenin ortaya çıktığı döneme paralel olarak harekete geçen tasavvuf merkezli “Tâbe Kuruluşu” yaptığı çalışmalarla Arap dünyasında popüler olmayı başarır. 2005 yılında kurulan Ebu Dabi merkezli yapının böylesine faal olmasında kuruluşun başındaki ismin; Habîb bin Ali el-Cifrî’nin Yemen’den Fas’a kadar uzanan şöhreti bir hayli etkili olur.
Ali El Cifri kim ?
11 Eylül sonrasındaki süreçte “ılımlı İslam” söylemini savunan bir davetçi sûfî olarak ortaya çıkan Ali el-Cifrî, yaptığı ilginç çıkışlarla Amerika’nın projesi için ne kadar kullanışlı olabileceğini ispatlar. Darbeye verdiği destek ile tanınan Mısır Müftüsü Ali Cuma ile İsrail’in koruması altında yaptığı 2012 yılındaki Mescid-i Aksâ ziyareti, aynı yıl Esed’in yanında duran Ramazan el-Bûtî’ye verdiği destek, sonrasında Mısır’da Sîsî tarafından yapılan darbenin destekçisi olması Ali el-Cifrî’nin kim olduğunu açıkça ortaya koyar.
“Osmanlı 1. Dünya Savaşı’na girmemiş olsaydı Arap ülkeleri işgal edilmemiş olacaktı” sözüyle kendisine verilen vazifeyi yerine getiren Ali el-Cifrî, aynı projeye hizmet eden pek çok isimle de yakın temas içerisinde olur. Arkasındaki devlet ve medya desteği ile çok sayıda ödül töreni, festival, program gerçekleştiren Cifrî’nin 2013 yılında Çeçenistan’da katıldığı tasavvuf konulu kongre de altı çizilesidir. Çeçenistan’ın tasavvufa meraklı lideri olan Ramazan Kadirov tarafından düzenlenen kongre, tasavvuf aracılığıyla yapılacak “Ilımlı İslam” projesinin sadece Amerika tarafından değil, karşı kutupta yer alan Rusya tarafından da kullanıldığını gösterir.
Dini söylemin yenilmesi tuzağı
Putin’in Çeçenistan’da tasavvufu kullanması bilinen bir gerçektir. Foreign Affairs Dergisi, konuyla ilgili bir yayında bu noktaya işaret eder. İslam ülkeleri tek tek mercek altına alarak incelenirse, pasifize etme çalışmasıyla bir fikrî işgal gerçeği ortaya çıkacaktır. Sisi’nin Mısır’da ısrarla vurguladığı, akademi ile basını da buna hizmetkâr kıldığı “dînî söylemin yenilenmesi” gayretinin altında bu niyet yatmaktadır. Bu durum Türkiye’de kimi modernist, sûfî, liberal eller tarafından yürütülmeye devam etmektedir.
BAE tarafından desteklenen Ali el-Cifrî yalnız değildir. Yusuf el-Kardâvî’nin başkanlığını yaptığı Müslüman Âlimler Birliği’nde bir dönem başkan yardımcısı olarak bulunan Şeyh Abdullah bin Beyyeh de sonrasında Kardâvî’den ayrılarak BAE destekli “Müslüman Toplumlarda Barışın Güçlendirilmesi” kuruluşunun başına geçmiş, burada tasavvuf tandanslı barışın vurgulandığı bir dizi çalışma yürütmeye başlamıştır. Beyyeh’in faaliyet ve söylemlerinin Amerika politikası ile olan paralelliğini, 2014 yılında Obama’nın Birleşmiş Milletler kürsüsünden kendisine teşekkür etmesiyle okumak mümkündür . Beyyeh, bu din anlayışını yayma amacıyla Ortadoğu, Amerika, Avrupa ve Afrika’dan pek çok sûfî ismi “Uluslararası Barış Forumu” organizasyonunda ağırlar.
Gerçek Sufîlik bu değil
30 ülkeden 250 katılımcının yer aldığı forumun şeref misafiri kimdir? Osmanlı’ya hakaret eden BAE Dışişleri Bakanı Abdulah bin Zâyid . Beyyeh, burada yaptığı konuşmasında “cihadçı”, “selefi”, “ihvancı” hareketlerden uzak durmanın önemine vurgu yapar, doğru olanın Emirlikler tarafından desteklenen “sûfî İslam” olduğunun ısrarla altını çizer. Bugün Ortadoğu’yu kan ve ateşe boğan BAE tarafından desteklediği bu projenin Müslümanlar lehine bir teşebbüs olmadığı açıktır.
BAE’nin fonladığı “light” sûfîlik anlayışının Mâverâünnehir bölgesinde harplere katılıp şehit düşen Şakîk-i Belhî gibilerin yolu olmadığı açıktır. Düşman işgaline karşı müritleriyle birlikte silahına sarılan Kafkas kartalı Şeyh Şamil’in de, çöl aslanı Senûsî Ahmed Şerîf’in de yolu bu değildir.
Suudi Arabistan e minvalde?
BAE böyle, peki müttefiki Suudi Arabistan’da durum nasıl? Sûfîliğin zıddı olan Vehhâbîlik anlayışının temsilcileri ne durumda? Amerika’ya yaptığı 2018 yılındaki bir ziyarette Washington Post muhabirinin kendisine yönelttiği “Günümüzde mevcut terörizmin köklerinin bağlı olduğu Vehhâbî düşüncenin yayılmasında Suudi Arabistan’ın rolü nedir?” şeklindeki suale M. bin Selman tarafından verilen cevap önemlidir. Vehhabiliğin “Yeşil Kuşak Projesi” kapsamında Sovyetler’e karşı bizzat Batı’nın talebiyle desteklenmiş bir proje olduğunu ifade eden Selman, siyasî bir gaye uğruna kullandığını itiraf eder. “İslam’ın aklî ve basit olduğunu düşünüyorum, fakat bazıları bunu gaspetmek için uğraşıyor” diyen Selman, “Vehhâbîliğe artık devlet desteği verilmiyor, Suudi Arabistan’daki kimi özel kurumlar hariç kimse destek sağlamıyor” diyerek meseleye noktayı koyar. İslam toplumlarına yönelik ciddi bir tehlike söz konusudur. Sûfîlik adı altında karşımıza resmen Budist felsefesi çıkartılmak isteniyor. İslam dini, modernist bir fikir akımı olarak pazarlanmaya çalışılıyor. Dikkat edelim; bütün bu yanlış oluşumların arkasında Batı merkezli düşünce kuruluşları var. Ve elbette onların yerli işbirlikçileri…