Su; har vurup harman savurduğumuz nimet…
Su, Türkiye gibi kalkınma konusunda kıymetli adımlar atan ve bölgesel güce dönüşen bir ülkenin vatandaşları olarak daha fazla ihtimam göstermemiz gereken bir kaynak. Çünkü yetersizliğinde ülke ekonomilerinin arzu edilen düzeylere çıkmasına imkân vermeyecek kadar önemli bir kaynağa dönüşmüş durumda. Yavaş yavaş petrolü geride bırakan dünyanın gelecekte "gaz savaşları" kadar "su savaşları" ile karşı karşıya kalacağı gerçeği bilinirken suyun artık “milli hassasiyet” kapsamında değerlendirilmesi gerekiyor.
Su hayatidir. Hayati olduğu kadar nadir, nadir olduğu kadar sınırlı. Tarihî olarak her daim gerilim ve çatışmaya sebebiyet vermesinin ardında hep bu istisnalar yatar. Gittikçe kıtlaştığı zamanlarda ülke ve bölgelerin hayatî ve iktisadî şartlarını derinden sarsabilmesi yanında birbirleriyle ilişkileri ve politikaları belirleyebilen bir güce sahip olması da bundan.
Bu çarpıcı gerçeğe rağmen varlığımızın temeli olan su ile ilişkimize bakıldığında birçok nimete karşı takındığımız vefasızlığı ondan da esirgemediğimiz görülüyor. Yokluğunda ehemmiyetini anlıyor gibi olsak da, varlığında alışılmış vurdumduymazlığı sergilemekten geri kalmıyoruz.
Yani Allah’ın verdiği, devletin tahsis ettiği rahmetin değerini yeterince kavramış değiliz.
Yağmuru hasat etmeyi bilmiyoruz
Vatandaşın suya karşı ilgisizliği bir yana, su savaşlarının yaşanacağı zamanlara hâlâ belediyesine tahsis edilen suyun yarısını alt yapı yetersizliği nedeniyle heder eden, yağmuru ‘hasat’ etmeyi henüz öğrenemeyen bir belediyecilik anlayışıyla giriyoruz. Bir de yağmurun sele dönüşmeden akabileceği dere yataklarını evlerle, molozlarla, çöplerle doldurmanın tuhaflığını es geçen bir belediyecilikle.
Belediyelerin suyun dağıtımı ve kullanımında yaşanan israfa duyarsızlıkları yanında yağmura karşı sürdürdükleri ilgisizlik, suyumuzla haşır neşir olan bu kurumların susuzluğun hayatı nasıl etkileyeceğinden bihaber olduklarının işareti. Korona salgını sonrası cadde ve yolları foşur foşur yıkayan belediyelerin varlığı da bunu söylemek için yetiyor zaten.
Tatlı su miktarı yüzde 3
Hâlbuki hepimizin unutmaması gereken bir hakikat var. O da Yaradan’ın bu rahmetini bizlere sınırlı tahsis ettiği. Yani her ülkenin hesabına düşen su miktarı sanıldığı gibi yağmur yağdıkça artmıyor. Üstüne suyu kullananların sayısı yükseldikçe kişi başına düşen miktar azalıyor.
- Dünyada hesaplanan toplam su miktarı 1,4 milyar km3. Lakin bu miktarın yüzde 97’sini deniz ve okyanuslardaki tuzlu sular oluşturuyor. Hesaptan da anlaşılacağı üzere ihtiyacımız olan tatlı su geriye kalan yüzde 3’lük kısımda. Onun da hepsi içmek için değil. Tarımdan sanayiye, araba yıkamadan tuvalet kullanımına, bahçe sulamaktan havuz doldurmaya kadar kullanılan suyun tümü bu yüzdenin içinde.
Ülkemiz, Allah’a şükür birçok verimli göl ve nehirlere sahip. Lakin buna rağmen tatlı su kaynakları açısından su zengini bir ülke değiliz aslında. Tüketimi konusunda gerekli önlemler alınmadığı, yeterli duyarlılıklar geliştirilmediği takdirde yakın gelecekte su sorunları yaşayan bir ülke olabilme ihtimali dahi var.
Su fakiri olmayalım
DSİ verilerine göre mevsimlere ve bölgelere göre farklılık göstermekle birlikte ülkemizin yıllık ortalama yağış miktarı 574 mm. Bunu nüfusa vurduğumuzda yıllık tatlı su potansiyelimiz ortalama 450 km3 civarında çıkıyor. Fakat gerek buharlaşmalar, topografik düzensizlikler, yağış ve su kaynaklarının bölgelere göre dengesiz dağılımı, gerekse su kaynaklarının bütüncül değil de parçalı ve kısa vadeli yönetilmesi sebebiyle hesaplanan miktarın hepsinin kullanılması mümkün olmuyor.
Sonuçta elimizde yıllık 112 milyar m3 civarında kullanılabilir su kalıyor. Yani kişi başına 1349 m3’tatlı su düşüyor. Bu miktar 2000 yılında 1692 m3 idi. Demek ki son 20 yılda kişi başına düşen suyumuz 343 m3 azalmış. Bu düşüş mevcut nüfus artışı ve tüketim alışkanlıklarıyla devam etmemiz durumunda nasıl bir tabloyla karışılacağımızı gösteriyor.
Bir ülkenin tatlı su miktarı kişi başına 2000 m3’ün altında ise o ülke ‘suyu az’, 1000 m3’ün altına düştüğünde ise `su fakiri` sınıfında değerlendiriliyor. Bu açıdan paylaştığımız sayılar mevcut kaynaklarımızı korumanın ve yaşatmanın önemini ortaya koyuyor.
İsraf en büyük sorun
Ortada bu gerçek dururken maalesef hâlâ suyumuzu israf etmeye, suyun aktığı yatakları bozup çarpık yapılaşmalara kurban etmeye, sularımızı kirletmeye devam ediyoruz. Demek ki, su kaynaklarının optimum kullanımı hususunda meselenin önemini hâlâ kavramış değiliz. Bu sebepten öncelikle suyun ekonomik kullanımıyla ilgili bilgilendirme ve uygulamalara daha fazla önem vermek gerekiyor. Yerleşim yerlerindeki alt yapıların yenilenmesi, aşırı su tüketen bahçe ve rekreasyon düzenlemeleri yerine az su isteyen alternatif yöntemlerin geliştirilmesi, yağmurun günlük birçok işte kullanılacak şekilde hasat edilmesini zaruri hale geliyor.
Öte yandan üç yanı denizlerle çevrili bir ülkede büyük bir su israfına sebep olan ‘havuz’ çılgınlığının artık kontrol altına alınması şart. Olacaksa her eve/siteye havuz/lar yerine semt havuzların yapılması daha doğru bir uygulama. Arabaların, caddelerin, sitelerin, işyerlerinin yıkanmasında tatlı su kaynaklarının kullanılması da kesinlikle engellenmeli artık.
Atık suyu değerlendirmek lazım
‘Atık su’ kullanımı ise artırılmalı. Günümüzde sadece mutfakta, banyoda, tuvalette harcanan temiz suyun haddi hesabı yok. Oysa tuvalet dışında harcanan “gri su” arıtıldıktan sonra en azından tuvaletlerde kullanılabilmesi mümkün.
- Bugün tatlı su miktarının 44 milyar m3’lük kısmı ziraî sulamalar için kullanılıyor. Tarımda harcanan su miktarının devasalığı ‘etkili ve verimli sulama’ metotlarını yaygınlaştırmanın gerekliliğini gösteriyor.
Covid-19 illeti başımıza sarıldığı günden beri gıda ve tarımın önemi konuşulurken su meselesi daha da ehemmiyet kazanıyor. Hele de evlere kapandığımız şu günlerde israfın önlenmesi bir yana daha fazla kullanımı artıyorken… Hele de birçok bölgede kurak bir sonbahar geçirip, kışa da yağmursuz giriyorken.
Su savaşları kapıda
Su, Türkiye gibi kalkınma konusunda kıymetli adımlar atan ve bölgesel güce dönüşen bir ülkenin vatandaşları olarak daha fazla ihtimam göstermemiz gereken bir kaynak. Çünkü yetersizliğinde ülke ekonomilerinin arzu edilen düzeylere çıkmasına imkân vermeyecek kadar önemli bir kaynağa dönüşmüş durumda. Bu açıdan, yakın gelecekte içme kadar sulama ve enerji ihtiyacının karşılanmasındaki ehemmiyeti nedeniyle daha fazla anlaşmazlıkların merkezine oturması ve düşük maliyetli su temini imkânlarının azlığı sebebiyle su kullanıcıları üzerinde gerginliğe sebep olması kaçınılmaz görünüyor.
Yavaş yavaş petrolü geride bırakan dünyanın gelecekte "gaz savaşları" kadar "su savaşları" ile karşı karşıya kalacağı gerçeği bilinirken suyun artık “millî hassasiyet” kapsamında değerlendirilmesi neslimizin devamlılığı için de zaruri.
“Su hayattır” deyip duruyoruz. Fakat nedense Allah’ın bahşettiği bu kıymeti ölçülmez nimete karşı hoyrat olmaktan da vazgeçmiyoruz…
Peki neden?
Yoksa parasıyla da olsa suyu karneyle almaya mı heves ediyoruz?