Şeyhin sahtesi olur mu?
‘Şeyh’ kelimesi, lügatteki mânâsı itibariyle “yaşlı kimse” demek. Bunun çoğulu olarak da şüyûh ve meşâyih kelimeleri kullanılıyor. Ancak ıstılâhî karşılığı tasavvufta mürşid kimse için kullanılmıştır ki, “şeyh” deyince akla doğrudan mürşid gelir.
Tasavvufun ekolleştiği tarikatlarda, ‘seyr-i süluk’ denilen mânevî yolculuk sonrası nefsi terbiye eder ve irşad makamına geçecek olan kişi bu mertebeden sonra mânevî bir işaret ile posta geçerdi. Bu usûl ile irşad faaliyeti yürüten şeyh, kelimenin de kökeni olan kişiyi “rüşd” sahibi kılmaya, doğruyu yanlıştan ayırt edip bunu tatbik edebilecek kabiliyete kavuşturmaya çalışırdı. Bu usûl, medresede tahsil edilen zâhirî ilmin yanında kişinin bâtınî (iç) dünyasını ahlâk ile bezemek için tercih edilirdi.
Tabii ki her müessesede olduğu gibi tarikatta da bu işi istismar edenler hep oldu. Kimisi şahsî menfaat temin etmeye çalışırken kimisi de Şah İsmail’de olduğu gibi işi siyaset sahasına çekti. Bu tip sahte şeyhler veya yoldan çıkıp da şeyhliğinde bir sıkıntı görülmeyenler için tarihimizde “müteşeyyih” tabiri kullanılır.
Şeyh ve Müteşeyyih ayrımı
- Peki, şeyh ve müteşeyyih ayrımı nasıl yapılabilir?
Bunun için evvela şeyhin “şeriat” dairesi dışında söz ve hâl içerisinde olmadığını tayin edebilecek bir bilgiye ihtiyaç var. İslam hukukuna aykırı, Kur’an ve sünnet dışında konuşan ve yaşayan bir şeyh istediği kadar silsileye sahip olsun bâtıl (sapkın) olarak tanımlanır. Ancak bundan sonradır ki, yazılı icazet kontrolüne geçilebilir.
Tarikatta icazetin yazılı oluşu meşruiyetin bir göstergesidir. Medrese ve birçok sahada olduğu gibi tarikatta da ‘yazılı icazet’ şarttı. Bir insan hakiki mânâda Allah dostu olabilir, elinde yazılı icazet de yoktur ancak ‘kimin bu işte ehil olup olmadığını dışarıdan söylemek mümkün olmadığından’ yazılı icazet asıl kabul edilir.
Diğer taraftan bir tarikatın kendi yoluna has asırlardan gelen bir sistematiği vardır. Bu da evrad ve ezkâr ile devam ettirilir. Evrad, vird kelimesinin çoğulu olup günlük tekrarlanan şeyleri ifade eder. Bu evradın bir kısmını salavat bir kısmını Kur’an sureleri diğer bir kısmını da dua oluşturur ve mürid bunu ölene kadar yapar. Ezkâr ise zikir kelimesinin çoğulu olup nefis mertebeleri yükseldikçe sayılar ve Allah’ın isimlerinden bazıları eklenir. Bunlar tarikatta olmazsa olmazdır. Ayrıca şeyh, hurda-i tarik denilen tarikatın âdet ve inceliklerini bilir, cehrî (sesli) zikir yapılıyorsa âyini idare eder; müridlerin rüyalarını dinler ve bu rüyaların kimini tabir, kimini tevil kimisini de tehir eder.
- Necmeddîn-i Dâye şeyhi tanımlarken müridlerin ihtiyacı çerçevesinde şeyhin temel şeriat bilgilerini öğrenmesi, Ehl-i sünnet inancına sahip olması gibi özelliklerden başlayarak yirmi nitelik saymıştır. Şeyhliğin rükünleri diye nitelendirdiği bu vasıfların yanı sıra Necmeddîn-i Dâye ayrıca şeyhliğin şartları olarak Kur’ân-ı Kerîm’de (el-Kehf 18/66) Hızır’ın vasıfları arasında geçen Allah’a ubûdiyyet, Hak’tan gelen hakikatleri doğrudan almaya ehliyet, Hak katından gelen özel rahmete mazhariyet, vasıtasız şekilde Hak’tan bilgi öğrenme, ilm-i ledün sahibi olma gibi özellikleri kaydetmiştir (Casim Avcı, “Şeyh”, DİA, s. 49).
Bu bilgilerin kontrolü müşkül olduğu için zaman zaman ortaya çıkan istismar engellenmeye çalışılmış hatta 1866 yılında hem tekkeleri denetlemek hem de tekkelerin idari işleriyle ilgilenmek üzere Meclis-i Meşayih şeyhülislamlığa bağlı bir kurum olarak ortaya çıkmıştır.
Ancak bu kurum Cumhuriyetle birlikte tekke ve zaviyeler gibi ortadan kaldırılmıştır. Kullanışlı sapkınlara hiç dokunulmazken ehil olanlar ölümde dâhil büyük zulümlere mâruz kalmıştır. Hatta İsmet İnönü, tasavvufu tümüyle yok etmek ve kötü amaçları için kullanmak üzere Ticanilik ve Biberiye gibi sözde tarikatlar kurdurmuştur. İşleri bitince bunlar da tasfiye edilmiştir. Meclis-i Meşayih gibi bir müessese olmadığı için son hâdisede olduğu gibi bazı sapkınlar şahsî nedenler veya bir yapının projesi olarak sahneye çıkabiliyor.