Şark ekspresi: Bir seyahatten çok daha fazlası

SÜLEYMAN ŞAHİN
Abone Ol

Şark Ekspresi ile Pera Palas’a sadece Avrupalı yolcular değil, Avrupa kültürü de akın akın geliyor, İstanbul'un çehresi günden güne değişiyordu. Charles King, “Pera Palas’ta Geceyarısı - Modern İstanbul'un Doğuşu” isimli kitabının 169. sayfasında şöyle diyordu: “Pera Palas’ta 31 Aralık 1925 akşamı toplananlar ilk kez yılbaşını kutluyorlardı. Ocak 1926'ya girildiğinde şampanyalar patlayıp konfetiler uçuşmaya başladığı sırada, bütün bu insanlar hem yeni bir yıla hem de yeni bir çağa adım atıyorlardı. İlk kez bütün İstanbullular teknik açıdan gece yarısı denen vakit üzerinde fikir birliğine varmışlardı.” Evet, İstanbul değişiyor, Şark Ekspresi ile Pera Palas bu değişime öncülük ediyordu. Nitekim şapka devrimi yapıldığında Paris’ten İstanbul’a koli koli şapkayı da Şark Ekspresi taşıyacaktı.

Gazeteleri kurcalarken gözümüze bir haber takıldı. Türkiye’nin en zengin ailelerinden birine mensup bir isim, yıllardır hayalini kurduğu bir seyahati gerçekleştirmek üzere biletini almış, Aralık ayından Ağustos’a değin tam dokuz ay dört gözle bu seyahati bekleyecekmiş. Yüzyılı aşkın bir süredir dünyanın en lüks seyahat konsepti olan ve Paris-İstanbul-Paris hattında sefer yapan Şark Ekspresi, nâm-ı diğer Orient Ekspres’den bahsediyoruz. Hatta bu isim, dokuz ay kös kös beklemektense aynı konseptin Paris-Venedik hattına binerek bir nevi idman da yapmış.

Şark Ekspresi’nin 5 gece ve 6 gün süren tek yönlü İstanbul-Paris seyahatinin bedeliyse dudak uçuklatan cinsten, tamı tamına 17 bin 500 Euro. “Şark Ekspresi de neymiş, zenginlerin fantazisi” deyip geçebilirsiniz. Fakat hem Avrupa hem de Türkiye’yi yakından ilgilendiren, kalıcı izler bırakan bir konsept bu. Dolayısıyla üzerinde kalem oynatmayı fazlasıyla hakediyor.

Kime göre ‘Belle Époque?’

Georges Nagelmackers.

Şark Ekspresi Avrupa tarihi açısından çok şey ifade ediyor. Öncelikle bir döneme damgasını vurduğu tescilli. Belle Époque döneminin tartışmasız en göze batan ikonlarından biri. Belle Époque, nâm-ı diğer ‘Güzel Dönem’. Nitekim Edmond About ‘De Pontoise a Stamboul / Pontuvaz’dan İstanbul’a’ isimli kitabında şöyle diyor:

“Şark Ekspresi, dönemi için sadece saraylarda rastlanabilecek bir lüks anlayışının raylar üzerinde giden emsalidir. Süper zenginlerin ve iflas etmemiş soyluların para harcamak için âdeta yarıştığı bir lüks yuvasıdır. Öyle ki, günde birkaç kez kıyafet değiştirmemek veya akşam yemeğine gala kıyafeti olmadan katılmak görgüsüzlük sayılır. Lüksün ve ihtişamın raylar üzerinde seyahat ettiği bu döneme “Belle Époque” adı verilmiştir.”

‘Güzel Dönem’, niçin böyle anılmış peki? Onu da Batılı bir tarihçi, Robert Roswell Palmer söylesin bize:

“Bu dönem, Avrupa uygarlığının küresel siyasette en büyük gücüne ulaştığı ve aynı zamanda Avrupa dışındaki halklar üzerinde maksimum tesir uyguladığı bir dönemdi.”

Edmond About gibileri saraylarda rastlanacak lüks anlayışından, sanattan, mimariden, estetikten, icatlardan, teknolojik gelişmelerden, bilimden filan bahsediyor, el hâk doğrudur, bunlar bu dönemde fevkalade ilerlemiştir. Fakat Avrupa bunu neye borçludur? İşte burada Palmer’ın usturuplu cümlesinde asla söylemeyip yarım yamalak îmâ ettiği hakikat öne çıkıyor. Zira o cümle şöyle olmalıydı: “Batılı beyaz adamın birbirini boğazlamaktan vazgeçip bütün gücüyle diğer halklar üzerine maksimum çullandığı dönem.”

Nasıl bir “Güzel Dönem”dir bu, izah edelim: 30 milyon kilometre karelik uçsuz bucaksız Afrika kıtası bu dönemde Batılı devletler tarafından Berlin Konferansı (1885) ile pay ve pâyimal edilmiş, yüzyıllar boyunca bir sivrisinek gibi Hindistan’ın kanını emen İngiltere koca ülkeyi resmen topraklarına katmış (1876), Amerika kıtasındaki son yerliler kanlı savaşlar ile toptan boğazlanmış, nüfusları neredeyse sıfırlanmıştır.

Şark Ekspresi fikri nasıl doğdu?

Şark Ekspresi'nin hikâyesi bir tesadüfün eseridir. Belçika'nın Liège şehrinde zengin bir bankacının oğlu olan Georges Nagelmackers, inşaat mühendisi olarak eğitim almıştır. Akrabalarından bir kıza âşık olur ve onunla evlenmek ister. Fakat hem kız hem de kendi ailesi buna karşı çıkar. Genç mühendis üzüntüden günden güne erimektedir. Bunu gören ailesi onu ABD seyahatine teşvik eder. Yeni yerler görecek, yeni insanlar tanıyacak ve kendisini bu sayede toparlayacaktır.

1885 Berlin Konferansı ile Avrupalılar tarafından yağmalanan Afrika.

O zamanlar ABD seyahati deyince akla demiryolu gelmektedir. Genç mühendis 10 ay boyunca ülkeyi gezdiği Pullman yataklı vagonlarından müthiş derecede hoşlanır. Avrupa’da böyle lüks trenler yoktur. Bu lüksü Avrupa’ya taşımaya karar verir. Vagonları üreten George Pullman’a ortaklık teklif eder, ama Pullman öyle zengin ve işi tıkırında biridir ki bu teklif umurunda bile olmaz. Mâdem öyledir, bu yatırımı kendi başına yapmaya karar verir.

1873'te Avrupa’ya dönen Belçikalı mühendis kendi şirketini kurar. Yanına ABD’li bir danışman almayı da unutmaz. "Mann Boudoir yataklı vagon"un patentine sahip Amerikan İç Savaşı’nın albayı mucit William d'Alton Mann bu işin pîridir. Mühendisin bu yatırım konusunda bir endişesi yoktur. Çok zengin bir ailenin çocuğudur, üstelik Belçika kralı babasının yakın dostudur.

Kraliyet bağlantıları sayesinde Belçika'daki ilk yataklı vagon imtiyazını elde eden Nagelmackers, Avrupa'daki demiryolu şirketlerine kendi imalatı olan yataklı ve yemekli vagonları satmayı başarır. Bir sonraki adım bellidir; tamamen kendi vagonlarından oluşan, lüks ve şatafatın doruğunda bir tren imal edecektir. Şark Ekspresi’ne giden yolda ilk ürün “yıldırım tren” olur. 10 Ekim 1882 akşamı Paris'teki Gare de l'Est'ten hareket eden bu tren, saatte yaklaşık 50 kilometre hızla rakiplerinden altı saat daha erken Viyana’ya varır. Le Figaro, yolcuların "yatakları ve yemekleri mükemmel" bulduğunu yazar.

Şark Ekspresi’nin hikâyesi bir tesadüfün eseridir. Georges Nagelmackers, akrabalarından bir kıza âşık olur ve onunla evlenmek ister. Fakat hem kız hem de kendi ailesi buna karşı çıkar. Genç mühendis üzüntüden günden güne erimektedir. Bunu gören ailesi onu ABD seyahatine teşvik eder. Yeni yerler görecek, yeni insanlar tanıyacak ve kendisini bu sayede toparlayacaktır.

İlk seferde kadın yok tabanca var

Mart 1883'te proje hız kazanır. Nagelmackers, şirket hissedarlarına Paris'ten Karadeniz'e kadar bütün büyük demiryolu işletmecileriyle anlaşmalar imzaladığını bildirir. Şark Ekspresi artık hazırdır. O yaz test sürüşleriyle geçer. 7 Haziran'da Le Figaro, "Paris'ten İstanbul'a giden lüks trenin ilk kalkışının mükemmel şekilde gerçekleştiğini" duyurur.

Derken Şark Ekspresi’nin ilk resmi yolcuğu için beklenen o gün gelir. 4 Ekim 1883 tarihli seyahat tam bir medya şovudur. Trene dönemin önde gelen gazetelerinin uluslararası muhabirleri davet edilir: The Times'tan Henri de Blowitz, Le Figaro'dan Georges Boyer ve Le Gaulois'ten Jules Tréfu. Nagelmackers şovmenlik yeteneğini konuşturmuş ve ilk sefere kadınları bilhassa davet etmemiştir. Maksat sansasyon olsun diye de erkeklere yanlarına tabancalarını almalarını tenbihlemiştir.

Şark Ekspresi’nin ilk resmi yolcuğu için beklenen gün gelir. 4 Ekim 1883 tarihli seyahat tam bir medya şovudur.

Agatha Christie 1946.

Kıtalararası lüks ulaşım konsepti

Genç bir mühendisin aşk acısını dindirmek için gittiği ABD seyahatinde pek beğendiği tren konforunu Avrupa’ya taşıma fikri nihayet gerçekleşmiştir. Üstelik Yeni Dünya’da bile görülmeyen, saraylara layık bir ulaşım konseptiyle. Bu trenin hiçbir vagonu diğerine benzemez, farklı bir tasarım anlayışıyla dekore edilmiştir. Kristallerin, kadifenin, ipeğin, gümüşün ve en kaliteli ahşabın bir araya geldiği lüks anlayışı göze çarpar.

Bu lüks, kendi standardını yolculara dayatmakta gecikmez. Öyle ki trendeki akşam yemeklerine günlük kıyafet ile katılmak görgüsüzlük sayılır, her öğüne aynı kıyafetle oturmak ayıplanır. Şark Ekspresi’nin tek ayrıcalığı lüks değildir. Zamanın şartlarına göre neredeyse 2 ayı bulan bir seyahat sadece 80 saate inmiştir. Elçiler ve diplomatların da öncelikli tercihi olan bu yeni konsept, aynı zamanda devletlerin sırlarını da taşımaktadır.

“Şark Ekspresi’nde Cinayet” romanı ve Türkler

Agatha Cristie’nin 1934 yılında İstanbul'da kaleme aldığı “Şark Ekspres’inde Cinayet” romanı dünyaca meşhur olur. Romanın başkahramanı Hercule Poirot’nun tıpkı Şark Ekspresi’nin sahibi Nagelmackers gibi Belçikalı oluşu ise ilginç bir tesadüftür. Romanın muhtevasına filan girmeyeceğiz, sadece şu hususa dikkat çekmek istiyoruz. Beyoğlu’ndaki Pera Palas’ın 411 numaralı odasında yazılan romanın karakterleri içerisinde Yunanlı doktor, İsveçli hemşire, Rus prenses, Macar diplomat veya başka ne diyelim, mesela İtalyan asıllı Amerikalı işadamı yer alıyorken, tek bir Türk’ün bile en kıytırık rolde olsun kendine yer bulamaması gerçekten dikkate şayandır. Eserde Türklere dâir bahis hiç mi geçmiyor derseniz, elbette geçiyor ama pek de iç açıcı olduğu söylenemez. İki yerde Türklere dâir bahis mevcut. İlki şu:

18 Ocak 1871. Alman Birliği'nin Paris'teki Versailles sarayında ilanı.

“Diğer kadın uzaklaşırken, Bayan Hubbard, Poirot'ya döndü.

- Zavallıcık. İsveçli. Anladığım kadarıyla misyoner, şu öğretmen olanlardan. İyi bir insan ama İngilizcesi zayıf. Ama kızımla ilgili olarak anlattıklarımla çok yakından ilgilendi.

Poirot da Bayan Hubbard'ın kızını biliyordu. Aynen trende İngilizce anlayan herkes gibi. Bayan Hubbard'ın kızıyla damadının İzmir'deki büyük bir Amerikan kolejinde görevli olduklarını, bunun Bayan Hubbard'ın Doğu'ya ilk yolculuğu olduğunu, Türkler hakkında neler düşündüğünü, Türkiye'deki hayatm tarzının ve yolların özensizliğini hemen herkes dinlemek zorunda kalmıştı.”

İkincisi ise şöyle:

“Hardman'ın iki bavulu çok kısa bir sürede arandı. Eşyaları arasında yasalara aykırı miktarda alkollü içki vardı. Hardman onlara gülümseyerek göz kırptı.

- Eğer kondüktörü ayarladıysanız sınırlarda valizinizi pek açmıyorlar. Trene binmeden gümrükte de bir tomar Türk lirası verdim, sorun çıkmadı."

“Şark Ekspresi’nde Cinayet” romanında Türkler işte şu kadar ve şu surette anlatılıyor.

2419 numaralı vagon

Avrupa'da Fransa-Almanya çekişmesi müthiştir. Almanlar tarihlerinde ilk kez tek devlet fikrini, 18 Ocak 1871 günü Paris’teki Versailles sarayının Aynalı Hol’ünde ilân etmiş, Bismark Prusya’sının Fransa’yı ezip geçmesi Alman tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Fransızlar ise bunun intikamını, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda imzalanan Versailles anlaşması ile acı bir şekilde almıştır. Anlaşma, Şark Ekspresi’nin 2419 numaralı vagonunda imzalanmıştır.

2419 numaralı vagon Hitler’in emriyle Berlin’e doğru yola çıkıyor.

Almanya’nın bu anlaşma ile büyük bir felakete sürüklendiğini söyleyelim. Bilhassa ekonomik cihetten sıfırı tüketen ülkede, yüksek enflasyon nedeniyle basılan ve sobalarda ısınmak için deste deste yakılan milyar marklık banknotlar işte bu anlaşmanın ürünüdür. O zamanlar onbaşı rütbesiyle Alman ordusunda savaşan Hitler’in, Almanya’nın ipini çeken bu anlaşmaya fena halde içerlediği söylenir. Nitekim talih bir kez daha Almanlara gülecek ve bu kez Hitler İkinci Dünya Savaşı’nda Paris’e yürüyecektir.

Fransızlar Almanları dize getirdiklerinin hatırası olarak 2419 numaralı vagonu müzeye kaldırmıştı. Hitler emretti, vagon müzeden çıkarıldı ve bu kez Fransa’nın teslim anlaşması 22 Haziran 1940’da aynı vagonda imzalandı. Fakat Hitler uyanık çıktı, yeni bir utanç vesilesi olmasın diye vagonu alıp Berlin’e götürdü. 1945 yılında düşman askerleri Berlin’e yürürken, 2419 numaralı vagon da Hitler’in emriyle imhâ edildi. İmhâ edilmeseydi muhtemelen korktuğu olacak, İkinci Dünya Savaşı’nın mağlubu Almanya, tıpkı Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda yaşandığı gibi teslim anlaşmasını yine bu vagonda imzalayacaktı.

Tarabya Summer Palace.

Pera Palas diye bir yer

Şark Ekspresi İstanbul’a gelmeye başlamıştı ama ortada ciddi bir mesele vardı. İstanbul’da böylesine zengin ve lüks düşkünü yolcuları ağırlayacak bir otel mevcut değildi. Lüks tren konsepti, şüphesiz lüks ağırlama konseptini de içeriyordu. İşe bakın, Belçikalı mühendis Nagelmackers bunu da düşünmüştü. İhtiyacı hemen görmüş, Compagnie Internationale des Grands Hôtels / Uluslararası Büyük Oteller Şirketi’ni kurmuştu. Şirket kısa zamanda büyük atılım yaptı ve Avrupa’da oteller zincirine sahip oldu. Nice'deki Riviera Palace ve Lizbon'daki Avenida Palace gibi içlerinden bazıları efsane oldu. Bu otellerin en ünlüsü hangisiydi bilin bakalım? İstanbul Beyoğlu’ndaki Pera Palace/Pera Palas.

Pera Palas inşaatı 1892’de başladı ve 1895 yılında tamamlandı. Açılışı bir balo ile yapıldı. Bu otelin İstanbul açısından ne ifade ettiğine gelince... Saray dışında ilk elektrik tesisatının çekildiği, ilk elektrikli asansörün hizmet verdiği ve musluklardan ilk sıcak suyun aktığı yer olduğunu bilelim. Yaz aylarında gelen yolcularıysa 1894 yılında açılışı yapılan Tarabya Summer Palace ağırlıyordu. Bu otel de elektrik tesisatına sahipti. Ayrıca balo salonu ve kendine ait plajıyla dikkat çekiyordu.

Pera Palas Hotel.

Türk tipi batılılaşma ve şapka

Şark Ekspresi ile Pera Palas’a sadece Avrupalı yolcular değil, Avrupa kültürü de akın akın geliyor, İstanbul'un çehresi günden güne değişiyordu. Charles King, “Pera Palas’ta Geceyarısı - Modern İstanbul'un Doğuşu” isimli kitabının 169. sayfasında şöyle diyordu:

Hitler ve generalleri 2419 numaralı vagonun önünde

“Pera Palas’ta 31 Aralık 1925 akşamı toplananlar ilk kez yılbaşını kutluyorlardı... Ocak 1926'ya girildiğinde şampanyalar patlayıp konfetiler uçuşmaya başladığı sırada, bütün bu insanlar hem yeni bir yıla hem de yeni bir çağa adım atıyorlardı. İlk kez bütün İstanbullular teknik açıdan gece yarısı denen vakit üzerinde fikir birliğine varmışlardı.”

Evet, İstanbul değişiyor, Şark Ekspresi ile Pera Palas bu değişime öncülük ediyordu. Nitekim şapka devrimi yapıldığında Paris’ten İstanbul’a koli koli şapkayı da Şark Ekspresi taşıyacaktı.

Pera Palas’ta bir buluşma

Bu bahsi Pera Palas’ta yaşanmış mühim bir hadiseyle bitirelim. Kaynak yine aynı, Charles King, Pera Palas’ta Geceyarısı – Modern İstanbul'un Doğuşu. Sayfa 61-62.

George Ward Price.

“Britanya'da çıkan Daily Mail gazetesinin muhabiri G. Ward Price şehre Agamemnon'la gelmişti. Otele yerleştikten birkaç gün sonra Mustafa Kemal'i yakaladı; daha doğrusu Mustafa Kemal onu yakaladı. Price, otel müdüründen bir Osmanlı subayının onunla konuşmak istediğini belirten bir not aldı. Price, Mustafa Kemal'in adını hiç duymamıştı, ama konuşmayı kabul etti. Karşı karşıya geldiklerinde Price, bu Osmanlı subayının askeri üniformasını çıkarıp hâli vakti yerinde Osmanlı erkeklerinin günlük giysisi olan redingot ve fes giydiğini gördü. ‘Yakışıklı, erkeksi biri, elini kolunu fazla oynatmıyor, sesi alçak, kararlı’ diye hatırlıyordu.

Mustafa Kemal, Osmanlıların savaşta yanlış safı seçtiklerini, Enver gibi Alman yanlısı İttihatçı liderlerin zararlı etkisi yüzünden eski dostları Britanyalılara sırt çevirdiklerini söylüyordu. Müttefiklerin Anadolu'yu paylaşmaya niyetlendiklerini düşünüyor, Britanya'nın bu konuda güçlü bir rol oynamasını istiyordu. Britanyalılar, Müslümanlara muhtemelen Fransızlardan daha dostça davranırdı; Fransızların Kuzey Afrika Müslümanlarını yönetme tarihi epeyce sorunluydu. Bu durumda, Britanyalıların kendisi gibi tecrübeli Osmanlılara ihtiyacı olacaktı. Mustafa Kemal, Price'a "Bilmek istediğim şu" demişti: ‘Böyle bir hizmet verirken benim konumum ne olacak?’

Price, bu teklifi Pera Palas'taki Britanyalı subaylara iletti, ama onlar umursamadılar. Bu Mustafa Kemal'in kim olduğunu kimse bilmiyordu, her hâlükarda ortaya çıkıp Müttefiklere hizmet sunan bir sürü Osmanlı subayı vardı. Kıdemli bir istihbarat subayı, ‘Çok geçmeden iş arayan bir sürü Türk generali olacak’ demişti.”