Sabra ve Şatilla katliamının şahidi yazıyor. Evet ordaydım.
Size anlattıklarım içimde yıllarca saklanan bir sır, daha önce ne yazdım, ne kimseye bahsettim. Çocukluğuma ait hatıralardan kısa kesitler. Evet, ben oradaydım. Fakat orada başkaları da vardı. Başka zihinlerinde çok daha fazlası var anlattıklarımın. Hem de misliyle...
Karanlık geceyi siyonistlerin bombaları aydınlattı. Rahmetli babam ile mahallenin başında oturan dostları yanlarındaki üç Filistinli fedai ile mahalleyi bir uçtan diğerine kontrol ettiler. Onların varlığı Şatilla’da katliam yapan siyonistler ile yardakçılarının Sabra mıntıkasına girişini bir müddet geciktirdi. Bu sırada kampın içinden 8-10 yaşlarında bir çocuk fırladı. İç paralayan bir sesle “Âilemi öldürdüler! Âilemi öldürdüler!” diye çığlık atmaya başladı. Çocukcağız çıldırmış gibi görünüyordu. Durumdan henüz haberdar olmayan ahali bu işe bir mânâ veremedi. Çocuğun hırsız veya delinin teki olduğunu düşündüler.
16 Eylül 1982 şafağının ilk ışıklarıyla birlikte Sabra kampının girişlerini tutmaya başlayan silahlı çeteler, kamp sakinlerine seslenerek herkesin kimliğini alıp gelmesini anons ettiler. İnsanlara güvende olduklarını söylemelerine rağmen kamplarda yaşayanlar dünyanın umurunu görmüş insanlardı, karşılarındaki silahlı adamlara güvenmiyorlardı, anonsa cevap vermediler.
İnsanları evlerinden çıkardılar
Nitekim az sonra güvenilir kaynaklardan kampa ulaşan haber şüpheleri doğruladı. Bu çeteler Şatilla kampında yaşayanları boğazlamışlar, Sabra’ya doğru geliyorlardı. Bölgeyi kuşatma altına aldılar. Kamptaki yaşlılar, dediklerini yapmakla bölgeden kaçıp gitme arasında tereddütte kaldılar, kampta bir kargaşa başladı. Sonra direniş kararı alındı, kanlarımız pahasına olsa da onlara boyun eğilmeyecekti. Kampın etrafını kuşatan çete mensupları uzaktan silahlarını bize doğru uzatarak tehditler yağdırıyordu. Kampta silahlı direnişçilerin bulunduğunu bildikleri için gafil avlanmaktan korkuyor, fazla yaklaşamıyorlardı. Fakat kampın başındaki evlerden itibaren yavaş yavaş insanları dışarı çıkarmaya başladılar. Çeteler kampın içerlerine doğru ilerledikçe daha fazla insan sokakları doldurmaya başladı.
Kavuran bir güneşin altında uzun bir yol yürüdük. Her iki yanımızda silahlarını bize doğrultmuş çete mensupları bulunuyordu. Sonunda Kuveyt elçiliğinin önüne geldik. Burada uzun süre belirsiz bir bekleyiş başladı. Başımıza ne geleceğini bilemiyorduk. Sonra erkekleri kadınlardan ayırmaya başladılar. İşte burada kadınlardan çığlıklar yükselmeye başladı. Çığlıkları duyan cellat sürüsü bir an önce bu işlemi bitirmek için hızını artırdı.
Erkekleri kadınlardan ayırdılar
Erkekler uzun bir sıra hâlinde dizilmişlerdi. Silahlı çetelerin yanında babamın tanıdığı bir ajan bulunuyordu. Erkekleri belki daha önceden hazırladıkları büyük bir çukura atacaklarını, belki de kamyonlara doldurup bilinmeyen bir yere götüreceklerini söyledi. Vaziyet buydu. Erkeklerin içinde daha hayatlarının baharında olan yaşı küçük gençler vardı. Gidecekler ve belki bir daha dönmeyeceklerdi. Nitekim ölenler öldü, ölmeyenler bu dramı hayatları boyunca bir yük gibi taşımaya devam ettiler.
Derken vakit geldi. Erkekleri yanlarında sürükleyerek götürdüler. Nereye gittiklerini bilmiyorduk. Kadınlar ve çocuklar ise geldikleri yere geri dönme talimatı aldılar.
Unutulmaz bir sahneydi. Yaşım henüz küçük olduğu için kıyamet ve haşir günü hakkında fazla şey bilmiyordum. Sonradan fark ettim ki, biz o gün küçük bir kıyamet ve haşir günü yaşamışız. Şiddetli sıcağın altında uzun bir gün geçirmek. Boğucu bir kalabalığın içinde kalmak. Yüreklerimizin ağzımıza geldiğini hissetmek. İçimizi bürüyen sahipsizlik... Bütün bu yaşadıklarımı kelimelerle ifade edebilmem mümkün değil. Sonra idam kararı verdiklerini duyduk. Kampta kulaktan kulağa yayıldı bu. Gerçekten doğru muydu, bilmiyorduk. Babam, amcalarım, amcaoğulları, komşularımız, giden erkeklerin hiçbirinden haber alamıyorduk.
Dönüş yolu bitmek bilmedi
Daha sonra bazı çete mensuplarıyla karşılaştık, yanlarında siyonistler bulunuyordu. İçlerinden biri, kontrol noktasında bize hakaretler etti, kaba davrandı. Yanındaki siyonist onu azarladı. Güya merhameti tutmuştu, oysa bakın ne yaptı? Dört yaşındaki erkek kardeşimin önce eliyle başını yokladı. Sonra matarasını açıp sıcak suyu kafasına boca etti.
- Kampa dönüşümüzü unutamıyorum. Kendimizi boğazlanmaya götürülen koyunlar gibi hissediyorduk. Geldiğimiz yoldan geri döndük. Erkeklerini yitiren kadınlara yol uzadıkça uzadı. Atılan her adıma ölüm sinmişti. Bu ölüm, sıradan ölüme benzemiyordu. Katliamla gelecek bir ölümün korkusu kalplerimizi daraltıyor, nefes almamızı güçleştiriyordu. Bakışlarımız mânâsını yitirmişti, herkes gözünü boşluğa dikmişti. Ölüm geçtiğimiz her yeri sanki kendi rengine boyamış, keskin kokusuyla genzimizi yakmıştı. Hayatın bütün güzelliklerini bir anda alıp götürmüştü.
Annemin boşluğa bakan gözlerinde ölümü gördüm. Mahallemizdeki tüm kadınların göz bebeklerinde. Yavaş yavaş ama bir kurşun ağırlığında akıp giden zamana sinmiş ölümü. En az bizim kadar donuk, en az bizim kadar yeknesak.
Dönüş yolu bitmek bilmedi. Hikâyelerle dolu dönüş yolu. Acılarla dolu.
Her şeyi sessizce izliyordum. Soru sormaya gerek yoktu. Daha fazlasını kim bilebilirdi?
Tünelin sonundaki ışık
Nihayet mahallemize vardık. Manzara iç yakıcıydı. Her kadın ayrı bir hüzün coğrafyası. Eşi yok, oğlu yok, kardeşi yok. Acının şiddetinden gözpınarları kurumuş, hiçbirinin gözünden yaş gelmiyor. O güzelim çehreler solmuş, rengini yitirmiş. Bütün manzara tek bir soru cümlesi: Erkeklerimiz nerede?
- Dört yaşındaki erkek kardeşimle babamın yolunu gözlediğimizi hatırlıyorum. Annem ve ablam evdeyken kardeşimle çıkar, mahallenin girişindeki dört yol ağzında saatlerce babam dönecek diye beklerdik. Küçük de olsa bir umut, belki şuracıktan çıkagelir diye...
Birden etrafı sarsan patlama sesi. Erkekler ölmüş müydü? Ancak tünelin sonunda bir ışık var. Şükürler olsun, babam bize geri döndü. O anları unutamıyorum. Ana caddeyi koşarak geçtik. Gözlerime inanamıyordum. Babam gerçekten geri mi dönmüştü? Oydu, evet o... Sımsıkı boynuna sarıldık. Minik ellerimizle sımsıkı kucakladık.
İyi bir komşumuz dışında bizim mahallenin erkekleri geri dönmüştü. O iyi adamdan Hindistan cevizi tatlısı alırdık. Bir yanda dönenlerin sevinci. Diğer yanda kendini feda eden komşumuzun üzüntüsü. Eşinin verdiği tepkiyi unutamıyorum: “Ebu Kasım öldü” deyip yere yığılmıştı. Herkesin eşi dönmüş, onunki dönmemişti. Kadıncağız bu acıya dayanamadı. Çocuğu da yoktu. Tek başına kalmıştı.
Ebu Kasım kendini feda etti
Rahmetli komşumuz Ebu Kasım lider ruhlu bir adamdı. Hareketliydi, yerinde duramazdı. Nasıl yaptıysa, yerdeki bir bombayı patlatarak siyonistleri ve yardakçılarını korkutup panikletmiş, kaçmaya başlamışlar. Erkeklerimizin çoğu bu panik ortamından yararlanıp ellerinden kurtulmuş fakat kendisi onların eline düşmüş. Becerikli bir adam olduğu için kendisine ajanlık yapması teklif edilmiş. Şerefiyle bunu reddetmiş, onlar da rahmetliyi infaz etmişler.
Katillerle iş birliği sürüyor
Daha sonra komplo netleşti, detaylar ortaya çıktı. Siyonistler Hristiyan Lahd ordusu ve Falanjistlerle işbirliği yapıp üç gün boyunca katliam yapmıştı. Katliamı dünya sonradan duydu. 4 bin civarında insan acımasızca katledildi. Yüzlerce kişi tutuklandı, işkence gördü.
Hikâyenin sonunu biliyorsunuz. “Hür dünya” bu katillerle işbirliği yaptı. Ve hâlâ gözümüzün içine baka baka işbirliği yapmaya devam ediyor.
Size anlattıklarım içimde yıllarca saklanan bir sır, daha önce ne yazdım, ne kimseye bahsettim. Çocukluğuma ait hatıralardan kısa kesitler. Evet, ben oradaydım. Fakat orada başkaları da vardı. Başka zihinlerinde çok daha fazlası var anlattıklarımın. Hem de misliyle...