Ruh Sağlığı Yasa Tasarısı hak ihlallerine zemin mi hazırlıyor?
Uzun bir süredir ruh sağlığı uzmanlarının üzerinde çalıştığı Ruh Sağlığı Yasa Tasarısı mecliste. MHP Genel Başkan Yardımcısı Psikolojik Danışman Deniz Depboylu öncülüğünde Türkiye Psikiyatri ve Türk Psikologlar ile Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi derneklerinin de bulunduğu meslek dernekleriyle birlikte hazırlanan tasarının birçok boşluğu dolduracağı iddia ediliyor.
Ancak Kardiyoloji ve İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Gülümser Heper, tasarının bu hâliyle yasalaşmasının bazı sıkıntılar doğuracağı görüşünde. Gülümser Heper’le Ruh Sağlığı ve gündemde olan yasa tasarısıyla ilgili konuştuk. Ruh sağlığı gibi teşhiste sübjektif olan ancak tüm toplumu kapsayacak kadar geniş bir disiplin alanının yasal kontrolü psikiyatristlerin ve özellikle adli psikiyatristlerin eline geçeceğini söyleyen Heper, “Türkiye gibi FETÖ ve PKK gerçeği olan bir ülkede yasal boyutu ağırlıklı bir konunun bir grubun eline, insafına terk edilmesi gerçek bir faciadır” ifadelerini kullandı. Heper, “Asıl mesele, sağlık kılıfıyla insan hak ihlallerine yasal statünün zeminini sağlamaktır” diyor. Anlaşılan o ki sıkıntı büyük ve ivediye getirilmemesi gereken önemli bir meseleyle karşı karşıyayız.
Ülke ve dünya ruh sağlığı açısından ne durumdayız?
‘Mutlu musunuz’ diye insanlara sorduğumuzda ağızlarından ilk çıkan cevaplar genellikle samimidir. İnsanlar zihinlerinde kendilerini mutlu eden ve mutsuz eden şeyleri toplayıp çıkararak net sonucu söyler. Dünyada bazı kurumlar düzenli bir şekilde ülkelerin mutluluk indeksini takip ediyor. Türkiye’de sonuçlar gittikçe kötüleşiyor. Türkiye’de insanların mutsuzluğunun temel nedenleri geçim derdi, gerileyen hayat standardı, işsizlik, şiddet ve taciz olarak sıralanıyor. Yani hepsi sosyokültürel ve ekonomik nedenler.
'SENİ EN ÇOK BEN MUTLU EDEBİLİRİM!'
Gündemde olan ‘Ruh Sağlığı Kanun Tasarısı’ ile ne hedefleniyor, hangi meselemizi çözecek veya gerçekten çözecek mi?
Psikiyatri ve yasa iki ayrı kavram. Psikiyatrinin amacı ilaç vermek veya yasa çıkartmak değil; sorunların altta yatan nedenlerini keşfetmek. Yasaların amacı ise insan hak ihlallerini engellemektir. Bağımsız özel grupların, psikiyatri gibi subjektif bir alanda rahatça at koşturmasını engellemek, istismarının önüne geçmektir. Hiçbir yasa bir toplumun mutsuzluk sorununu çözemez.
Ruh Sağlığı yasasıyla toplumun mutsuzluk, umutsuzluk gibi sorunlarını çözeceğini düşünmek kendi içinde patolojidir.
Narsist bir kocanın eşine seni ancak ben mutlu edebilirim savı kadar absürt. Kısacası Ruh Sağlığı yasa tasarısının amacı toplumun ruhî sorunlarını çözmek değil; birikmiş, gittikçe büyüyen bir sorun üzerinden bazı grupların ve lobilerin kendisine oyun alanı açmak, tasarrufta bulunmak, paye çıkarmak, kısacası çıkar sağlamaktır...
YASAL KONTROL PSİKİYATRİSTLERE GEÇECEK
Kanun tasarısı neyi ve kimleri kapsıyor?
Ruh Sağlığı Yasa Tasarısı kendisi zaten kapsadığı alanı tanımlamış. Diyor ki “Ruhsal Hastalıklar, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) hastalık sınıflandırmasında tanımlanan ruhsal bozuklukları kapsar.” DSÖ’nün her yıl katlanarak artan binlerce hastalık sınıflamasına göre toplumda yüz kişiye bir, bazen iki, bazen de üç hastalık ismi dahi yapıştırabiliriz. Kısacası toplumun tamamını kapsıyor. Yasa yapıcı ve psikiyatristler kendilerini bu tanımlamanın dışında tutuyorlar!
Bu hayliyle kanunlaşırsa sağlık sistemini nasıl etkiler, muhtemel sonuçlarını örneklerle izah edebilir misiniz?
Ruh Sağlığı Yasa Tasarısı mevcut şekliyle kanunlaşırsa, ruh sağlığı gibi teşhişte sübjektif/şahsî yani ölçüsü, laboratuvarı olmayan ancak tüm toplumu kapsayacak kadar geniş bir disiplin alanının yasal kontrolü psikiyatristlerin ve özellikle adli psikiyatristlerin eline geçecek.
Türkiye gibi FETÖ ve PKK gerçeği olan bir ülkede yasal boyutu ağırlıklı bir konunun, bir grubun eline, insafına terk edilmesi gerçek bir faciadır.
Yakın zaman tarihimizde özellikle Adli Tıpta yapılanan bir grubun verdiği kararlar neticesinde bazı grupların hapse atılması, ölüme terk edilmesi, intihara sürüklenmesi, tedavisinin aksatılması, insan hak ihlalleri ile mağdur olması bildiğimiz gerçekler.
Bu ihlaller Uluslararası İnsan Hakları Akademisi’nden bilim adamlarınca da tespit edilmiş ve akademiden Carol Corillon ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsünden Nobel ödüllü Peter Diamond Ergenekon yargılamaları sürecinde tanık olduğu insan hak ihlallerine karşı “Bu adaletin kötüye kullanılması, bizler sürece iyimser bakamıyoruz, suçlamalarda kullanılan deliller hukuksal zeminde değildir; ancak bizler süreci durduramayız” diyerek duruma ait tespitlerini yapmışlardı. En dramatik örneklerden birisi aslında ağır kanser hastası olan Kuddusi Okkır’a teşhis konulmayarak hastalığının depresyon olarak tanımlanması, antidepresan tedaviler başlanması ve eşinin Türk Tabipler Birliği’nden yardım talebinin reddedilmesidir. Bu örnekler sayısız ihlallerden sadece kamuya yansıyan somut örnekler.
HÂKİM, SAVCI, DOKTOR AYNI KİŞİ
Bu yasanın insan hak ihlali yapan psikiyatristlere yasal destek yahut kılıf sağlayacağını söylüyorsunuz. Biraz açabilir misiniz?
Ülkemizde uluslararası platformlarca da teyit edilen kimsenin reddetmediği bir insan hak ihlalleri gerçeği var. Bu ihlalin sağlık otoriteleri tarafından da yapıldığına dair tarihimizde sayısız örnekler var. İhlale açık bir grubun başka bir disiplin tarafından sorgulanamayacak yetkilerle donatılması, çok daha ağır ihlallere zemin sağlayabilir.
Hastaneye yatırma kararı psikiyatristin, yatırma süresi yine psikiyatristin, itiraza verilen cevap yine psikiyatristin olduğu, hâkimin bilirkişi olan psikiyatristin ağzından çıkan kararın dışında bir karara imza atma ehliyeti, tıbbi bilgisi olmadığı bir yargılama olamaz. Tasarıda mağdurun mağduriyetini ispatlayabileceği başka bir merci tanımlanmamış. Hâkim de, savcı da, doktor da aynı kişi yani psikiyatrist.
Psikiyatristler dışında hiçbir uzmana serbest çalışma alanı tanımayan bu yasa geçerse, bugünden farklı olarak nelerle karşılaşacağız?
Tasarıda psikiyatristler kararlarına itiraz edebilecek bütün mercilerin yolunu tıkamış. Buna psikologlar, sosyal hizmet uzmanları da dâhil. Onlara psikiyatristlerin talimatları dışında bir alan bırakılmamış.
Diğer yandan da ‘kişisel gelişim dersleri’ alan psikologluğa soyunuyor. Önüne gelen terapistlik yapıyor. Tasarıyı bir de bu zaviyeden değerlendirebilir misiniz?
Kişisel gelişim uzmanlarının profesyonel tavırları ayrıca ele alınabilecek bir sorun. Psikologlar, ruh sağlığı konusunda çalışan çıplak ayaklı teknisyenlerdir. Küçümsenmeleri, yok sayılmaları sahanın boş bırakılması anlamına gelir. Psikiyatrinin sadece psikiyatristlerce tekelleşmesi ise gerçek bir tehlike.
HERKESİN KURALSIZCA OYNADIĞI BİR OYUN ALANI
Ruh sağlığını bozan unsurlar neler ve modern tıp ruha dair ne yapıyor? Onu yok mu sayıyor, yoksa varmış gibi yapıp görmezden mi geliyor? Eskiden ‘Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları’ dalı vardı şimdi adı psikiyatri oldu. Sadece adı mı değişti yoksa uygulamalar da değişti mi?
Psikiyatristler ülkenin siyasi konjonktürü, talebin fazlalığı, hekim sayısının azlığı, hastayla ilgilenme süresinin kısalığı nedeniyle tek seçenek olarak ilaçla tedaviye yönelmişlerdir. Manipülasyon alanı son derece geniş ve kontrolsüz olan bir alanda hâlen uygulamalarını kendileriyle sınırlamaları yani tekelleşmeleri manidar. Misal zâlim bir yönetici veya hekime itiraz edebilecek kimse bırakılmıyor.
Psikiyatristin bir psikopat olmadığını, güdümlü bir merkezden yönetilmediğini kim savunabilecek?
Ülkemizde Ruh sağlığı konusunda sosyal psikiyatri devre dışı bırakıldı. Psikiyatristlere “Neden yoksunuz?” diye sorulduğunda şartlarını ileri sürüyorlar. Ruh sağlığı konusunda ilaçla tedavi sürekli mikroplu su içen bir insana antibiyotik vermeye benzer. Kişi ya o antibiyotiği hayat boyu içerek mikrobun sessizce çoğalmasına razı olacak ya da bıraktığı anda bağırsak sancılarıyla yaşayacak.
Sosyal psikiyatri mikrobu yok etmek üzere tasarlanmış bir alandır. Ancak psikiyatristler şartlarımız gereği zaten biz bu alanda yokuz diyerek pozisyonlarını itiraf ediyorlar. Yani psikiyatri ârafta kalmış bir disiplindir. Disiplin bile değil, disiplinsizliği bilim adıyla lanse eden bir oyun alanı. Herkesin kuralsızca oynadığı bir alan. Dünya’da da Türkiye’de de böyledir. Türkiye’de üstüne bir de eperyalizmin, ilaç lobilerinin dayatması, yasaların boşluğu, ekonomik çöküşün ağırlığı, sosyokültürel çöküşün ezikliği eklenmiştir.
ŞAHSÎ SIKINTILAR HASTALIK ADIYLA TANIMLANACAK
Türk Psikiyatri Derneğinin hazırladığı bu tasarının milletvekilleri ve toplumdan gizlenen bir gayesi mi var? Sizce asıl mesele nedir?
Bu yasa bir gelişmişlik kriteri olarak ihtiyaç gibi topluma sunulacak. Türk toplumunun sosyal sorunlardan kaynaklanan bireysel sıkıntıları hastalık adıyla tanımlanacak, kişiler üzerinde terfi, tehdit, dışlanma, işten çıkarma, gönüllü veya gönülsüz hastaneye yatırma, ilaç verme, istediği kadar hastanede tutma gibi illegal uygulamaların rahatlıkla yolu açılabilecek. Toplum da, milletvekilleri de hatta parti başkanları da sağlık hizmeti kılıfıyla sunulan bu yasanın ardında yatan gerçeği görmüyor.
Görenler, bilenler ise bu süslü ambalajı pazarlamakta zorluk çekmeyeceklerini düşünüyor. Asıl mesele, sağlık kılıfıyla insan hak ihlallerine yasal statünün zeminini sağlamak. Bu yasada ruhî engellilerin haklarında hiçbir iyileşme sağlanmadığı gibi, gerçekte ruhî engeli olmayan kişiler üzerinde manüplasyon alanı açılıyor.
İLAÇ KULLANMADA BU ISRAR NİYE?
Yakın tarihin önemli ruh hastalıkları mütehassısı Mazhar Osman’ın uygulamalarını okuduğumuz zaman bugün bunlar artık yok ve sanki bugün antidepresanlarla her şey çözülmeye çalışılıyor. Bu ilaçları içenler hem dünyadan kopuyor, hem de daha ağır bedenî hastalıklara yakalanıyor. Siz meseleye nasıl bakıyorsunuz?
Psikiyatri onlarca kat artan antidepresan ilaç satışına, antipsikotik pazarına rağmen toplumun mutsuzluk, endişe, kaygı sorununu çözememiş tersine hastalık diye tanımladıkları birtakım sorunlar çok daha hızlı bir ivme göstermiş. Mantık denilen ve dünyanın en eski toplumsal strateji kurallarına göre iki ölçüt aynı anda artıyorsa birbirlerini nötralize etmeleri arasında bir ilişki olamaz. Demek ki ilaçlar toplumun ruhî çalkantılarını, sorunlarını çözemiyor. Öyleyse bu ısrar neden? Elbette ki ilaç lobilerinin baskısı, tıp eğitimi üzerine yönlendirici etkisi, tedavi ettiğini öne sürenlerin işbirliği, ısrarın nedenidir. Bizler psikiyatrik sorunların tedavisinin geçmişini nasıl yargılıyorsak, gelecek nesiller de bizleri öyle yargılayacak. Kaybeden hep insanlık olacak…