Ortadoğu yeniden şekillenirken

EROL YARAR
Abone Ol

Ortadoğu halklarının Osmanlı sonrası Batı ülkeleri tarafından şekillenmiş devlet yapıları çeşitli değişiklikler gösterse de bölge halklarına saadetten ziyade baskı, zulüm ve istikrarsız iktisâdî, siyâsî ve ictimâî yapılar bıraktı. Bölünmüş ve tecrübesiz devlet yapılarının, organize ve bilinçli bir yapıyla mücadele etmesi mümkün olmayanı istemekten ibaret kalır. İran ise organize gözükse de bölgede sorun çözmekten çok sorun olan hadiselerin öncüsü oldu. Suriye ve Yemen’de ortaya koyduğu icraatlar ve desteklediği gruplar, kendi halkına karşı zalim, yıkıcı ve aşiret kültürünü aşmayan uygulamaların parçası oldu.

7 Ekim 2023’ün yeni bir mîlâd olduğu her geçen gün daha belirginleşiyor. Önceden planlandığı tahmin edilen bu askeri harekât ve akabinde gelen Batı merkezli uluslararası destek, Ortadoğu’nun yeniden şekilleneceğini yıllar önce ilan eden ABD’nin de koşulsuz destek ilanıyla alenen ortaya çıktı. israil terör devletinin yıllardır süre gelen insan haklarını hiçe sayan saldırılarını hiç olmadık şekilde en üst seviyeye çıkarması, tüm bölge ve dünya insanlığı açısından yeni bir dönemin kapısını açtı.

Bu dönem hak ve hukukun yerine gücün, diplomasiden ziyade askeri müdahalelerin etkin olacağı, insânî değerlerin ve kutsalların, başta siyonizm olmak üzere siyasi ve ekonomik emellere heder edileceği bir dönem olacak gibi gözüküyor.

250 yıldır siyonizmi dünyada iktidar ederek üstün ırk olduğunu gösterme ideali onların en büyük motivasyonu olarak ortaya çıkarken, yeni mesih Rothschild ve onun siyon çocukları artık kendilerini ve hedeflerini alenen göstermekten çekinmiyor.

Osmanlı sonrası istikrar yok

Ortadoğu halklarının Osmanlı sonrası Batı ülkeleri tarafından şekillenmiş devlet yapıları çeşitli değişiklikler gösterse de bölge halklarına saadetten ziyade baskı, zulüm ve istikrarsız iktisâdî, siyâsî ve sosyal yapılar bıraktı.

Bölünmüş ve tecrübesiz devlet yapılarının, organize ve bilinçli bir yapıyla mücadele etmesi mümkün olmayanı istemekten ibaret kalır. İran ise kadim yapısına rağmen organize gözükse de bölgede sorun çözmekten çok sorun olan hâdiselerin öncüsü oldu.

Suriye ve Yemen’de ortaya koyduğu icraatlar ve desteklediği gruplar, kendi halkına karşı zalim, yıkıcı ve aşiret kültürünü aşmayan uygulamaların parçası oldu. İktisaden ambargolarla sıkışmış bir İran âdeta kendi kabuğu içine kendini mahkûm etti.

Bölge, düşmanlıkların en üst seviyede olduğu siyâsî yapıları barındırmasıyla hem kendi halkalarını gelecek açısından endişe içinde bırakırken, ortaya çıkan belirsizlikler, iç ve dış çekişmelerin girdabı içinde uluslararası silah tüccarlarının gözde pazarı oldu.

Dünyanın en büyük silah ihracatçısı olan ABD, 169 ülkeye yıllık 444 milyar dolar satışıyla bu pastadan en büyük payı alıyor. Bahreyn gibi küçük bir ülkenin ABD’den aldığı miktar 2 milyar dolar ve bölgenin en güçlü ekonomisine sahip olan Suudi Arabistan’ın yıllık silah alımı 76 milyar dolar. Bölgenin mevcut durumu silahlanarak kendi güvenliğini sağlamayı hedeflerken, düşmanlarını caydırmak için de bu alımları açık olarak yapıyorlar. Taşıma suyla değirmen döndürmeye çalışan bu model aslında silah satanlara bağımlılığı arttırıyor ve bölgenin bu endişe verici yapısı tabii ki silah üreten ülkeler, başta ABD olmak üzere kârlı satışlar anlamına geliyor.

Akdeniz’de bir Haçlı ordusu

Gazze’de ortaya çıkan soykırım ve bunu yapan terör devleti israil, Batı ülkelerinden aldığı koşulsuz destekle ölüm makinası gibi ilerliyor. Kıbrıs’ın güneyine (uluslararası hukuka aykırı olarak) yığılmış batılı donanmalar (uçak gemileri, destroyerler vs. ) âdeta bir Haçlı ordusu görüntüsü veriyor. Vicdan sahibi insanların tüm dünyadan gelen tepkilerine aldırış etmeyen bu ilerleyiş, çok iyi organize olmuş siyonist organizasyonun geldiği güç seviyesini alenen göstermesi açısından bir ilk oluyor.

Dünyaya pazarladığı mazlum yahudi kabuğundan çıkan siyonizm gerçek yüzünü gösteriyor. Bu güç karşısında iktisadi, siyasi ve askeri gücün dengeleyici ve caydırıcı gücüne ihtiyaç var ve bölgede bunu yapabilecek tek ülke Türkiye. Bu gerçek, ülkemizin yükünü arttırırken atılacak her adımın da titizlikle atılması hassasiyetini taşıyor.

Bölgedeki bütün bu gelişmeler, uygulanan yöntemlerde de çok farklı bir bakış açısına ihtiyaç duyuruyor. Gazze’de ortaya konmaya çalışılan direniş, eşit güçler arasında olmaktan çok uzak ve bir katliama dönüşmüş durumda.

Dolayısıyla, mazlum Gazze halkına (hayran bırakan dirençlerine rağmen) daha fazla kalıcı zarar vermeden askeri boyuttan siyâsî boyuta geçmek, bazı kesimlerin fikren hoşuna gitmese de askeri çözümden çekilmek, silah bırakmak ve haklı davanın, hukuk ve siyasi zeminde mücadelesini vermek, Gazze ve bölge halkının geleceği açısından önem arz ediyor.

Silahlı mücadeleden çekilmek, eşit olmayan bir mücadelede aklın ve dinin gereği olarak duruyor ve daha fazla mâsum insanın ölmesini beklemeden bunu yapacak cesareti göstermek gerekiyor. Savaş çığlıklarının silah tüccarlarına ve işgalcilere yaradığını görmeli, mücadelenin Hudeybiye’de olduğu gibi farklı boyutları olduğunu, o günkü fedakâr sahabenin itirazlarına rağmen, Peygamber’in (s.a.v) rehberliğinde O’nun ümmeti olduğumuzu unutmadan aynı cesareti göstermeliyiz.

Bu fedakârlık gelecek nesillerimiz için mutlaka yapılmalıdır.