Modern tıbbın kısa tarihi
Şafi olan Allah’ın şifayı nereden ve ne vasıtasıyla vereceği bilinmez. Bu dosyada, ilaçlara savaş açmıyoruz. Nihayetinde hepimiz modern tıbbın modern ilaçlarına hayatımızın bir döneminde ihtiyaç duyuyor, yâhut istemeden olsa da mâruz kalıyoruz. Hatta bu ilaçların bazılarının işe yaradığı da bir gerçek. Zaten suç modern ilaçlarda değil, onu elinde tutan ve onunla insanlığa savaş açanlarda. Modern ilaçlar da, en az nükleer bombalar yâhut da kitle imhâ silahları kadar masum ve günahsızdır...
Modern tıp dediğimiz şey aslında farmakolojiden başka bir şey değil. Yani fabrikasyon ilaç bilimi. Yani kendini ‘asıl’ görüp, tabiî olan her şeyi ‘alternatif’ olarak yaftalayan, kendisine alternatif olmak isteyen her şeye savaş açan, bu savaşta doktorlardan kurduğu sadık bir orduyu en ön safta çarpıştıran bir ‘bilim.’ Hepi topu 1 asırlık bir tarihi olmasına rağmen, 15 bin yıllık insanlık tarihini ipotek altına almaya çalışan bir düzenden söz ediyoruz. ‘Sağlığımızı borçlu olduğumuz’ bu düzene karşı belki fazla acımasız davranıyormuşuz gibi görünebilir. Ama modern tıbbın kısacık tarihine özet bir bakış atmak; bu sektörü kuranların neler yaptıklarına, daha da vahimi bugün onu savunanların neler yapabileceklerine kafa yormak, durumun vahametini daha net ortaya koyuyor.
1800’lerin başı, dünyanın bir daha asla eskisi gibi olmayacağı bir dönüm noktasıydı. İngilizler 20 yıl önce icat edilen buharlı makineyi akıllarına gelen her yerde kullanmaya başlamış, deyim yerindeyse dünyayı kömür dumanı ve su buharına boğmuştu.
Avrupa ve ABD’de AR-GE çalışmaları akıl almaz boyutlara ulaşmıştı. Telgrafla iletişimde çağ atlandı, buharlı makineler sayesinde okyanuslar aşıldı, fabrikalar eritilmiş çelik kustu ve dünya sonradan adına ‘sanayi devrimi’ denilecek olan fabrikasyon çağına girdi.
Bu ağır sanayinin devrimcileri, sadece demir döken, çelik döven veya kömür yakan insanlardan oluşmuyordu. O gün var olan hemen her sektörün aklında ‘sanayileşme’ yani makineleşme vardı. Artık tarlaların yerini fabrikaların, çiftçilerin yerini işçilerin, vatandaşların yerini de ‘müşterilerin’ alması gerekiyordu.
Dönemin bilim adamları da bugünkülerden farklı değildi. Her araştırmaları; önce merak ve tanıma isteğiyle başlıyor fakat sonunda doğal akışında seyreden her şeyi ‘bilim’in istediği yoldan ilerlemeye zorlamakla bitiyordu. Yani ‘kontrol edilebilir’ kılma çabasıyla.
Ve tabiî ki insan sağlığı da kontrol dışı bırakılamayacak kadar önemli ve ‘değerliydi.’
- İlk icraat: Hissizleştir
- Modern tıbbın ilk buluşu, afyonun işlenmesinden elde edilen morfin oldu. Afyon aslında binlerce yıldır ağrı kesici ve anestezik olarak kullanılıyordu. 150 yıldır da içindeki etken madde izole edilmeye çalışılıyordu. Nihayet modern tıp afyondaki morfini izole edip işleyerek bir ‘ürün’ elde etti. Morfin üretimini uzun süre Merck elinde tuttu. Tesadüf bu ya, Merck’in 1860’tan sonra tekel olduğu bir diğer ürün ise kokaindi. Fakat ilk ‘modern’ ilacın hastalığı değil şikâyeti yok eden bir ürün olarak ortaya çıkması da, bu ürüne uyduruk Yunan tanrılarından ‘rüya tanrısı’ Morpheus’un adının verilmesi de tesadüf değildi.
Tabii ilaçların ‘gerçek’ faydası bulundu: Para
Binlerce yıldır tabiplerin kullandığı bitkiler, özler, terkipler ve tabiî ilaçlar, sanayi devrimiyle gelen zenginlikten mahrum bırakılmadı. Tabiî ilaçların ‘gerçek faydalarını’ ortaya çıkarmak isteyen ‘bilim adamları’, onları şişeleyerek, paketleyerek ve satarak gerçek bir fayda sağlamaya başladı.
Binlerce yıldır kimsenin aklına gelemeyen ‘ilaç sektörü kurup, bundan kâr etmek’ fikri de böylece doğmuş oldu. 1827’de Almanya’da ilk ‘modern ilaç’ şirketi olan Merck tarafından üretilen ilaçlarla dünya sonradan adına ‘modern tıp’ denilecek olan ‘farmakoloji’ ile tanıştı.
Binlerce yıllık tecrübe ‘iptidai’ sayıldı
Bugün insanlığın ‘modern tıp sayesinde varlığını devam ettirebildiği’ gibi bir görüş yerleştirilmeye çalışılsa da, modern tıbbın modern ilaçlarından önce de insanlık başının çaresine bakabiliyordu. En azından modern tıbbın 200 yıl önceki keşfine yaşanan 15 bin yıllık insanlık tarihi böyle olduğunu ortaya koyuyor. 2 asır nere 150 asır nere…
Bitkileri şifa aracı olarak kullanmak Hz. Âdem’e kadar dayanıyor. Arkeolojik kazılar da bunu ispat ediyor. Şimdilik elde edilen kazılarda bitki kullanımı M.Ö. 3000’li yıllarda Sümer uygarlığına uzanıyor. O zaman da afyon gözde bir ilaç olarak göze çarpıyor ama daha başka yüzlerce şifalı bitki de kil tabletlerde listeleniyor. Mısır’da bulunan ve MÖ 1550’ye tarihlenen Ebers Papirüsü 850’den fazla bitkisel terkibi kayıt altına almış.
Miladi 60 yılında Roma ordusuna bağlı çalışan Doktor Dioscorides, De Materia Medica (Tıbbi Malzemeler) isimli eserinde, 600’den fazla şifalı bitki kullanılan 1000’den fazla ilaç terkibini yazdı. Bu eser, 16. yüzyıla kadar Avrupa’nın temel ilaç kitabıydi.
Bu tarihî belgelerde pek çok ilacın temel maddesi olarak afyon, kenevir, mür reçinesi, adamotu, ardıç gibi bitkiler sayılır. Bu bitkiler bugün de pek çok modern ilacın temel bileşenidir. Yani o günden bu yana propaganda ve sahiplikten başka hiçbir şey değişmemiş.
Cerrahî ‘modern tıp’ sayılmıyor
Aynı arkeolojik çalışmalar, aynı dönemlere ait başka yazılı kayıtlar da buldu. Mesela Kahun Papirüsü’nde kadın hastalıkları ve jinekoloji alanında çok detaylı teşhis ve tedavilerin listesi bulunuyor. Edwin Smith Papirüsü ise cerrahî müdahaleler konusunda dönemin hekimlerine yol gösteriyor.
Aslında sadece dönemin hekimlerine değil bu günün hekimlerine de yol gösteriyor. Çünkü tarihi kayıtlar, tıp ilminin cerrahî kolunun neredeyse binlerce yıldır çok az değişim göstererek geliştiğini ortaya koyuyor. 1800’lerin başında ortaya çıkan farmakoloji, ilaç hazırlama konusunda bir ‘devrim’ olsa da cerrahî dal neredeyse hiç değişmiyor. Mesela bugün yaygın olarak kullanılan doğum tekniği ‘sezaryen’ yaklaşık 2 bin yıldır aynı yöntemle yapılıyor. Bu konudaki tek gelişme, cerrahinin kanamayı durdurma tekniğini geliştirerek, sezaryen doğumlarda ölüm oranını düşürmesi.
Beyin kanamalarına yapılan cerrahî müdahalelerin ilk izleri, Mısır’daki delik kafataslarında ortaya çıkar. Ve yöntem bugün de aynıdır.
Meşhur Müslüman âlim ve cerrah Er-Râzî’nin 9. yüzyılda dünyada ilk kez uyguladığı katarakt ameliyatı, bugünün tüm modern cihazlarına rağmen neredeyse hiç değişmeden aynı tekniklerle uygulanmakta.
Gine solucanı hastalığında bugün kullanılan cerrahî teknik ise, 2 bin yıllık bir belgedeki tekniğin birebir aynısı ve hiç değişmemiş.
Bugün kullanılan temel cerrahî aletlerin ise neredeyse tamamı, binlerce yıllık tecrübenin çok küçük değişimlerine mâruz kalmış. Hepsi o kadar.
Tüm bu göstergeler ‘modern tıp’ adı altında bugün insanlara dayatılan şeyin aslında farmakoloji yani ilaç bilimi ile sınırlı olduğunu ortaya koyuyor. Modern tıbba alternatif olduğu iddia edilip ‘alternatif-doğal-bitkisel’ isimlerle anılan tıp ise aslında farmakolojinin kendi diktatörlüğünü sağlamlaştırmak için 15 bin yıllık en yazında yazılı 5 bin yıllık tarihle birlikte ‘ötekileştirdiği’ temel tıbbı tarif ediyor.
Meydanı boş bulunca zıvanadan çıktılar
Modern tıp denilen ‘sektör’ 1800’lerin başında kendine alan açmaya başladığında, üzerinde neredeyse hiçbir denetim yoktu. Bugün ‘doğal tıbbı’ denetimsiz ve kontrolsüz olmakla suçlayan ilaç şirketleri, meydanı boş buldukları için akıl almaz bir özgürlüğe, yani insanları habersizce kobay olarak kullanma ve gerekirse öldürme özgürlüğüne sahipti. İlk modern ilaç olan morfinin kontrolsüz kullanılması nedeniyle yüzlerce kişinin öldüğü tahmin ediliyor. Fakat bugün aşılar nedeniyle ölenlerin kayıt altına alınamaması gibi o günlerde de ilaç şirketlerinin cinayetleri kayda alınmıyordu.
Dahası, modern tıp adı altında kimyasal ilaç üreten şirketlerin hemen hemen tamamı aynı zamanda gıda işine de girmişlerdi. Merck ve Bayer bunların öncüsüydü. Özellikle 1800’lerin sonlarında sanayi devriminin etkisiyle nüfusun şehirlere doğru yoğunlaşması, gıdaların çiftlikten pazara kadarki yolunu uzatmış ve gıda kalitesi önemli ölçüde düşmüştü. Birçok gıda üreticisi, gıdaları taze tutmak için modern tıbbın ürettiği formaldehit bazlı tehlikeli koruyucular kullanmaya başladı. Bu ilaçların kaliteleri çok düşüktü, dozları ise keyfi olarak ayarlanıyordu. ABD hükümeti, et ürünlerini ilaç şirketlerinin zulmünden korumak için 1906’da ‘Et Denetleme Yasası’nı çıkardı.
- 200 yıllık tarihinin ilk 100 yılını tamamen kontrolsüz ve denetim dışı geçiren ilaç şirketleri, zehirli bileşenleri hastalar üzerinde sınırsız bir özgürlükle deneyebiliyordu. Afyon, kokain, morfin ve alkol bebek ilaçlarında bile ana etken maddelerdendi. Ve o günkü doktorlar da bugünün şöhretli doktorları gibi üzerinde tam bir araştırma yapılmayan bu ilaçları hastalarına ‘güvenle’ veriyordu. Bugünse gücü tümüyle ele geçirdiler ve her istediklerini yapıyorlar.
Bebek ilaçlarında kokain ve morfin
Doktorları da kendi kontrollerine alan ilaç şirketleri, zehirli bileşenleri hastalar üzerinde sınırsız bir özgürlükle deneyebiliyordu. Afyon, kokain, morfin ve alkol, bebek ilaçlarında bile ana etken maddelerdendi. Ve o günkü doktorlar da, üzerinde tam bir araştırma yapılmayan bu ilaçları hastalarına ‘güvenle’ veriyordu.
Bu iş, 1902 yılına kadar yaklaşık 100 yıl tam bir kontrolsüzlükle devam etti. Fakat ABD’de ortalık, kullandığı ilaçlar nedeniyle bağımlı olmuş hastalarla dolunca, hatta bebeklerde bağımlılık ve ölümlerin önü kesilemeyince, ‘ABD Biyolojik Kontrol Yasası’ kabul edildi. Federal hükümet, her biyolojik ilaç ve bu tür ilaçları üreten tesis için onay mekanizmasını devreye soktu.
Bunu 1906’da ‘Saf Gıda ve İlaçlar Yasası’ izledi. ABD devleti, içinde alkol, morfin, afyon, kokain gibi bağımlılık yapan maddeler bulunduran ilaçların etiketlerinde, bu maddelerin kullanıldığının yazılmasını zorunlu kıldı. Yani o güne kadar ilaçlarda ne bir prospektüs ne de uyarı bulunuyordu. Bunların ülkeye girişi ve ülke içindeki sevki kontrol altına alındı. Fakat bu girişim, ilaç şirketlerinin devletlere karşı ilk büyük zaferine dönüştü.
- ‘İlaçlar en büyük üçüncü ölüm nedeni̇’
- İlaç endüstrisinin kirli yüzü, bazı ilaçların zararları, bazılarının ölümcül etkileri üzerine bugüne kadar sayısız makale yazıldı. Rakamlar ve veriler pek çok gerçeği ortaya çıkardı. Danimarkalı bir doktor ve tıp araştırmacısı olan Peter Gotzsche’nin bu alandaki incelemelerinden elde ettiği sonuç ise tüm bu araştırmaların özünü ortaya koydu. Doktor Gotzsche’ye göre reçeteli ilaçlar, kalp hastalığı ve kanserden sonra dünya çapında en yaygın üçüncü ölüm nedeni. Özellikle antdepresanlar “en büyük cinayet aletleri.” Mesela antidepresan ilaç kullanan yaşlılarda sadece denge kaybı ve düşme nedeniyle her yıl binlerce ölüm yaşanıyor. Doktor Gotzsche’ye göre ölümlerin çoğu bu tür ilaçlara bağlanmıyor bile. Yine Doktor Gotzsche’nin araştırmalarına göre her bir pratisyen doktor, her yıl ortalama bir hastayı öldürüyor ama bundan haberi bile olmuyor.
Yargı ve ilaç şi̇rketleri̇ el ele
Modern tıp denilen ilaç şirketlerinin, bugün ‘doğal tıp’ ve bitkisel ilaçlara açtığı savaşta en büyük silahları, bu geleneksel yöntemlerin ‘kanıtlanabilir faydasının olmadığı’ iddiasına dayanır. Ve bir bitkisel ilacın piyasaya çıkması için ‘tedavi ettiğini’ kanıtlaması istenir. Fakat bu tür ilaçlar için faz çalışmalarına izin verilmediğinden, bitkisel ilaçlar ‘bitkisel destek’ adıyla satılır ve faydalarını açıkça sıralamak yasaktır.
İşin ilginç tarafı, bugün ‘doğal ilaçlara’ yapılan muameleyi, ABD hükümeti 1906’da modern tıbbın ilaç şirketlerine yapmıştı. Dr. Johnson isimli ilaç şirketi, kimyasal olarak ürettiği kanser ilacına “Dr. Johnson’ın Kanser için Hafif Kombinasyon Tedavisi” adını vermişti.
Fakat hükümet, firmadan gerçekten kanseri tedavi ettiğini kanıtlamasını istedi. Dr. Johnson ise buna cevap olarak mahkemeye gitmeyi tercih etti. Ve ABD Yüksek Mahkemesi nasıl olduysa Dr. Johnson’ı haklı buldu ve hükümete “sen sadece ilacın üstünde yazan maddeler ilacın içinde var mı yok mu diye bakabilirsin, tedavi edip etmediği seni ilgilendirmez” dedi. İlaç şirketlerinin ilk büyük ‘hukuksuzluk zaferi’ de böylece tarihe geçmiş oldu. Fakat bu hukuksuzluğun bedeli ağır oldu.1937’de Massengill Company tarafından üretilen ‘İksir Sülfanilamid’ adlı ilacı kullanan 100’den fazla kişi öldü. Ürünün içeriği, bugün otomobillerde kullanılan antifirizden başka bir şey değildi. Artık ipleri eline almak isteyen ABD Kongresi, bir ilacın satılabilmesi için ilk kez pazar öncesi güvenlik araştırmasını zorunlu kıldı ve yanlış tedavi iddialarını yasaklayan 1938 tarihli Federal Gıda, İlaç ve Kozmetik Yasası’nı kabul etti. Bu yasa, 1930’da kurulan ABD Gıda ve İlaç Dairesi FDA’nın hâlen uyguladığı yasadır. Böylece ilaç şirketleri için ‘faz çalışmaları’ zorunlu olmuştur.
Fakat 1938’e kadar ilaç şirketleri tarafından kaç kişinin öldürüldüğü tam olarak bilinmemektedir. Çünkü 1990’lara kadar FDA’ya başvuru yapan ilaçların sadece yüzde 21’i Faz 1 aşamasından geçebiliyordu. Bu geçenlerin ise sadece yüzde 10’u Faz 3 yani insan deneyleri yapmaya hak kazanıyordu. Bunlara aşılar da dahildi...
Modern tıbbın temel sorunu: Öldürecek insan bulmak
Modern tıp dediğimiz ilaç bilimi aslında bir ‘sömürge bilimi’dir ve bu mesele modern tıbbın doğduğu batılı toplumlarda yüksek sesle tartışılmaktadır. Uzun süre başıboş kalan ve hiçbir test yapmadan ürünlerini insanlar üzerinde deneyen ilaç şirketleri, insan deneyleri yapmak zorunda kaldıktan sonra ‘öldürmelik insan’ arayışına girmiştir. Bu amaçla; sömürge ülkeleri özellikle Afrika halkları denek olarak kullanılmıştır.
Fakat buradan ‘kendilerinden olmayana zulmettikleri’ sonucu çıkmasın. Çünkü ilaç şirketleri için ‘kendilerinden olan’ hiç kimse yoktur ve kâr için her yol mubahtır.
İlaç şirketleri, İkinci Dünya Savaşı sırasında bu karanlık yüzlerini açıkça sergilemiştir.
Bugün dünyanın en büyük ilaç şirketlerinden biri olan Bayer, 1925’te diğer beş büyük Alman ilaç şirketi ile birleşerek IG Farben’i kurdu. Oluşum, bir anda dünyanın en büyük kimya ve ilaç şirketine dönüştü. Fakat şirketin savaş sırasında yaptıkları, Nazileri bile gölgede bıraktı.
Hitlerin binlerce Türk, Yahudi, Rus ve Avrupalıyı öldürmek için kurduğu gaz odaları, aslında IG Farben şirketinin ürettiği Zyklon B gazını denemek için inşâ edilmişti. Yani ‘Yahudi soykırımı’ diye pazarlanan şey, aslında modern tıbbın bilimsel bir çalışmasıydı ve sadece Yahudiler için değil tüm insanlık içindi.
IG Farben diğer buluşları için de Hitler’in savaş esirlerini kobay faresi gibi kullandı ve tahminen binlerce insanı farklı teknik ve deneylerle katletti. Eğer bir rakam vermek gerekirse, 1943’e kadar IG Farben’in 330.000 ‘personelinin’ neredeyse yarısı, savaş esirleri ve zorla askere alınanlardan oluşuyordu. 30.000 çalışan ise Auschwitz toplama kampının sakinleriydi ve görevleri gaz solumaktı. Merck de faklı bir yol izlemedi. Dünyanın ilk ilaç şirketinin o zamanki sahibi Nazi Partisi üyesiydi ve ‘çalışanlarının’ bir kısmını da toplama kamplarından ‘işe’ almıştı.
‘Hepsi̇ öldü, yeni̇ kadınlar gönderin’
Bugün çok hümanist gibi görünen ilaç şirketlerinin o günlerdeki bir mektubu, insan öldürmeyi ne kadar sıradan gördüklerini ortaya koyuyor: Auschwitz kampında doktor, Nazi SS tugaylarında komutan ve IG Farben bünyesindeki Bayer grubunda yönetici olan Helmuth Vetter, toplama kampındaki mahkumlar üzerinde tıbbî deneyler yapıyordu. Bir anestezi çalışmasında şirket, toplama kampından alınan 150 kadın mahkûm için Nazilere kişi başı 170 Mark ödeme yaptı. Fakat 150 kadın üzerinde yaptıkları deneyler istedikleri gibi gitmedi ve Auschwitz toplama kampı komutanı Rudolf Höss’e şöyle bir mektup gönderildi: “150 kadının nakliyesinde sorun yaşanmadı. Kadınlar iyi durumda geldi. Fakat deneyler sırasında öldükleri için kesin bir sonuç alamadık. Aynı sayıda ve aynı fiyata başka bir grup kadın göndermeniz hususunda ricamızla...”
- Türkiye'de alınacak çok yol var
- Doğal ilaç ve bitkisel takviye pazarı, Türkiye’de hiçbir zaman istenilen düzeye gelmedi. Anadolu florası çeşitlilik açısından dünyanın en zengin ve içerik açısından en şifalı florası olmasına rağmen binlerce yıllık bitki tecrübesi modern tıbba feda edildi. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın açıkladığı son listeye göre, Türkiye’de satışına izin verilen “Onaylı Takviye Edici Gıdalar Listesi”nde 14 bin 547 ürün bulunuyor. Bu ürünlerin tamamına yakını, yabancı şirketlerin mamullerinden oluşuyor. Fakat her musibette bir hayır olduğu gibi pandeminin de bu konudaki pozitif etkisi göz ardı edilemez. Yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye’de takviye edici gıda kullanımı pandemi öncesinde yüzde 13 oranında iken, 2020 sonrasında yüzde 20 seviyesine ulaştı. Bu oranın yükselme ivmesinin tahminlerden daha yüksek seyretmesi bekleniyor. 2017 yılında yapılan piyasa tahminleri, 2016 yılında 735 milyon lira olan bitkisel takviye pazarının 2021 yılında 950 milyon liraya ulaşacağını öngörmüştü. Fakat bugün gelinen noktada, Türkiye’de bitkisel takviye pazarı 300 milyon dolara (yaklaşık 5 milyar lira) seviyesine ulaştı.