Medya yalanları niçin tehlikelidir?
Ana akım medyanın dürüst olmayan, manipülatif istihbarat kaynaklarıyla işbirliği içinde olması bizim kuşağımıza düşen, düzeltilmesi gereken özel bir mesele. Bu meseledeki ticari dürtüleri elbette hafife almıyorum. İnsanlar, kendilerine duymak istediklerini söyleyen web sitelerine akın ediyorlar. Diğer yandan tarafsız, güvenilir bilginin peşindeler. Bunların her ikisi de iyi işler olabilir ama basın mensupları hele televizyoncular olarak, bizim hangi işte olduğumuza karar vermemiz gerekiyor.Holman W. Jenkins – Medya Yalanının 100 Yılı (3 Kasım 2020 Wall Street Journal)
Meşhur kamuoyu şirketi Gallup’un 30 Eylül 2020 tarihinde yayınladığı bir ankete göre Amerikan halkının medyaya duyduğu güven yerlerde sürünüyordu. Halkın sadece yüzde 9’u medyanın verdiği haberlere tam olarak güven duyarken yüzde 33’ü medyanın verdiği hiçbir habere kesinlikle güvenmediğini ifade ediyordu. Yine yüzde 27’lik kesim medyayı pek güvenilir bulmadığını söylerken geri kalan yüzde 31 ise “eh işte” diyenlerden oluşuyordu. Net olarak söylemek gerekirse her 100 kişiden sadece 9’u medyanın verdiği haberleri kesinkes inanılır buluyor; her 100 kişiden 91’i yani ezici bir çoğunluk, kendisine sunulan haberlerin doğruluğu noktasında ya hiç güven duymuyor, yahut bir takım şüpheler taşıyordu. Zaten Gallup sitesi de anketi, “Amerikalılar kitle iletişim araçlarına güven duymuyor” başlığıyla haber yapmıştı.
Medya güven kaybetmeye devam ediyor
Gallup bu anketi ilk kez 1972 yılında yapmıştı. 1997 yılından bu yana ise neredeyse her yıl yapıyordu. 1970’li yıllarda Amerikan halkının medyaya duyduğu güven yüzde 68 ile yüzde 72 arasında geziniyordu. Gerçi 1990’ların sonunda bir güven sorunu başlamış olsa da 2004 yılındaki yüzde 44’ü görene kadar vaziyet idare eder nitelikteydi. 2005 yılında son kez yüzde 50 görüldü ve o tarihten sonra da düşüş devam etti.
Medyaya duyulan güven kaybının, arkasında pek çok hikâyeyi barındırdığını biliyoruz. 90’ların hemen başında çarpıcı bir örnek çıkıyor karşımıza. Amerikan elçisinin gazına gelen Irak lideri Saddam Kuveyt’i işgal etmiştir. İşlerin planladığı gibi gittiğini gören ABD Başkanı Baba Bush, Birinci Körfez Savaşı’nı başlatmak için bir yandan ellerini ovuştururken, bir yandan da kamuoyunu ikna edecek hikâyeler aramaktadır.
Birinci Körfez savaşı kumpası
Derken 10 Ekim 1990 günü Amerikan Kongresi’ne Kuveytli genç bir kız gelir. Ve ağlamaklı bir şekilde konuşmaya başlar:
“Ablam 5 aylık yeğenimle kaçıp kurtulmak için çölü geçti. Kuveyt’te bebekler için süt kalmamıştı. Çölde arabaları kuma saplandı, Suudi Arabistan’dan yardım geldi de zorlukla kaçabildiler. Bense geride kalıp ülkem için bir şeyler yapmak istedim. İşgalden iki hafta sonra insanlara yardım etmek isteyen 12 kadın ile birlikte Ed-Dar Hastanesi’nde çalışmak için gönüllü oldum. İçlerinde en genci bendim, diğer kadınlar 20-30 yaşlarındaydı. Ben oradayken silahlı Irak askerlerinin hastaneye girdiğini gördüm. Bebekleri küvözlerinden çıkarıp ölmeleri için soğuk zemine bıraktılar. Küvözleri de alıp gittiler. Korkunçtu. Elimden bir şey gelmiyordu. Prematüre doğan ve belki çoktan ölmüş bulunan yeğenim geliyordu aklıma.”
İçini çekerek, acıklı bir tonda hikâyesini anlatan kızın adı Neyyire’dir. Henüz 15 yaşındadır. Neyyire anlatırken video kaydı yapılmış, 700 Amerikan TV kanalı bu kaydı yayınlanmıştır. Aynı gün yani 10 Ekim 1990 akşamı, ABC ve NBC haberlerinde bu video yaklaşık 50 milyon Amerikalı tarafından izlenmiştir. Irak’a karşı silahlı bir operasyonu savunan 7 senatör, Neyyire’nin hikâyesini gerekçe olarak kamuoyuna sunmuştur. Zamanın ABD Başkanı Baba Bush ise en az 10 konuşmasında bu hikâyeye tekrar tekrar atıf yapmıştır.
Gerçekler iş bitince anlaşıldı
Peki ya netice? 17 Ocak 1991’de Birinci Körfez Savaşı başladı, Irak’ın tepesine 85 bin ton bomba yağdırıldı ve tam 250 bin Iraklı sivil bu bombaların altında can verdi. Kuveyt artık ABD askerlerinin eline geçmişti. ABC News doktorlar ile röportaj yaptı, küvözden çıkarılarak ölüme terkedilen bebekleri sordu. Doktorlar böyle bir şeyin asla gerçekleşmediğini söylediler. Bunun üzerine Uluslararası Af Örgütü konunun üzerine gidip bir araştırma yaptı. Evet, böyle bir şey hiç yaşanmamıştı.
Derken iş daha da çatallandı, bu kez Harper’s dergisinin yayıncısı John R. MacArthur The New York Times’a bir makale yazdı ve bombayı patlattı. Neyyire sıradan bir Kuveytli kız değil, ABD Kuveyt Büyükelçisi’nin kızıydı. Dahası, Neyyire’ye o konuşmayı yaptıran iki kongre üyesi Tom Lantos ile John Edward Porter bir dernek kurmuş, Kuveytlilerden 50 bin dolar bağış almıştı.
İşler iyice sarpa sarınca, Kuveytli yetkililer bağımsız bir soruşturma için harekete geçmek zorunda kaldılar. Bu soruşturma için Kroll Associates ile anlaşma yapıldı. Kroll soruşturması dokuz hafta sürdü ve 250’yi aşkın görüşme gerçekleşti. Elbette olayın kahramanı Neyyire ile de görüşüldü. Peki, Neyyire ne dedi?
- • Bahsi geçen hastanede asla gönüllü olmadığını.
- • Hastaneye sadece birkaç dakikalığına uğradığını.
- • Kuvözün dışında sadece 1 bebek gördüğünü.
- • Bu bebeğin de “bir dakikayı aşmayan” bir süreliğine küvözün dışında kaldığını.
Petrole bulanmış karabatak
Amerikan kamuoyunda “Kuveytgate” olarak da anılan bu hâdisenin Birinci Körfez Savaşı’na hizmet ettiği, sırf bu savaş çıksın diye uydurulduğu ortaya çıktı. Hatırlarsanız o vakitler bir de “petrole bulanmış karabatak” görüntüleri meşhurdu. Televizyonlar sürekli bu görüntüleri ekrana getirip duruyordu. Saddam petrol tesislerini havaya uçurmuş, denizi bir daha temizlenemeyecek şekilde kirletip nice mâsum canlının ölümüne sebep olmuştu. Sadece insanlar değil, hayvanlar bile kurtarılmayı bekliyordu. Oysa o görüntülerin Ortadoğu ile alakası yoktu. Alaska’da yaşanan bir tanker kazasına aitti.
Medyanın ayyuka çıkardığı yalanlar savaş çıkarıyor, ülkeleri mahvediyor, yüz binlerce hatta milyonlarca insanın ölümüne sebep oluyor ama kimse bu yalanların hesabını sormuyor/soramıyor.
Irak’ın işgali de bir kumpas
7 Kasım 2000 seçimlerinde yarım milyon daha az oy almasına rağmen seçimi kazanan Oğul Bush ABD başkanlık koltuğuna oturmuştu. O da tıpkı babası gibi Irak’a kafayı takmış vaziyetteydi. Üstelik bu konuda yalnız değildi. 28 Temmuz 2002’de İngiltere Başbakanı Tony Blair'den gizli bir mesaj almıştı.
Blair şöyle diyordu: “Ne olursa olsun senin yanında yer alacağım. Fakat şimdi vakit, zorluklar üzerine kafa yorma vakti. Bu konudaki planlama ve strateji şimdiye dek olanların en zorlusu. Bu iş, bir Kosova veya Afganistan değil. Hatta Körfez Savaşı bile değil.”
Bu mesajdan sekiz ay sonra düğmeye basıldı. “Irak'ı Özgürleştirme Operasyonu” Baba Bush’un bombalarla katlettiği 250 bin mâsum sivilin yanına Oğul Bush-Blair ikilisinin kıydığı 2 milyon mâsum sivili eklemekle kalmadı, Irak’ı mezhep çatışmalarıyla can emniyetinin kalmadığı bir alacakaranlık kuşağına çevirdi. Aradan geçen onca yıla rağmen bir türlü normalleşmeyen, korku filmini aratmayan sahnelerle dolu bir ülke şimdi orası.
Sahi, Chilcot raporunu duymuş muydunuz? Yönetim özeti 150 sayfa olan, tamamıysa 6255 sayfayı bulan bir rapor bu. Tastamam 2 milyon 600 bin kelimeden oluşuyor. Hazırlanması 7 yıl sürdü. 2009 yılında faaliyetlerine başlayan Sir John Chilcot başkanlığındaki komisyon, 8 Temmuz 2016 tarihinde meşhur raporunu kamuoyuyla paylaştığında bütün dünya pür dikkat söylenenleri not alıyordu. Ne diyordu John Chilcot?
Kitle imha silahları nerede?
• Irak o dönemde herhangi bir tehdit teşkil etmiyordu. Ülkedeki kitle imha silahlarının risk teşkil ettiği yönündeki hükmün haklı bir gerekçesi yoktu.
• İngiltere, Irak'ın silahsızlanması konusunda barışçıl seçenekleri tüketmeden işgal kararı almıştır. Askeri harekât son seçenek değildi.
• İngiltere'nin Irak politikası kusurlu istihbarata dayanıyordu. İstihbarat sorgulanmalıydı ancak bu yapılmadı.
• Dönemin başbakanı Tony Blair'in, 'Irak'ta işgal sonrası yaşanacak problemler önceden bilinemezdi' şeklindeki görüşü doğru değil. Irak'ta bir iç savaş çıkacağına ve El-Kide'nin faaliyet gösterme riskine dair uyarılar yapılmış fakat bunlar gözardı edilmişti.
Oğul Bush’un Irak işgalini meşrulaştırmak için kullandığı iki argümanın; “kitle imha silahları” ile “Saddam-El Kide işbirliğinin” yalan olduğu apaçık ortadaydı.
CNN Sunday tiyatrosu
Chilcot raporu gerçekleri yalın bir şekilde ortaya koymuştu ama o günlerin “işgal basını” aynı fikirde değildi. 8 Eylül 2002’deki CNN Sunday programı tam bir tiyatro oyunuydu âdeta. Herkes rolünü mükemmel oynamıştı. Bu tiyatroyu, noktasına virgülüne dokunmadan sizlere sunuyoruz.
BURASI RESİMLERLE KUTULAR HALİNDER VERİLSE GÜZEL OLUR SANKİ
- • Fredrıcka Whitfıeld, CNN sunucusu:
- Beyaz Saray, Irak'ın global bir tehdit olduğu konusunda ısrarcı ve başkan yardımcısı yine ağırlığını koyuyor. Dick Cheney, son 14 aydır Saddam Hüseyin'in saldırgan bir tutumla nükleer silah geliştirmeye çalıştığını söylüyor. CNN'den Kelly Wallace daha fazlası ile Beyaz Saray'da. Merhaba, Kelly.
- • Kelly Wallace, CNN Beyaz Saray muhabiri:
- Merhaba Fredricka. Bush yönetimi, Kongre üyelerinden ve ABD müttefiklerinden gelen çağrılar üzerine Saddam Hüseyin'in neden yakın bir tehdit oluşturduğunu kanıtlamak için bilgi verecek. Başkan Bush'un danışmanları, yeni deliller ışığında Irak liderinin agresif bir şekilde nükleer silah yapmaya çalıştığını anlatacaklar.
• Condoleezza Rice, ABD ulusal güvenlik danışmanı:
Nükleer silahların ne kadar çabuk edinebileceği konusunda her zaman bir belirsizlik olacaktır, ancak dumanı tüten silahın bir mantar bulutuna dönüşmesini istemiyoruz.
- • Kelly Wallace, CNN Beyaz Saray muhabiri:
ABD'li yetkililer, son 14 ayda Saddam Hüseyin'in uranyumu zenginleştirmek ve bir nükleer bomba yapabilmek için gerekli olan özel yüksek dereceli alüminyum boruları ele geçiremediğini söylese de Başkan Yardımcısı Cheney'in CNN'den John King ile yaptığı röportajda ima ettiği bir endişe bu.
• Dick Cheney, ABD başkan yardımcısı:
Füzyon için gerekli malzemeye sahip değil ama üzerinde çalışıyor olabilir. Gördüklerimize dayanarak, onun bir kez daha nükleer silah geliştirmek için adımlar attığından oldukça eminiz.
- • Kelly Wallace, CNN Beyaz Saray muhabiri:
Üst düzey bir yetkili, yeni kanıtların geçen hafta önemli kongre liderlerine verildiğini; büyük ihtimalle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin şüpheci üyeleri Fransa, Rusya ve Çin'e de sunulacağını söyledi. Fakat Senato İstihbarat Komitesi Başkanı, Irak'a karşı muhtemel bir önleyici saldırıyı garanti edecek kanıtları yönetimin hâlâ kendilerine vermediğini dile getirdi.
- • Senatör Bob Graham, istihbarat komitesi başkanı:
Başkanın kendi konumunda kararlı duruşuna ve bunu haklı çıkaracak gerekçelere sahip olduğuna şahsen inansam bile, evet, henüz bu yönde bir bilgi Kongre ile yeterince paylaşılmadı.
- • Kelly Wallace, CNN Beyaz Saray muhabiri:
Gerek Kongre gerekse ABD’nin müttefiklerinden Saddam Hüseyin'in neden gitmesi gerektiğini ispatlama noktasında baskı gören başkan, meseleyi perşembe günü Birleşmiş Milletler'e götürüyor. Dışişleri Bakanı Powell, başkanın tüm dünyayı Irak liderine karşı sert tavır almaya çağıracağını söyledi.
- • Colin Powell, ABD dışişleri bakanı:
Saddam Hüseyin, son 11 yılda kendisini kitle imha silahlarından arındırmak için alınan tüm kararları ihlal ediyor. Bu konuda elimiz güçlü. Bu durum, tartışılmaz bir şekilde ortada.
- • Kelly Wallace, CNN Beyaz Saray muhabiri:
Başkan Bush pazartesi günü meseleyi Detroit, Michigan'da Kanada Başbakanı Jean Chretien'e açacak. Kanada lideri, Irak'a yapılacak muhtemel bir askeri saldırıya karşı olduğunu ifade eden birkaç ABD müttefikinden sadece biri. Fredricka...
- • Fredricka Whitfield, cnn sunucusu:
Pekala, Beyaz Saray'dan Kelly Wallace, çok teşekkür ederim.
Sosyal medya mı dediniz?
Medya yalanları zaten tehlikeliydi fakat sosyal medya platformlarının yaygınlaşmasıyla vaziyet daha da tehlikeli bir hâle büründü. Sahte kimlikler ve bot hesaplarla “yalan üretme çiftlikleri”ne yatırım yapılmaya başlandı. Profesyonel medya yalancıları, eskisi gibi bizatihi kendileri meydana çıkıp kılıç oynatmıyorlar artık. Sahte kimlikler ve bot hesapları kullanarak “ifşa olmadan” sonuç almak mümkün çünkü. Peki, bu işleri yapacak cesareti nereden alıyorlar? Bugüne dek söyledikleri bütün yalanların cezasız kalmasından.
Sosyal medyada sahte kimlik kullanımı ve bot hesapların varlığına kesin çözümler bulunmalı. Yalan ile mücadelede tavizsiz davranılmalı, verilecek cezalar kesinlikle caydırıcı olmalı.
- Söz ola kese savaşı
- Ne demişti Yunus?
- Söz ola kese savaşı
- Söz ola bitüre başı (yarayı) * Başın sağalsın örneği.
- Söz ola ağulu aşı
- Balıla yağ ide bir söz
Gerek medya mensupları gerekse saygın bireyler olarak yaşadığımız topluma karşı mesuliyetlerimiz bulunduğunu gözden kaçırmayalım. Dini inancımız, siyasi görüşümüz, etnik kimliğimiz her ne olursa olsun:
- • Hak ve adaletten yana tavır takınıp
- • Savaşları bitirecek
- • Yaraları sağaltacak
- • Ağulu aşı bal ile yağ edecek
Bir üslup kullanmak durumundayız.