Kuş kadar beyni olmayanlar
Batı mahreçli safsatalara göre, ilk insanlar çıplak dolanan ve sadece yaprak gibi maddelerle avret yerlerini örtmeye çalışan -hâşâ- ilkel bir varlıkmış. Güya insanlık ‘mağara çağı’ gibi absürt zamanlardan geçmiş… Bir Müslüman bu tür zırvalara inanmaz, daha doğrusu inanamaz. Çünkü Allah-ü Teâlâ Bakara suresinin 31. Âyet-i Celilesinde “-Allah- Âdem’e bütün isimleri öğretti” buyurur. Buna rağmen bâtıl bilgilerle bu Müslüman ülkede bile bütün çocukların zihinleri kirletilmeye devam edilir.
Âdem (a.s.) sadece sıradan bir ilk insan değildir. Zîra o aynı zamanda ilk peygamber. Allah (c.c.), peygamberlerine bilmediklerini de öğretir.
Yine bitkiler için de ‘ilk şurada kullanıldı, anavatanı şurasıdır’ şeklinde sanki şahitlik edilmiş gibi iddialarda bulunulur. Allah (c.c.)’ın bitkileri ne zaman ve nereye yaydığını kimsenin bilmesi mümkün değildir. Ayrıca dünya çeşitli zamanlarda muhtelif değişimler geçirmiştir. Yaratma ise her an devam etmekte. İnsanlar hemen her gün yeni bir bitki, hayvan veya başka bir şeyle karşılaşabilir. Kim bilir belki de o vakit yaratılmıştır yeni karşılaştığınız şey. Daha önce yaratılmış ancak tıpkı Ashab-ı Kehf gibi yüzyıllardır bir yerlerde muhafaza edilmiş, şimdi insanlarla tanıştırılmış da olabilir.
Ellerinde hiçbir delil olmadığı halde Batılılar, ilk insanların yani Hz Âdem’in bitkilerle değil hayvanlarla beslendiğini de söylerler. Ellerinde ateşte olmadığına göre, -demek ki onlar- eti de çiğ çiğ yiyorlardı.
Kendileri bir günde üç-beş öğün yiyip de bir türlü doymazken, ilk insanların ormandaki hayvanlar gibi her öğün avlanmaya gidip beslendiğini iddia etmelerinden daha büyük bir yalan nasıl söylenebilir ki? Şimdiki gibi elektrik de yok, dolayısıyla buzdolabı da. “Hiçbir şey bilmedikleri için” eti muhafaza etmesini de zaten bilmiyorlardı. Kim bilir et kurutmayı da bir kaç yüzyılda ancak öğrenmişlerdir.
İnsanın bitkilerle beslenmesinin asırlar aldığını yazan kuş beyinlilerin sayısı da az değil. “Adam” haklı aslında, ev yok, kıyafet yok, ateş yok, bitkilerle beslenmeyi de bilmiyor. Ama buna rağmen ilk insanın “yasak elmadan yediğini” utanmadan söylüyorlar. Demek ki, o zamanlar elmalar bitki değil et sınıfındaymış.
Bunca şeyi ve bilgiyi kendinin keşfi, icadı veya buluşu zanneden insanoğlu, cidden akılsız hatta aptal ve kendi yalanına inanan bir varlık. Bir Yaratıcının olduğuna iman edenler bile bu bâtıl safsatalara inanabiliyorsa başka ne söylenebilir ki?
Bugün şu mineralden, şu vitaminden, şu bilmem neden her gün ve mutlaka alınması gerektiğini söylerler. Hatta bunların sadece hayvânî veya nebâtî değil, karışık olması gerektiğini de belirtirler. Kendilerini tekzip uğruna bile olsa insanları hastalandırmak ve beyinlerini kullanamaz kılmak için vejetaryen ve vegan olmayı telkin ederler. Vegan olmayı reddedenleri ise vahşileştirmek için her türlü hayvânî şeyi yedirtirler. Buna rağmen, ilk insanların bunca besleyici gıdaya nasıl ve nereden ulaşıp, nasıl hayatta kalabildiklerini ise asla söylemezler. Yalan olduktan ve bilimsel kılığa sokulduktan sonra söylenmeyecek şey elbette yok. Onlar söyleyecek geri kalan da inanacak, hepsi bu.
Meşhur bir hırsızlık ve çer-çöp iftirası
Biz biliriz ki, Lokman (a.s.)’a bitkilerle konuşup, ne işe yaradıklarını onlardan öğrenme kabiliyeti bahşedilmiştir. Süleyman (a.s.)’a ise kuşlarla konuşup anlaşabilme imkânı lütfedilmiş, hatta tüm cinler emrine âmâde kılınmıştır. Fakat onlar buna da inanmazlar. Onlara ve yetiştirmelerine göre zâten bütün bitkilerin ortak adı “ot-çöp”tür. Sadece onlara göre değil, Batının dayatmaları ile zihinlerini kirleten Müslümanların hatırı sayılır bir kısmına göre de maalesef durum böyle.
Mehmet Âkif merhumun ‘Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…’ diye tarif ettiği Batılıların; Pfizer, Roche, GSK, Ciba Geigy, Eli Llly, Novartis, Bayer gibi insanın savunma sistemini ve hatta geleceğini hedef alan 1,5 trilyon dolarlık hacme sahip zehirleri varken, İbn-i Sina’nın temeli vahye ve tecrübeye dayalı terkiplerine itibar etmek de nereden çıktı ki?
Bir doktora, Bayer’in büyük bir “ilaç/silah” firması olmasını sağlayan ve bir asırdır “her derde deva” diye pazarlanan Aspirin’in ne olduğunu sorsak, hemen ‘asetilsalisilik asit’ diyecek ama asla söğütten elde edildiğini söylemeyecek.
Peki, bunun kâşifi kim? Bayer’in kimyageri Felix Hoffmann.
Hoffmann nasıl keşfetti bunu? Babasının artrit ağrısını hafifletmek için kadim tıp kitaplarını okudu ve orada gördü. Yani bu bir keşif değil, hırsızlık!
Gerçek neymiş gördün mü peki? Eski tıp kitaplarından görmüş! Nereden öğrenmiş? Ot-çöp diye küçümsenen bitkilerden…
İnsanlar ne zannediyor?
Şâyet mahkeme huzurunda olsanız, hâkime “başka sözüm yok” derdiniz ama şükür orada değiliz.
İnsanlar zannediyor ki, bu ilaçlar bitkilerden veya diğer madenlerden değil de bilmediğimiz başka bir gezegenden geliyor. Oysa “ilac”ı insana doğrultulmuş bir silaha dönüştürenler bu bilgileri kadim kitaplardan ve onlardaki “ot-çöp” diye küçümsenen terkiplerden çalıyorlar.
“Etken madde” adıyla bitki param parça edilip, servet kaynağı ve insana doğrultulmuş bir silaha dönüştürülüyor. Hammaddeleri tabiattan… Gasp ettikleri o maddelerin sahibi, tüm mülkün Yaratıcısı olan reddettikleri Allah!
Ve gelelim bu bitkilerden kenevire.
Kenevir, 'komplo teorisi' ve sen
Kenevir öcü gibi takdim edilen, tabiri caizse derya-deniz bir şey. Hem de pek çok derde deva olabilecek cinsten… Öyle bakmayın, türünün birindeki esrar maddesi hedef gösterilerek tehlikeli bir bitki olarak sunulmasına… Ayrıca biz ne zamandan beri bu Batılıların sözüne itibar eder olduk? Merak etmeyin, içimizde onları bile sollamış adamları var.
Kendileri, kenevirin her şeyini patentlemek için harıl harıl çalışırken, biz tuhaf tartışmalara kurban ediliyoruz. Kenevir bugün dünyada hakkında en çok çalışma/araştırma yapılan bitki. En yakın rakibi semtine bile yaklaşamaz.
Dün onu “kötü” gösterenler bugün patentini alarak bir kez daha kazık atmaya çalışıyor. Yakında bütün engellemelere rağmen bizde de her yerde ekimi serbest kalacaktır. Öyle korkutulduğu gibi kimse de “esrarkeş” falan olmayacak. Olanlar, zaten ondan milyon kat tehlikeli ve ucuzuyla hatta bedava sayılabilecek olanlarıyla her gün uyuşturuluyor. Siz 1,5 trilyon dolarlık “ilaç” diye satılan şeylerin, sizin iyileşmeniz için verildiğini mi sanıyorsunuz yoksa?
- Vah milletim vah! Düşürüldüğün yerden ne zaman kalkacaksın?
- Şâyet sen, senden çalınan ve yine senden gizlenenlerin kıymetini bilsen ve peşine düşseydin, bu namertlerin eline asla düşmezdin!
- Şayet sen hakikat eri olsaydın, hakikate ‘komplo teorisi’ deyip, düşmanın değirmenine su taşımazdın!
- Şayet sen aklını kullansaydın, ayak değil baş olurdun!
- Fakat uyanmaya niyetli gözükmüyorsun! Bu yüzden kenevirle, kendiri, falanla filanı birbirine karıştırıyorsun!
- Oysa senin bitkilerden yani hakikatten yana olmak gibi bir mükellefiyetin daha vardı ve sen bunu da çiğnedin!
- Sahi söyler misin, sen kimsin ve kimin için çalışıyorsun?