Küreselleşme ve faşizmin yükselişi

MEHMET YÜCE KATIRCIOĞLU
Abone Ol

Atlantik ittifakının karşısında Rusya ve Çin’in hem etki hem de manevra alanı genişlerken, ABD’de de Trump’ın iktidara gelmesi gerçekleşirse, Atlantik ittifakındaki çözülmenin kaosa dönüşme ihtimali gerçekleşebilir mi? Bu yaman sorunun cevabını biz henüz bilemiyoruz.

Küreselleşmeyle birlikte ulus devletler hem sınırlarını daha etkili korumak hem de ekonomik ve siyasi güçlerini takviye etmek için askeri güçlerini arttırmaya yöneldiler.

Uluslararası ilişkilerde Devletler Hukuku’nun zaman içerisinde oluşturduğu kurallar, güvenilirliklerini ve etkinliklerini askeri güç dengelerinin oluşturduğu yeni kurallara bırakmaya başladılar.

Uluslararası ilişkilerdeki bu yeni kurallar doğal olarak ilişkilerde sertleşmeyi de beraberinde getirdi. Uluslararası ilişkilerdeki bu sertleşme de ulus devletlerin iç yapılarında sertleşmeyi zorunlu kıldı.

Türkiye’nin bu sertleşmeye direnmesi ve hem uluslararası ilişkilerde hem de ülkemiz içerisinde ahlâk ve hukuk kurallarının hâkimiyetini devam ettirme mücadelesi, içeriden ve dışarıdan gelen akıl almaz torpilleme girişimlerine rağmen devam ediyor.

Bir siyasi fırtınanın uyarı sinyali

Geçtiğimiz Ekim ayının başında ABD başkan yardımcısı adayları arasında yapılan klasik seçim dönemi tartışmasında oluşan görüntü, bir siyasi fırtınanın uyarı sinyali gibiydi. İkinci Dünya Savaşı’nın bitişinden bu yana sürmekte olan dünya düzeninin merkezi ABD’deki başkanlık seçimi için yarışan Trump-Vance ikilisi ile Harris-Walz ikilisi arasındaki yarışı hangi taraf kazanırsa kazansın sonucun hayırlı olmayacağını ifade eden yorumlar diğer yorumlardan daha ağırlıklı.

Siyasi yorumculara göre seçimi Trump-Vance ekibi kazanırsa “faşizmin devleti ele geçirme ihtimali”, seçimi Harris-Walz ekibi kazanırsa “sonu belirsiz bir siyasi kriz ihtimali” bulunuyor. Siyasi yorumcuların çoğunluğuna göre “1920’li yılları” hatırlatan ekonomik ve jeopolitik basınçlar altındaki küresel sistem, sürmekte olan çözülme sürecinden “kaos aşamasına” geçmeye başlıyor.

Özel Savcı Jack Smith’in kısa süre önce açıklanan yeni iddianamesinde Trump’ın 6 Ocak’taki sansasyonel Kongre baskınını kışkırttığı ve seçim sonuçlarını değiştirmeyi amaçlayan örtülü planlara katıldığı konusunda yeni kanıtlar yer alıyordu.

Farklı bir ABD başkanı

Trump’ın önceki bütün ABD Başkanlarından farklı bir kişilik yapısı olduğunu, Amerikalıların davranışlarını en iyi ifade eden “busines is busines/iş iştir” tanımlamasına en iyi uyan ABD Başkanı olduğunu burada özellikle vurgulamak gerek. Bazı yorumculara göre başkanlık döneminde Trump’ın devleti yönetme stili, büyük bir şirketi yönetme stili gibiydi.

Yukarıda değindiğimiz ABD Başkan yardımcısı adayları arasındaki tartışmada Trump’ın başkan yardımcısı adayı J. D. Vance’ın ABD’deki faşist hareketin yeni yüzü olarak öne çıkmaya başladığını söyleyebiliriz.

Vance, Trump’ın popülist/faşist söylemini benimsiyor, ama bu söylemi daha geliştirilmiş, daha karmaşık, daha yanıltıcı ve daha stratejik bir biçimde topluma sunuyor.

ABD’deki Yahudi lobisinin ünlü ve etkili gazetesi The Washington Post’un yorumuna göre Vance, Trump’ın politikalarını onun kavgacı ve gittikçe artan dengesiz tavırlarına kıyasla daha iyi, daha nazik ve daha ölçülü bir üslupla savunuyor.

ABD’deki siyasi yorumculara göre Vance, yakın gelecekte faşizmin daha zekice ve daha stratejik bir yaklaşımla, daha geniş seçmen kitlelerine hitap etme ve ulaşma ihtimalini güçlendiriyor.

Ortadoğu’da geniş çaplı, ABD’nin de katılmak zorunda kalabileceği bir büyük savaş ihtimali halen devam ediyor.

ABD karşıtlığının ayak sesleri

Avusturya seçimlerini ise faşist Özgürlük Partisi kazandı. Almanya’da faşist AfD partisi birinci parti olmaya doğru hızla ilerliyor. AfD liderleri Deutsche Welle’nin bir programında NATO ve AB’nin Rusya politikalarını sert ifadelerle eleştirdiler. Faşist AfD’nin liderleri, Rusya’nın dışlanmamasını, AB’ne entegre edilmesini, Almanya’nın da Çin’in Kuşak Yol projesine katılmasını ısrarla istediler. ABD ile Almanya’nın ulusal çıkarlarının ekonomik alanda da, askeri alanda da artık uyuşmadığını ve ABD’nin bütün askeri varlığını Almanya’dan çekmesi gerektiğini ısrarla vurguladılar.

Alman AfD partisi, Avrupa’da daha geniş bir faşist dalganın parçası. Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü/SWP, aşırı sağın Avrupa Parlamentosu’nda güç kazanmasının, AB’nin işleyişini de, karar alma süreçlerini de zorlaştıracağını, hem NATO’nun hem de AB’nin bölgesel sorunlara da, küresel sorunlara da cevap verme ve gerektiğinde tepki gösterme kapasitesini sınırlayacağını ifade ediyor.

Avrupa’da yükselen faşist hareketler, kendi ülkelerinde toplumlarının haklarını, özgürlüklerini ve ülkelerindeki yabancıları tehdit etmeleri ile birlikte sertleşen ve tehditkâr bir tavır alan dış politika davranışlarıyla da Büyük Savaş riskini arttırıyorlar.

AfD iktidara gelir ve Almanya’nın NATO’daki rolüne karşı çıkışı ile Amerikan askerlerinin ve Amerikan nükleer silahlarının Almanya’da konuşlanmasına karşı çıkışını uygulamaya koyabilirse, hem Almanya’nın Atlantik blokunun güvenlik/hegemonya yapılanmasındaki yeri hızla belirsizleşir hem de Atlantik ittifakında derin çatlaklar oluşur. Dahası AfD’nin, Avrupa Birliğinin birleştirilmiş egemenlik konseptine karşı olan politikasının uygulanması, NATO’nun Avrupa’daki savunma hattını çok zayıflatır.

NATO’nun Baltık ülkelerini savunma garantilerini ifade eden 5. maddeye karşı çıkışlar, hem Polonya ve Baltık ülkeleri için ciddi güvenlik tehditleri oluşturuyor hem de Rusya ve Çin’in Avrupa’daki etkinliğini ve hareket alanını büyük ölçüde arttırıyor.

Almanya AB’den çıkar mı?

Dahası AfD’nin iktidara gelerek, Dexit (Almanya’nın AB’den çıkışı) seçeneğini gündeme getirmesi, AB içerisinde büyük endişe oluşturuyor. AfD’nin, Rusya ve Çin ile daha yakın ilişkiler geliştirme, Çin’in Yeni İpek Yolu projesi ile Rusya’nın Avrasya Ekonomik Birliği projesine yakınlaşma ve Rusya’yı Avrupa’ya entegre etme projeleri, akla hemen J. Halford Mackinder’in meşhur The Geographical Pivot of History adlı makalesini getiriyor.

Tarihin en ünlü stratejistlerinden olan Mackinder’in bu makalesinin Türkçe açılımı genellikle “Tarihin Coğrafya Ekseni” diye kullanılıyor. İngiltere’nin küresel hegemonyasının zayıflamaya başladığı dönemde yazılan bu makalede Mackinder, İngiltere’nin en büyük korkusu olan, strateji tarihindeki ünlü Dünya Adası teorisinde ifade edilen Almanya-Rusya ittifakına vurgu yapıyordu. Mackinder, bu ünlü makalesini 1904 yılında yayınlamıştı.

Bugün de ABD’nin karşısında aynı durumun/aynı tehdidin bulunduğuna özellikle dikkat edilmelidir. Şimdi Atlantik ittifakının karşısında Rusya ve Çin’in hem etki hem de manevra alanı genişlerken, ABD’de de Trump’ın iktidara gelmesi gerçekleşirse, Atlantik ittifakındaki çözülmenin kaosa dönüşme ihtimali gerçekleşebilir mi? Bu yaman sorunun cevabını biz henüz bilemiyoruz.