Krallar ve kraliçeler koronadan kaçıyor
Korona sınır tanımıyor. Krallar ve kraliçeler, başbakanlar, devlet başkanları, bakanlar, şirket sahipleri ve yöneticileri, aristokratlar ve burjuvalar, işçi sınıfı hep birlikte koronadan kaçıyor. Virüs en zayıf yerden girerek yüreklere ölüm korkusu saldı. Devletler ve küresel şirketler arasındaki birliktelikten toplumun payına eşitsizliğin düştüğü bugün anlaşıldı. Zenginlik günlerinde fark edilmeyen bu durum, salgın ile gün yüzüne çıktı.
Bu yazı 13 Nisan 2020 tarihinde, Gerçek Hayat dergisinin 1016. sayısında yayınlanmıştır.
Korona salgınından sonra Batı kamuoyunda da devletler ve küresel şirketler rekabeti sıkça gündeme geldi. Bu tartışmayı doğru bulmakla beraber aklî yorumlar yetersiz kalıyor. Hâlbuki salgın, emperyal merkezlerin virüs karşısındaki çaresizliğini gösterdi. Britanya kraliçesinin koronadan kaçmasını, sadece salgının gücü ile açıklayamayız. İngiliz Amerikan sisteminin acizliği üzerinde durmak gerekir. İngiltere, Hollanda ve Amerika, salgın İtalya’da etkili olmaya başladığı zaman herhangi katı bir önlem almayacaklarını ifade etmişlerdi. Hem İngiltere, hem de Amerika bu tavrın bedelini ödemeye başladıkça yanlış yaptıklarını anladılar ve bildirdikleri görüşten inhiraf ettiler. Türkiye ise virüs daha Avrupa’ya ulaşmadan önce tedbirler almaya başlamış ve sürekli artan bir dikkat ile salgınla mücadele yolunu seçmiştir. İki tavır arasında ciddiye alınması gerekli bir fark bulunmaktadır.
Britanya’nın gücü sınıflı toplum yapısından geliyor. Sömürge imparatorluğunun başarısında aristokrasi ve burjuvazinin önemi büyüktü. Doğu Hindistan Şirketi, devlet içinde devlet değildi. Britanya sömürge imparatorluğu bu tarz şirketler üzerinde yükseldi. Sistemin başarısını sağlayan da sınırsız genişlemedir. İngiltere ve Amerika, Saddam Hüseyin’e bir tuzak kurdular ve Mezopotamya’yı bir kez daha işgal ettiler. Emperyal çağların aristokratları ve burjuvaları bu kez enerji ve silah şirketleri olarak sömürü faaliyetlerine girişti. İslam coğrafyası da Batı karşısında inanılmaz bir direnç üretti.
- Bu amansız mücadelede enerji ve silah şirketleri kazanırken ABD ve İngiltere’nin sıradan vatandaşları kaybetti. Her iki devletin imkânları küresel şirketlerin emperyal faaliyetlerine aktarıldı. Yeni emperyal sistemin gücü başarının sürekliliğine bağlı olduğu için İslam dünyasının direnci emperyal merkezleri kırılgan bir hâle getirdi.
Emperyalist şirketler, Batı toplumlarını ve devleti beslediği sürece sistemden rahatsızlık duyan olmadı. Doksanların başında İslam dünyasına yönelik yeni bir Haçlı Seferi başladığında güçlü bir itiraz sesi duymadık. Yahudi, Hıristiyan, Anglosakson işbirliği yeni bir sömürü düzeni anlamına geliyordu. Haçlı orduları yeniden harekete geçmiş ve coğrafyamız yüz yıl içinde ikinci defa işgale maruz kalmıştı. Diğer Batı ülkeleri, yeni işgale itiraz etmedi, hatta Fransa Cezayir’e müdahale ederek durumdan faydalanmaya çalıştı. Geçen yüz yılın başında Osmanlı, Batı’yla son büyük mücadelesini yaparak tarih sahnesinden çekildi ama yenilmez İngiliz ordularına da en büyük acıları tattırdı. İki kutuplu dünyanın çökmesiyle birlikte İslam dünyasına yeni bir saldırı başlattılar. Yüz yıl içinde ikinci defa gelmiş oldular.
Kimilerine göre bu durum İslam dünyasının zaaflarını, geriliğini, tarih dışılığını vs gösteriyordu. 30 yıldır İslam dünyasına yöneltilen eleştirileri bir araya getirsek herhalde altından kalkılması zor bir külliyat ortaya çıkar. Bir zaman sonra bu eleştirel külliyatın da eleştirileceği açıktır. Müteveffa Edward Sid’i anmamak olmaz. Sid, bir çığır açtı ve oryantalist literatür sorgulanmaya başlandı. Sid’den bağımsız olarak İslam dünyasında Batı’ya yönelik eleştirileri de gündeme getirmekte fayda var. Bu eleştirilerden bir kısmı bugünü anlamamız açısından önemlidir.
Korona sınır tanımıyor. Krallar ve kraliçeler, başbakanlar, devlet başkanları, bakanlar, şirket sahipleri ve yöneticileri, aristokratlar ve burjuvalar, işçi sınıfı hep birlikte koronadan kaçıyor. Virüs en zayıf yerden girerek yüreklere ölüm korkusu saldı. Devletler ve küresel şirketler arasındaki birliktelikten toplumun payına eşitsizliğin düştüğü bugün anlaşıldı. Zenginlik günlerinde fark edilmeyen bu durum, salgın ile gün yüzüne çıktı.
İslam dünyasının ürettiği dirençten bahsettiğimizde afakî bir söyleme sarılmış olmuyoruz. Eğer uzun vadeli ve kendimize özgü bir bakış açısı ile ele alırsak sadece olayların bile İslam dünyasının ürettiği muazzam direnci göstermeye kâfi olduğunu anlayabiliriz. Dünyanın neredeyse bütün devletleri, örgütleri, grupları gelip Irak’ta, Suriye’de işlenmedik bir cinayet bırakmadı ama coğrafya hâlâ teslim olmadı. Mısır ve Cezayir yirmi yıl arayla seçimlerden hemen sonra askerî müdahalelerle cezalandırıldı ama coğrafya her zaman çözülmenin eşiğinden döndü. Bu sürecin tarihini yazmamız gerekir. İslam dünyası her müdahaleden sonra biraz daha toplumsallık üreterek yaralarını sarmayı başardı.
- Salgından sonra yeni bir dünyanın kurulacağı yönündeki sözler önemlidir. Cumhurbaşkanımızın da bu doğrultuda çok güçlü sözler sarf ettiğini biliyoruz.Amerika ve genel olarak Batı’da dünya liderliğini kaybetme korkusu hâkim.
Türkiye şu ana kadar otuz ülkeye sağlık malzemesi yardımında bulundu. İtalya ve İspanya’ya yardım elimizin ulaşması anlamlıdır. Aynı şekilde Balkan ülkeleri de Türkiye’nin kanatları altına girmiştir. Suriye’nin kuzeyini ve Kafkasları saymıyorum. Bunlar yeni bir dünyanın kurulmakta olduğunun işaretleridir.