Korku hapishanesinde ölümü beklemek
Meşhur filozof Ivan Illich insanın bedeni üzerindeki kontrolünün kaybolması ve yaşadığımız çağın ölüme olan bakışını şöyle anlatır: “Toplumca uygun görülen ölüm, insanın yalnızca üretici olarak değil, tüketici olarak da işe yaramaz hale geldiği zamandır.
Geçtiğimiz günlerde Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus, ‘yakın gelecekte eski normale geri dönüşün mümkün olmadığını ve dünyanın yeni salgınlara hazır olması gerektiğini’ söyledi. Oysa Tedros’un salgın ilanından itibaren kitleleri korku ve paniğe yönelten bu açıklamalarına her geçen gün bir yenisini eklemesi, direktörlüğünü yaptığı teşkilatın anayasasıyla taban tabana zıt.
Dünya sağlık örgütü, anayasasında sağlığın tanımını şöyle yapıyor “Sağlık sadece hastalığın ve sakatlığın olmayışı değil, bedence, ruhça ve sosyal yönden tam iyilik halidir.” Şüphesiz bu tabiatıyla son derece doğru ve herkesin hem fikir olacağı bir târif. Ancak bu târif gereği DSÖ kendi yasasını ihlal ederek tüm dünya vatandaşlarının ruhî ve sosyal sağlıklarını bozmaya kastetmiş görünüyor. Zîra herkesin kendini suçlu hissettiği, derin derin nefes alma hürriyetinden vazgeçtiği, çocukların ve yaşlıların arkadaşsızlığa mahkûm edildiği ve insanların en yakınlarıyla dahi arasına büyük mesafeler koyduğu bir dönemde salgın kontrol altına alınmış olsa da kimin gerçekten sağlıklı olduğu iddia edilebilir?
Modern tıp: Sorun kimde?
Modern tıbbın en büyük açmazlarından kişileri bütüncül ele almaması, varlığı hücre ve hatta mikroskobik bir parçacık hâlinde değerlendirmesi, sonra da bütün üzerinde tahakküm kurma meselesi bu korona sürecinde yeniden acımasızca karşılaştığımız bir gerçek oldu.
Foucault’a göre modern tıp; “başka kurumlarla birlikte (aile, hukuk, ekonomi vb.) insan bedenini kontrol eden, düzenleyen, yalnızca sağlık ve hastalık söylemlerini değil, aynı zamanda ahlâkî söylemleri de inşa eden bir kurumdur.” İşte hâlihazırda yaşadığımız süreçte sağlığın sosyo-kültürel bir inşa sürecinin ürünü olarak görülmesi de modern tıbbın bu bakış açısından kaynaklanmaktadır.
Wit: Nükte
Modern tıbba yönelik eleştiriler içerisinde yakın zamanda seyrettiğim 2001 yapımı Mike Nichols’ın, Wit adlı filmi iyi bir örnek olabilir. Filmde kendisine kanser teşhisi konulan edebiyat profesörü bir kadının hikâyesi üzerinden doktor, hasta, hastalık, sağlık, mahremiyet gibi pek çok mesele sorgulanıyor. Daha filmin açılışında kanser teşhisi koyan doktorun “çok sinsi bir hastalık” cümlesi üzerine başkarakter içinden “sinsi, kalleş demektir” diye geçiriyor. Her şeyin başında hastalığı tanımlarken kullanılan bu mecazlar bile aslında pek çok şeyi izah ediyor. Modern tıp önce dilini düzeltmeli belki de…
Filmde başkarakter Vivian 17. yüzyıl edebiyatı üzerine uzmanlaşmış, ölüm üzerine okumuş, düşünmüş ve yazmış bir akademisyenken zamanla hasta olduğunda ne hissettiği önemsenilmeyen, ‘hastalığıyla savaşması’ gerektiği söylenilen, doktorları tarafından uygulanacak tedavide bir denek olarak görülen sıradan bir veriye dönüşür.
Burada hastalıkla savaşma mefhumu üzerine düşünülebilir. Hastalık savaşılması ve yok edilmesi gerekilen bir düşman mıdır, yoksa bizim kadim geleneğimizde olduğu gibi başa geldiğinde kabul edilen, nefsin muhasebeye çekildiği ve mânevî ihmallerin telafisi olan bir imtihan mıdır? Esasen hastalık sağlığın, sağlık da hastalığın bir yüzüdür. Bu iki hâl arasında bir çatışma oluşturmanın bir sulh çıkmayacağı âşikârdır. Yani hastalığımızla savaşmak aynı zamanda sağlığımızla savaşmak anlamına gelebilir.
Do not resuscitate: Diriltme
- Nitekim doktorların yönlendirmesiyle ilk etapta kanserle savaşan Vivian zamanla bu savaşı bir sulha çevirme kararı alsa da sağlık endüstrisi buna izin vermez. Çünkü hasta dönüşü olmayan yola girip, son nefesini verinceye kadar ilaçların, araştırmaların ve istatistiklerin birer fâilidir.
Filmde seyirciyle konuşan Vivian aldığı kemoterapilerden duyduğu acıyı ve tükenmişliği anlatır. Kendisini hasta edenin hastalığı değil, yoğun kemoterapiler olduğunu söyler. Tüm bu sürecin sonuna geldiğini düşünen Vivian, DNR (hastanın kalbi veya solunumu durduğunda yeniden çalıştırmama emri) talebinde bulunur ama bu isteği yerine getirilmez. Araştırma süreci biteceğinden ölümünün henüz uygun olmadığına karar verilir ve elektroşoklarla kalbi yeniden çalıştırılmaya çalışılır.
Meşhur filozof Ivan Illich insanın bedeni üzerindeki kontrolünün kaybolması ve yaşadığımız çağın ölüme olan bakışını şöyle anlatır: “Toplumca uygun görülen ölüm, insanın yalnızca üretici olarak değil, tüketici olarak da işe yaramaz hale geldiği zamandır.
Bu, büyük masraflarla eğitilmiş̧ bir tüketicinin sonunda tam bir kayıp olarak listeden silinmesinin gerektiği andır. Ölmek, tüketici direnişinin son biçimi hâline gelmiştir.” Illich toplumlar için uygun görülen ölümü anlatırken bugünü yaşamamıştı. İnsan bedeni üzerindeki tahakkümün hat safhaya çıktığı bugünleri yaşasaydı korku hapishanelerinde ölümünü bekleyerek tüketime zorlanan bizler için eminim daha esaslı cümleler kurardı.