Körfez’de Türkiye rüzgârı mı?yoksa Biden korkusu mu?
Dileriz El Ula’da alınan kararlar samimi ve kalıcı olsun. Arap dünyası ile ilişkiler normalleşsin. Körfez’de Türkiye rüzgârı essin. Fakat tarihî tecrübeyi görmezden gelemeyiz. Çünkü biz bu filmi daha önce görmüştük. Türkiye sevgisi değil bu! Sadece Biden korkusu...
8 Mayıs 2018 tarihinde ABD Başkanı Trump, İran ile 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmadan çekilirken şöyle bir açıklama yapmıştı: “İran kendi halkına zulüm eden bir ülke. Obama hükümeti diğer ülkelerle birlikte böyle bir anlaşma imzaladı. Ancak bu anlaşma İran'a nükleer silah elde etme imkânı tanıdı. Bu anlaşma İran'a yönelik ambargoları da sakatladı. İran'ın Suriye ve Yemen'deki etkisi de aynı şekilde kaldı. Bu kötü anlaşma, rejime büyük paralar kazandırdı."
Peki, 4 Aralık 2019 günü Tahran'da düzenlenen Sigorta ve Gelişim Konferansı'nda konuşan İran Cumhurbaşkanı Ruhani ne demişti:
- “2013 yılındaki ABD ziyaretimde New York'u terk etmeden önce, ABD Başkanı Obama kaldığım otele telefon açtı. 15-20 dakika süren bu kısa konuşma, nükleer müzakere süreci için çok güçlü bir lokomotif görevi gördü.”
Ruhani, Obama ile yapılan bu telefon konuşmasını ilk defa kamuoyu ile paylaştığını üzerine basa basa vurgulamış ve Trump’ın nükleer anlaşmayı iptal etmekle büyük bir yanlış yaptığını söylemişti.
Obama İran’a alan açtı
Obama, başkanlık döneminde İran ile ilişkileri geliştirip Atlantiğin diğer yakasındaki ülkeleri de yanına alarak İran’a dünya kamuoyu nezdinde prestij kazandıran nükleer anlaşmayı imzalamakla kalmamış, Şii hilaline giden yolda İran’a alan açan hamleler de yapmıştı. Mesela Suudi Arabistan’ı 11 Eylül davası üzerinden baskılamak böyle bir hamleydi.
ABD Başkanlık seçimlerine az bir zaman kala, 28 Eylül 2016 günü, 11 Eylül saldırılarıyla ilgili olarak Suudi Arabistan’a dava açılmasına imkân tanıyan tasarı, ABD Kongresinin her iki kanadında onaylanarak kanun hükmünü almıştı. Senato ezici bir çoğunlukla (1 rede karşılık 97 kabul) tasarıya evet derken, Temsilciler Meclisi de gereken üçte iki çoğunluğu 77’ye karşı 348 oy ile temin etmişti.
“Terörizmin Sponsorlarına Karşı Adalet Kanunu” tasarısı Obama tarafından görüntüyü kurtarma adına veto edilmiş fakat ikinci kez Kongre onayı gelince artık başkanlık vetosu da işlemez olmuştu. Tabii ki bu danışıklı dövüşü Suudi yönetimi tabiri caizse “yememişti.” Başkanlığı süresince İran’ın ekmeğine yağ süren Obama’ya karşı öfke büyüktü. Siyaseten yapacak bir şeyi olmayan Riyad yönetimi, elindeki tek kozu oynamış ve Obama yönetimini ABD ekonomisine can veren 750 milyar dolarlık varlığını elden çıkarmakla tehdit etmişti. Bu kuru tehdidin işe yaramayacağını bile bile hem de. Zira ABD, hazır kanun çıkmışken “Sen zaten terörü destekleyen ülkesin” bahanesiyle çok rahatlıkla bu paraya çökebilirdi. Ve buna kim ne diyebilirdi?
Suudiler şok olmuştu
Suudi tarafı tam bir şok halindeydi. Suudi Arabistan Şura Meclisi Üyesi Fehd bin Cuma, "Suudi Arabistan'ın, 11 Eylül'de New York'taki Dünya Ticaret Merkezi'ne saldırı düzenlenmesinde ne çıkarı olabilir? Biz terörle mücadele eden bir ülkeyiz. Nasıl bununla suçlanabiliriz?" diyerek şaşkınlığını gizleyemiyordu. Londra'dan yayın yapan Suudi sermayeli Şarkul Evsat gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Selman ed-Duseri ise “Bu kanun, küresel sistemde kargaşa oluşturuyor. Netice itibariyle ABD'nin de bölgede menfaatleri var" diyerek ABD yönetimine “Bizi harcamayın. Eskiden olduğu gibi yine sizin menfaatlerinizi korumaya hazırız” şeklinde sinyal gönderiyordu
Ortadoğu’da bir yandan İran’ın elini güçlendiren hamleler yapan Obama’nın, diğer yandan ABD menfaatlerini temin etmek adına Suudilere 100 milyar dolarlık silah sattığı ise dikkatli gözlerden kaçmıyordu.
ABD ile gerilimli bir dönem yaşandığı sıralar Suudi Arabistan’ın başında yine bugünkü Kral Selman vardı. Gerçi oğlu henüz veliaht değil veliaht vekiliydi ama olsun, Obama yönetiminin kendilerine neler çektirdiğini Bin Selman da bizzat tecrübe ederek öğrenmişti.
5 Ocak neyi hatırlatıyor?
5 Ocak günü uçaktan inen Katar Emiri’ni kucaklayan Bin Selman’ı, işte bu tecrübenin ışığında düşünmek gerekiyor. Tepelerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan Obama tehlikesi bertaraf olup Trump’ın iş başına gelmesiyle birlikte rahatlayan Suudi yönetimi, BAE ile sıkı ilişkiler geliştirmek suretiyle Ortadoğu’da İsrail lehine güçlü bir rüzgâr estirmeye koyulmuştu. Müslüman Kardeşler’i hedef tahtasına oturtmuş, Filistin Dâvâsını arkadan hançerlemeye başlamıştı.
Bölgede İsrail lehine güçlü rüzgâr estirmeye çalışan BAE-Suudi Arabistan koalisyonu, karşılarında en büyük engel olarak Türkiye’yi gördükleri için, Türkiye ile stratejik bir ittifak halinde bulunan Katar Emirliğini gözüne kestirmişti. Katar’dan bu ittifaka son vermesi istenmiş, 13 maddelik talepler paketiyle birlikte 5 Haziran 2017 tarihinden itibaren ülke, kara, deniz ve havadan abluka altına alınmıştı. Katar, aynı zamanda acımasız bir boykotla da karşı karşıya kalmıştı.
- İşin doğrusu, Katar’da bir Türk askeri üssü bulunmasaydı, BAE-Suudi Arabistan koalisyonu ülkeyi işgal ederek meseleye nokta koymayı düşünüyordu. Fakat Türk askeriyle yüzleşmek, en son isteyecekleri şeydi. Bu yüzden Katar’a ilettikleri 13 maddelik talepler paketinin en çarpıcı olanı Türk Üssü’nün derhal kaldırılması olmuştu.
5 Ocak’ta televizyonlardan izlediğimiz Bin Selman-Emir Temim kucaklaşmasının bize ilk çağrışımının Obama yönetiminin son günleri olması boşuna değil. Zira 5 Haziran 2017’den bugüne devam eden sürecin o kucaklaşma ile bittiğini sanmak büyük bir yanılgıya sebep olabilir. Evet, El Ula Zirvesi ile abluka şimdilik kalkmış görünüyor. Suudi Arabistan’dan kalkan ilk uçak Doha’ya indi. Fakat dürüst olalım, seçimi Trump kazansaydı, o kucaklaşmanın gerçekleşme ihtimali yüzde kaçtı?
BAE Türkiye ile normalleşir mi?
Sadece Ortadoğu coğrafyasında değil Doğu Akdeniz’den Afrika’nın uzak iklimlerine değin Türkiye’nin hamlelerini baltalamak için elinden ne geliyorsa ardına koymayan BAE’nin, El Ula Zirvesi’nin hemen ardından “Türkiye ile normalleşmek istiyoruz” açıklaması yapmasını nereye koyacağız? BAE Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Enver Gargaş’ın SkyNews Televizyonu’na yaptığı bu açıklamanın satır aralarında geçen “Ankara'nın Müslüman Kardeşler'in ana destekçisi olmasından vazgeçmesini istiyoruz. Ankara'nın Arap dünyası ile ilişkilerini yeniden düzeltmesinden yanayız" cümlesine dikkatleri çekelim.
Peki, mâdem normalleşme istiyorsunuz, o zaman bütün dünyanın meşru kabul ettiği Trablus hükümetine karşı Hafter çetesini desteklemekten vazgeçin! Sudan’da, Somali’de ve diğer ülkelerde Türkiye’nin aleyhine dolaplar çevirmeyi bırakın! İsrail ile normalleşme yerine zavallı Filistin halkı ile ilişkileri normalleştirmeye çalışın! Bütün bunları yapacak cesaretiniz var mı?
Hariri ziyaretini neye yormalı?
Lübnanlı Hariri ailesinin Suudi Arabistan yönetimine yakınlığı biliniyor. Lübnan’da bir türlü çözülemeyen iktidar denkleminin Başbakan ayağını temsil eden Saad Hariri, uzun süredir kabine kurmakta zorlanıyor, sıkıntılı bir durumda. BAE-Suudi Arabistan hattının adamı olarak yaptığı Türkiye ziyareti, kamuoyunda sürpriz bir gelişme olarak yorumlandı. El Ula Zirvesi gerçekleşmeseydi, muhtemelen Türkiye’ye gelmesine yeşil ışık da yakılmayacaktı. Peki, Hariri Türkiye’den ne umuyor da buralara dek teşrif buyurdu?
Bizzat Hariri’nin ofisinden yapılan açıklamaya göre, ziyaretin amacı ekonomik sorunlar ve Beyrut’un yeniden inşası. İşin aslı, Lübnan içine girdiği din/mezhep temelli karmaşık labirentten ancak Türkiye’nin taraf tutmayan âdil politikasıyla düzlüğe çıkabilir. Fakat ülkedeki din/mezhep baronlarıyla bunların iplerini ellerinde tutan güçler buna izin verir mi? İşte orası zor mesele.
Katar arabulucu olmak istiyor
Hatırlarsanız, Katar Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman El Sani, 5 Ocak’taki El Ula Zirvesi sonrası El Cezire Televizyonu’na yaptığı açıklamada şöyle demişti:
"Türkiye ile diğer bazı ülkelerin ikili anlaşmazlıkları mevcutsa bunların Katar ile bağlantılı görülmemesi gerekir. Türkiye ile diğer bölge ülkeleri arasında Katar'ın bir köprü işlevi görmesi istenirse bundan memnuniyet duyarız."
Ablukanın kalkıp komşu ülkeler ile ilişkilerin tekrar başlaması Katar’ı çok sevindirdi. Bu gayet normal bir durum. Körfez ülkelerinin vatandaşları aynı aşiretlerin çocukları neticede. Aralarında kan bağı var. Katar Emiri’nin kökü, tıpkı Suud ailesi gibi Necid bölgesinden. Zaten abluka tutmadıysa bunda akrabalık bağlarının öyle ya da böyle bir payı var. Devletler istedikleri kararları alabilir. Ama ahali benimsemedikçe bu kararların fazla yaşama şansı yok.
Katar, bizzat Dışişleri Bakanı El Sani’nin de belirttiği gibi Türkiye’nin stratejik ortağı. Dolayısıyla Suudi Arabistan, BAE ve Mısır gibi ülkeler ile Türkiye’nin arasının düzelmesini istiyor. Türkiye’nin Arap ülkeleriyle iyi komşuluk ilişkileri bölgenin menfaatine. Fakat kendi halkını hiçe sayarak Siyonizm ile normalleşme konusunda ısrarlı olanlar ile iyi komşuluk yapılabilir mi? Önce bu soruya Katarlı bakanın cevap vermesi gerekiyor.
Dileriz El Ula’da alınan kararlar samimi ve kalıcı olsun. Arap dünyası ile ilişkiler normalleşsin. Körfez’de Türkiye rüzgârı essin. Fakat tarihî tecrübeyi görmezden gelemeyiz. Çünkü biz bu filmi daha önce görmüştük.
Türkiye sevgisi değil bu!
Sadece Biden korkusu...