Kod adı: Pudra şekeri

ŞÜKRÜ KANBER
Abone Ol

Yetkili bir yere gelen hemen kendi gettosunu kurma çabasına giriyor ve partinin fikriyatıyla alakası olmayan ama emir komuta zincirine uyacak profilleri bu egemenlik sahasının unsurları haline getiriveriyor. Hâl böyle olunca, bu şemsiye altına giren “her tür materyalden” parti yönetimini utandıracak performanslar çıkması da kaçınılmaz oluyor.

Türkiye’nin en bilinen şahsiyetlerinden birisi hâline geldi Kürşat Ayvatoğlu.

Bugünleri yaşayanlar, cümle içerisinde ‘pudra şekeri’ her geçtiğinde kendisini hatırlayacaklar.

Tıpkı, ‘fırıldak’ kelimesinin bir zamanlar canı sıkıldıkça parti değiştiren milletvekili için kodlandığı gibi.

Tıpkı, “rüşvetin belgesi mi olur” diyen iş adamının hep hatırlandığı gibi.

Tıpkı, “benim memurum işini bilir” lafının, sahibi siyasetçiyle özdeşleştiği gibi.

Bizim konuya yaklaşımımız nasıl olmalı?

Günlük siyasi kamplaşmaların cazibesine kapılıp konuya, siyasi parti defosu yarıştırmacılığından mı yaklaşacağız?

“Bak Ak Parti’de kokainman var” diyenlere hemen dönüp, “iyi de CHP’de de tacizler, tecavüzler var, siz ona bakın” mı diyeceğiz.

Günahları, yanlışları, hataları, kusurları yarıştırıp “bizde daha az var” tesellisine mi sarılacağız?

Hayır, bunu yapamayız.

Yarıştıklarımızda olmayan ama bizde olması gereken hasletlerimiz nedeniyle yapamayız.

Yarıştıklarımız taciz-tecavüz karşısında “ama onlar da yollu olabilir” tarzı bahane cümleleri kurabilir ama biz kuramayız.

Çünkü biz, eğer aksini savunanlar yoksa kalbinde iman taşıyanlardanız.

Biz yaratanının hayatının her alanında “özeleştiri” kültürünü imanın olmazsa olmazı kıldığı bir dinin müntesipleriyiz.

Diyebilirsiniz ki “Partilerin imanı olmaz.”

O zaman size şunu sorarım, “AK Parti saflarında açıktan imansız olduğunu deklare eden -başka dine mensup olanlar kategori dışı- kendisini laiklik adı altında İslam düşmanı olarak tanımlayan, din dışılığı yücelten bir kişinin siyaset yapma imkânı var mıdır?”

Bana göre açıktan biri bunları söylerse, AK Parti tabanı, oy vereni, kitlesi onu kabul etmez ve en hafifiyle lanetler.

  • Öyleyse bu partide olanların, öne çıkanların, siyaset yapanların, devlet kademelerine gelenlerin belli bir hassasiyete sahip olduğunu varsaymak durumundayız.

O zaman “Kod adı pudra şekeri” konusu devreye giriyor.

Yaptığımız yanlışlara, hatalara, kasıtlara bahane bulmak, gerekçe uydurmak gibi bir seçeneğimiz yok.

Yanlış yapılan işler karşısında “Ama sistem böyle” ya da “Abicim çark böyle işliyor” veyahut da “Ne yapalım bunu yapmazsak yaşama şansımız yok” gibi kodlanmış pudra şekeri duvarlarının arkasında oturma şansımız yok.

Niye bunları yazıyorum, çünkü eminim AK Parti diyarlarında dolaşan ve gördüğü bazı haksızlıkları eleştirdiği zaman bu tür cevapları alanlar çoktur.

Bu cevapları verenleri mazur göremeyiz…

Bir yanlış gördüğünde “önce elinle, sonra dilinle, bunu da yapamıyorsan kalbinle buğz edeceksin” diyen bir Peygamberin ümmetiyiz.

‘Anne bu benim eşim(!)’
Gerçek Hayat

Mesela, önüne gelen bir dosyada “taciz, mobbing, hırsızlık, yolsuzluk “iddiaları gören bir kamu yöneticisinin “aman uğraşma, başın belaya girer” denildiğinde, yapması gereken koltukta biraz daha kalmak uğruna bu sapkınlıkları görmezden gelmek mi yoksa gereğini yaptığında başına bir hal gelirse buna razı olmak mı?

İnsanın imtihanı tam da burada, “Koltuk yerine doğruyu ve adâleti” seçip seçmediğimizde başlıyor.

Tıpkı, ‘fırıldak’ kelimesinin bir zamanlar canı sıkıldıkça parti değiştiren milletvekili için kodlandığı gibi.

Bir siyasi iktidarın başarı ve başarısızlığının en büyük kriteri bu olmalıdır.

Aksi durumda her seferinde bulacağımız bir “Kod adı pudra şekeri” bahanemiz olacaktır.

Gayet saf bir şekilde “kimse bu çocuğun sosyal medyasına bakmadı mı” diye soranlar, “bu parayı nerden buldun” diye sorgulanmasını bekleyenler var.

El-hak haklılar da…

Peki ya “günahsız olanınız ilk taşı atsın” dendiğinde taşı atacak, sosyal medya verilerinin altına bakacak kimse yoksa?

Ben var olduğuna inanıyorum elbette.

Bu kadar büyük bir sepette çürük yumurta bulunmasından doğal bir şey olamaz.

Parti şemsiyesi altında, partinin misyonu ve vizyonuyla alakası olmayan o kadar çok kişi var ki!

22 Mart’ta bu konuya kısmen değinen bir yazı kaleme almıştık.

Devlette mülakat sistemini kaldırmayı amaçlayan hukuk ve insan hakları reformu çerçevesinde konuyu ele almıştım. Ve bir bölümünde şunları yazmıştım;

“AK Parti döneminde en çok şikâyet edilen konularının başında gelen, aslında tüm zamanların ortak derdi olan ‘liyakat ve kayırmacılık’ bu resmi mekanizmalar sayesinde legalleşti.

Ve adını koyalım ki, pek çok haksızlık yapıldı ve yapılmaya devam ediliyordu.

Garip olan şu ki, davul AK Parti siyasetinin sırtında ama tokmak bürokrasinin elinde bu konuda.

Şöyle bir yanlış algı var, AK Parti döneminde yapılan KPSS ve mülakat sistemiyle devlet kademelerine sadece partizan memurlar kabul edildi.

Hani, keşke diyesi geliyor insanın.

Hayır, yine iddialı bir biçimde söylüyorum ki, parti misyonu mikro milliyetçiliğin altında ezilip kalıyor.

Parti ya da bürokraside etkin bir konumda olan kişiler için aile ilişkileri, memleketçilik, okul ve yurt arkadaşlığı ve benzeri pek çok mikro milliyetçilik unsuru parti vizyonu ve ideolojik ortaklıktan daha baskın geliyor.

Tekrar altını çizmek istiyorum, anlatmak istediğim partizanlık yapılması değil, partizanlık adı altında partizanlığı aşan uygulamalar gerçekleştirildiği ama faturanın mevcut iktidara çıkarıldığı bir çarpık işlemler silsilesinden bahsediyorum.”

Bu yazı devlet memurları, KPSS ve mülakat üzerineydi.

Ana fikri ise parti tabelası altında partiyle alakası olmayan işlerin yapılmasıydı.

İşte bu kokainman gencin örneğinde olduğu gibi sadece devlet memurluğunda değil, parti teşkilatlarında ve kadrolaşmada da ne yazık ki parti kimliğinin çok ötesinde işler oluyor.

Yetkili bir yere gelen hemen kendi gettosunu kurma çabasına giriyor ve partinin fikriyatıyla alakası olmayan ama emir komuta zincirine uyacak profilleri bu egemenlik sahasının unsurları haline getiriveriyor.

Türkiye’nin en bilinen şahsiyetlerinden birisi hâline geldi Kürşat Ayvatoğlu.

Hâl böyle olunca, bu şemsiye altına giren “her tür materyalden” parti yönetimini utandıracak performanslar çıkması da kaçınılmaz oluyor.

Bu materyal performanslarından dolayı utanma safhasına geçildiğinde bu sefer “kod adı pudra şekeri” devreye giriyorsa ve bahaneler sıralanmaya başlanıyorsa, vay halimize!

Gerek bürokrasi gerek parti teşkilatlarında dikkatli olma mecburiyeti vardır.

Kötülüğün saf hali şeker pudrası gerekçesini makul kabul edecek zihinsel törpülenme yaşanmasıdır.

Her yanlışta bir bahanemiz olursa, tuzun koktuğu yere gelmişiz demektir.

Esas problem bu değil mi?