Kâbe bizim kırmızı çizgimizdir!

HABER MASASI
Abone Ol

Bir zamanlar Filistin dâvâsının sembolü olan Mescid-i Aksâ, 1969’daki büyük kundaklamanın ardından dâvânın ta kendisi oldu. Filistin toprakları santim santim bölünüp çalınırken, yıllar boyunca o kadar çok taviz verildi ki ortada dâvâsı güdülecek bir Filistin kalmadı. Kudüs dahil bütün kırmızı çizgiler aşıldı. Şimdi elde bir tek Mescid-i Aksâ kaldı. Ve İsrail 80 yıllık işgal tarihi boyunca ‘tapınak hayaline’ son aylarda olduğu kadar yaklaşamamıştı. Yaşadığımız tecrübeler gösteriyor ki İsrail Kıble Mescidini yıkma konusunda her zamankinden daha cüretkâr. Ve belki çok yakın bir zamanda bunu deneyecek. Ama yine yaşadığımız tecrübeler gösteriyor ki Müslüman devletlerden bu cürete bir karşılık gelmeyecek. Çünkü İsrail, zehri kana yavaş yavaş akıttı, akıtıyor ve akıtacak. Muhtemelen Kıble Mescidi yıkıldığında Müslümanların en büyük tepkisi kınamak ve bu kez “Kâbe bizim kırmızıçizgimizdir” demek olacak.

Hamas’ın 7 Ekim operasyonunun ardından yahudi teröristler Gazze’de tarihin gördüğü en kanlı soykırıma başlayınca, operasyonun asıl amacı konuşulmaz oldu. Hamas 7 Ekim’deki operasyon için ‘Aksâ Tufanı’ ismini seçmişti. Elbette geçmişteki 2 intifadadan bile daha etkili olan böylesi bir operasyonun adının ‘Aksâ’dan başka bir şey olması düşünülemezdi. Çünkü Mescid-i Aksâ tek başına Filistin dâvâsının vazgeçilmezi ve sembolüdür.

Mescid-i Aksâ.

Fakat daha sonra yapılan açıklamalar, ‘Aksâ Tufanı’ operasyonunun gerçekten de Aksâ’yı kurtarmak için yapıldığını ortaya koydu.Kassam sözcüsü, açıklamalarında defalarca bu operasyon olmasa Aksâ’nın düşebileceğini söyledi.

Hatta Hamas’ın üst düzey isimlerinden eski lider yeni Başkan Yardımcısı Halid Meşal, 15 Aralık’ta yaptığı bir toplantıda “Eğer bu hareketi yapmasaydık belki de Aksâ’nın yıkılışını izleyecektik. Allah bunu sadece Filistinlilere sormayacak. Aksâ, Hz. Peygamber (a.s.v.)’in ve Hz. Ömer (r.a.)’in emanetidir. Allah, Selahaddin Eyyubi’ye ve Sultan Abdülhamid’e rahmet eylesin, burası onların da emanetidir” dedi.

Hazırlıklar 2022’de başladı

Yahudilerin Mescid-i Aksâ’yı yıkarak yerine sözde tapınaklarını yapacaklarına dair haberler sadece Hamas tarafının değil, 2 yıldır İsrail’in de gündemindeydi. ‘Tapınak Enstitüsü’ isimli grup, son iki yıldır işgal topraklarında faaliyetlerini artırmıştı. 1987'de kurulan bu terörist örgütün tek amacı, tapınağın açılışında kurban edilip yakılması gereken ‘kızıl ineği’ yetiştirmek ya da dünyanın herhangi bir yerinde yetiştirilip Kudüs’e getirilmesini sağlamak. Elbette bu iş için hayvancılık yapmıyorlar. Örgüt, bu ‘inek’ için her yıl dünyanın pek çok yerindeki yahudilerden milyonlarca dolar bağış topluyor.

‘Tapınak Enstitüsü’ aradığı özelliklerdeki kızıl ineği, Aksâ operasyonu gerçekleşmeden 1 yıl önce buldu. ABD’den İsrail’e canlı hayvan ithalatı yasak olmasına rağmen, 2022 yılında ABD'nin Teksas eyaletinden bir evanjelist çiftçi tarafından bu amaçla yetiştirilen beş adet kızıl inek "evcil hayvan" statüsünde İsrail’e getirildi.

Hatta işgal hükümetinin Kudüs İşleri ve Miras Bakanlığı Genel Müdürü Netanel Isaac, ineklerin Eylül 2022'de ben gurion havaalanına getirildiği gün, inekler onuruna bir konuşma bile yaptı. İsaac’ın konuşmasındaki bir detay ise tapınak çalışmalarının ineklerle bitmediğinin itirafıydı. İsaac, ineklerin kurban edileceği Zeytin Dağı bölgesinin işgali için de bakanlığın büyük bir fon ayırdığını duyurdu.

  • İneksiz tapınak olmaz, İnek şart!
  • yahudiler, sözde tapınağı yeniden inşa edebilmek için bir sürecin adım adım izlenmesi gerektiğine inanıyor. Buna göre yapılacak ilk iş, Mescid-i Aksâ’nın yıkılması. Yani Aksâ’nın yıkılması yahudiler için nihai hedef değil, öncelikli adım. Aksâ yıkıldıktan sonra o bölgenin, Yahudi olmayanlardan ve yahudi eli değmemiş her şeyden temizlenmesi, yani Aksâ’ya ait tüm izlerin silinmesi gerekiyor. Bu iş için eğitilmiş, belirli bir soydan gelen yüzlerce Yahudi, ‘tapınak görevlisi’ olarak hizmet etmeye hazır bir şekilde bekletiliyor.
  • Daha sonra tapınağın inşasına başlanması için “hiç çalıştırılmamış, doğum yapmamış, sağılmamış, boyunduruk takılmamış, kızıl postunda hiçbir leke bulunmayan bir ineğin” kurban edilmesi gerekiyor. Önce kurbanın kanı, Zeytin Dağı bölgesinden Mescid-i Aksâ’ya doğru serpilecek (Elbette bu sırada Aksâ yıkılmış olacak) ve inek daha sonra yakılacak.
  • Yakılan ineğin külleri, bir takım büyü malzemeleri ve belirli koşullar altında doğup büyümüş Yahudi çocukların getirdiği taze kaynak suyu ile karıştırılarak sözde arınma sağlanmış olacak. Ve böylece sözde tapınağın inşası için de her şey hazır olacak.
  • yahudi teröristlerin bu eylem planındaki hemen her şey hazır. Kızıl inekler, ABD’den getirildi. İneği kurban edecek olan haham, tapınakta hizmet edecek olan ekip ve küllere su taşıyacak olan çocuklar da Tapınak Enstitüsü tarafından biliniyor. Denklemdeki tek eksik, Mescid-i Aksâ’nın yıkılması ve ineğin kurban edileceği Zeytin Dağının ele geçirilmesi.

Zeytin dağı düştü düşer

2022 yılında ölen ABD eski Dışişleri Bakanı ve BM eski Büyükelçisi Madeleine Albright, 1996’da bir televizyon programına konuk olmuştu. ABD’nin birinci körfez işgali hâlen devam ediyordu ve 1 milyondan fazla sivil Iraklı öldürülmüştü. Programın sunucusu, Albright’a net bir soru sordu: “ABD, Irak’ta 500 bin çocuk öldürdü. Bu, Hiroşimadan bile fazla. Buna değdi mi?” Albright bu soruya “Bu çok zor bir seçimdi ancak kazancımıza bakınca değdiğini düşünüyorum" cevabını verdi.

Bu cevap o dönem bile normal insanlara çok acımasızca geldi ama elbette Albright ne normal ne de insandı. O da Gazze'de bir yıldır soykırım yapan teröristler gibi yahudiydi. Ve bugün yahudilerin Gazze’deki soykırıma hiç hız kesmeden devam etmesinin tek nedeni elde edeceklerini düşündükleri ‘kazanç’.

İsrail, Gazze'nin enerji kaynaklarını da İşgal ediyor.

Soykırımın başından beri yahudi teröristlerin bu soykırımdan ne kazanacağına dair çeşitli teoriler ortaya atıldı. Önce soykırımın ‘7 Ekim saldırılarına verilmesi gereken cevap’ olduğuna dünyayı ikna etmeye çalıştılar. Türkiye’de bile bu hapı yutanlar oldu. Sonra Gazze açıklarındaki gaz rezervleri gündeme geldi. İsrail’in Gazze’yi tamamen ele geçirerek Hamas’ı bitirmek istediği söylendi. Fakat aradan geçen bir yıllık süre Hamas’ın ‘Her şey Aksâ için yapılıyor’ açıklamasını haklı çıkardı.

Tüm dünyanın gözünü çevirdiği ama kimsenin de durdurmak için kılını kıpırdatmadığı Gazze soykırımı, yahudi teröristler için ‘cambaza bak’ oyunu oldu. Gözler Gazze’deyken de sözde tapınaklarının inşası için kalan son iki pürüzü ortadan kaldırmaya başladılar.

Batı Şeria'da son 20 yılın en sert saldırıları başlatıldı. Bine yakın insan sokaklarda şehit edildi. Çatışmalar devam ederken, işgal hükümeti Zeytin Dağı'nda bugüne kadarki en büyük işgali yapacağını duyurdu.

  • Aksâ’yı sanal ortamda yaktılar
  • 12 Eylül’de yahudi teröristlerden oluşan "Tapınak Dağı Aktivistleri", Mescid-i Aksâ'nın yakılmasını simüle eden bir video klip yayınladı. Videonun başlığını "mutlak zafer" olarak seçmişlerdi. Örgütün sosyal medya hesaplarında yayınlanan videoda Aksâ alevler içindeyken “bugünler çok yakın” deniliyor.

  • Eşi görülmemiş bir ilhâk
  • İşgalcilerin ‘Güvenlik’ Bakanı itamar ben-gvir, israil ordu radyosuna yaptığı açıklamada, mevcut kanunların yahudilerin de Mescid-i Aksâ'da ibadet etmesine izin verdiğini ileri sürdü. "Mescid-i Aksâ'ya bir sinagog inşa eder misiniz?" sorusuna ise hiç düşünmeden "evet" cevabını verdi.
  • Bu sözler tartışılırken israil basını yeni ilhak ve işgal planını duyurdu. Buna göre israil, işgal altındaki Doğu Kudüs'te bulunan Zeytin Dağı'na milyarlarca dolar değerinde ve daha önce eşi benzeri görülmemiş 300 bin metrekarelik 3 büyük yerleşim projesi inşa etmeye hazırlanıyor.
  • İşgalciler bu planı açıkladığında aslında plan çoktan yürürlüğe girmişti. İşgalin Maliye Bakanlığı, büyük işgal projesini yapacak müteahhitleri bile belirledi. 300 bin metrekarelik projenin planları arasında 40 katlı kuleler, işgal hükümetine bağlı bakanlıklar ve sigorta şirketlerinin yanı sıra Mossad’ın genel merkezinin de yer alacağı açıklandı. Teröristlerin hesabına göre Zeytin Dağı’nın ilhak projesi 2029’da tamamlanacak.

Kıble mescidi yandığıyla kaldı

21 Ağustos 1969'da Mescid-i Aksâ Külliyesi içindeki Kıble Mescidi'nde sabah namazının ardından büyük bir yangın çıkmıştı. Yangında Selahaddin Eyyubi tarafından yaptırılan minber dâhil mescid içindeki değerli tüm tarihi eşyalar ve tarihi çatının büyük bölümü yandı. Yangını Avustralyalı Hristiyan Michael Denis Rohan’ın çıkardığı belirlendi. Bu terörist, uzun süre İslam’a meyli varmış gibi mescide gidip geliyor ve cemaatle yakınlık kuruyordu. Eylem için hazırlıklarını tamamladığında da mescidi ateşe verdi.

Kıble Mescidi yangını.

İşgalciler yangını bir Hıristiyana ihale ettikleri için cinayetten sıyrılabileceklerini düşündüler. Yine de her ihtimale karşı yangın devam ederken Mescid-i Aksâ’nın sularını kesip, itfaiye araçlarının bölgeye girişini de engellediler. Ama kundaklama suçunu hiç üstlenmediler. Çünkü İslam dünyası için Mescid-i Aksâ’nın kırmızı çizgi olduğunu sanıyorlardı.

Ama öyle olmadığını kısa sürede anladılar. Kayıtlarda olmasa da dönemin İsrail Başbakanı golda meir’in yangınla ilgili "O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım. Zannediyordum ki, Müslümanlar dört bir yandan İsrail'e girecekler. Ama sabah oldu ve korkulan olmadı. İşte o zaman anladım ki: Biz dilediğimizi yapabiliriz, zira Müslüman ümmeti uyuyan bir ümmettir” dediği iddia edilir.

‘Müslümanlar daha ne bekliyorsunuz?’

Selahaddin Eyyubi tarafından yaptırılan minber.

O bu sözü söylememiş bile olsa o geceyi böyle geçirdiği ortada. Golda Meir’in o gece bakanlar kurulunu toplaması, sabaha kadar uyuyamadığını; Filistinlilere ‘Kıble Mescidi’nin yeniden yapılması için para’ ve ‘ortak bir soruşturma komisyonu’ teklif etmesi ise Müslümanların dört bir yandan İsrail'e girmesinden korktuğunu gösteriyordu.

Ama sabah oldu ve korkulan olmadı. Dünyanın her yerindeki Müslüman halklar ayaklandı ama devletlerden esaslı bir hamle gelmeyince Aksâ yıkılmaktan son anda kurtulduğuyla kaldı. Golda Meir eğer o güne kadar kâni olmadıysa, Müslüman ümmetini nihayet uyutabildiklerine o gün kâni oldu.

O gün en sert ve net açıklama ise sonradan Filistin Devleti’ni kuracak kadro olan El Fetih’ten geldi: "Müslümanlar, daha ne bekliyorsunuz? Siyonistler mâbedlerimizi yakıyor. Hz. Muhammed'le (s.a.v) nasıl yüzleşeceksiniz?"

Filistin devletine rağmen özgür Filistin

Köprünün altından çok sular aktı. El Fetih, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) içinde çoğunluğu ele geçirdi. Filistin direnişinin sembolü oldu. Biraz taviz verdi. Eylemler yaptı. Şehitler verdi. Filistin Devletini kurdu. Biraz daha taviz verdi. israil ile masaya oturdu. Anlaşmalar imzaladı. Daha çok taviz verdi. Ve yangın gecesi “Hz. Muhammed'le (s.a.v) nasıl yüzleşeceksiniz?" diye soran El Fetih, Gazze’de soykırım yapıldığı yıl, israil operasyonlarının kullanışlı bir aparatı ve Mahmut Abbas’ın şahsında cismanileşmiş bir ‘devlet’e dönüştü.

Filistin Devletini bugün İsrail’in aparatı haline getiren olaylar, 1995 Oslo Anlaşmasıyla başladı. Filistin toprakları İsrail tarafından üçe bölündü.

Mahmut Abbas da her zayıf lider gibi direnmek istememesini ‘yeterince güçlü olmayışına’ bağlıyor. Ama aslında o da her zayıf lider gibi elindekiyle yetinmenin derdinde. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan geçtiğimiz ay AA’ya verdiği röportajda, BM’deki Filistin desteğinin hiç olmadığı kadar artmasına rağmen Filistin Devletinin özgürlük konusunda ne kadar isteksiz olduğunu şu sözlerle açıkladı:

İsrail iki devletli çözümü, özellikle Netanyahu’nun olduğu dönemde unutturarak defakto durumu uluslararası sisteme kabul ettirmeye çalışmıştı. Maalesef ve maalesef, bazı Filistinliler de -özellikle tabii imkânsızlıktan dolayı işte- ‘Filistin Yönetimi olarak kalalım, bize ne kadar imkân veriliyorsa bu verilen imkânlarla bu işi götürelim, ne kadar toprak kaldıysa onu götürelim’ gibi bir kabul edilmişlik içerisinde oldukları için onlar da aslında bu projeye biraz da dolaylı da olsa hizmet ettiler.

‘Elimizdekiyle yetinelim’ diyen Filistin yönetiminin elinde de aslında pek bir şey kalmadı. Oslo Anlaşması, Filistin topraklarının %60’ını tamamen işgalcilere veriyordu. Gazze Şeridi dâhil Filistin’in sadece %18’i Filistinlilere bırakıldı. Bunun Batı Şeria’daki bölümü Abbas hükümetinin kontrolünde. %22’lik kalan kısım ise Abbas Hükümeti’nin idaresinde ancak buralar tamamen işgal asker ve polislerinin kontrolünde ve tamamı Batı Şeria ve El Halil sınırları içinde. Yani haritaya yakından bakıldığında, Filistin yönetiminin elinde tüm Filistin’in sadece yüzde 10’luk bir bölümü bulunuyor. Ve el-Fetih hükümeti bu %10’luk bölümü savunmak bir yana israil işgalini hızlandırmak için açıkça çaba harcıyor.

Mahmut Abbas.

İşgalci teröristlerin ‘yerleşimci’ maskesiyle Filistinlilerin mallarını ve topraklarını rahatça çaldıkları ve hiç çekinmeden kameralara güldükleri yerler işte bu %22’lik bölümde yer alıyor. En azından Gazze soykırımı başlayana kadar öyleydi. Tapınak hayalini gerçekleştirmek, Kudüs ve Filistin’in tamamını işgal etmek için önünü açık gören israil, Batı Şeria ve Mescid-i Aksâ’da bugüne kadar görülmemiş bir işgal dalgası başlattı.

  • Filistin işgal ordusu
  • Abbas yönetimindeki Filistin Devleti’nin askeri gücü aslında azımsanacak gibi değil. FKÖ’ye bağlı örgütlerin de entegre edildiği Filistin askerinin sayısı yaklaşık 83.000. Resmi rakamlara göre Filistin yönetiminin 9100 kişilik de polis gücü bulunuyor. Bu sayılar, işgalcilerin 170 binlik aktif asker sayısıyla kıyaslandığında yarı yarıya düşük olsa da tüm bu personel sadece eldeki %10’luk araziyi korumak için görevlendiriliyor. Ve elbette o işi de yapmıyorlar. Çünkü Oslo Barış Anlaşmaları kapsamında oluşturulan Filistin Yönetimi'nin güvenlik güçleri çoğunlukla ABD ve AB tarafından finanse ediliyor ve Tel Aviv ile koordinasyon halinde hareket ediyor.
  • Filistinliler de zaten bir devletleri ya da hükümetleri olmadığının farkında. Oslo Anlaşmasının Filistin’in savaşma kapasitesini bitirdiğini; Filistin ordusunun fiili olarak İsrail kontrolü altında, itaatkar bir güvenlik gücüne dönüştürüldüğünü biliyorlar. Çünkü Filistin ve İsrail arasında yaşanabilecek aktif bir savaşta, Filistin Yönetimi'nin güvenlik güçleri herhangi bir askerî rol oynama yetki ve kapasitesine sahip değil. Zaten el-Fetih sayesinde böyle bir savaşın çıkma ihtimali bile görünmüyor.
  • Filistin’de işgal güçleriyle çatışan direniş gruplarının yaklaşık 30.000 ila 50.000 kişilik bir ordusu olduğu biliniyor. Fakat bu rakamlar Gazze soykırımından öncesine dayanıyor ve soykırımla birlikte başlayan Batı Şeria’nın tam işgali sürecinde yükselen direnişin tam gücü bilinmiyor.

İşgalci dışarıdan, el-Fetih içeriden

Gazze soykırımıyla tekrar gündeme gelen ve İsrail’in Türkiye’den de toprak istediğini gösteren ‘büyük israil’ haritasının ilk adımı Mescid-i Aksâ’nın yıkılması. Şu anda Gazze, Lübnan, Suriye ve hatta İran topraklarında tam güç saldırılar yürüten israil, Batı Şeria’da da bugüne kadar görülmemiş bir işgal süreci yürütüyor.

Özellikle Batı Şeria’nın kuzeyindeki Ramallah, Cenin, Tulkarim, Kalkilya, Nablus, Tubas gibi bölgelerde sivil katliamları yaşanıyor. Bu şehir ve kamplardaki alt yapı büyük oranda tahrip edildi. Pek çok bölge ablukaya alındı ve giriş çıkışa kapatıldı. İsrail, 7 Ekim 2023 ile 31 Temmuz 2024 tarihleri arasında Doğu Kudüs de dâhil olmak üzere Batı Şeria'da 349 evi yıktı. Batı Şeria’da da Gazze’deki gibi bir yerinden etme operasyonu başlatıldı.

Filistinli Mahkûmlar Derneği Temmuz ayında yaptığı açıklamada, 7 Ekim’den bu yana Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te gözaltına alınan Filistinlilerin sayısının 9 bin 720’yi aştığını söyledi. Bunların binden fazlası kadın ve çocuk. 89’u gazeteci. Bu esirlerden 18’i işgal hapishanelerinde şehit oldu.

Bu arada kaçırma ve rehin alma eylemleri de arttı. Filistinli Mahkûmlar Derneği Temmuz ayında yaptığı açıklamada, 7 Ekim'den bu yana Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te gözaltına alınan Filistinlilerin sayısının 9 bin 720'yi aştığını söyledi.Bunların binden fazlası kadın ve çocuk. 89’u gazeteci. Bu esirlerden 18’i işgal hapishanelerinde şehit oldu.

Şehadet eylemlerine çağrı

İşgalciler Batı Şeria’da baskıları artırınca, direniş grupları da operasyonlarına hız verdi. Hamas adına konuşan Halid Meşal, 28 Ağustosta Batı Şeria’da şehadet eylemleri çağrısı yaparak “İstişhad eylemlerine yeniden dönmek istiyoruz, bu durum, açık bir mücadeleden başka bir şeyle düzelmez, onlar bizimle açık bir şekilde savaşıyor, biz de onlara karşı açık bir şekilde karşı duracağız" dedi.

Bu açıklamaya en sert tepki israilden değil, el-Fetih’ten geldi. 30 Ağustos’ta Suudi televizyonuna konuşan el-Fetih yöneticisi, “Hamas'ı Batı Şeria'da gerilimi artırmamaya çağırıyoruz” diyerek direniş gruplarının tamamına göz dağı verdi. El-Fetih’in bu açıklamayı yaptığı hafta, israil Batı Şeria’nın 3 büyük şehrinde 22 kişiyi şehit etmişti.

Aynı günlerde israil Kanal 14 muhabiri, israil ordusunun Filistin Yönetimi'nin güvenlik mekanizmalarıyla işbirliği konusunda anlaştığını, Filistin hükümetine bağlı silahlı 500 askerin kuzey Samiriye ve Ürdün Vadisi'ndeki bölgelerde ‘teröre karşı’ israil ile ortak operasyon yürüteceğini yazdı.

Şehadet eylemleri, Meşal’in açıklamasından sonra hız kazandı. 1 Eylül’de ise son zamanların en önemli şehadet eylemlerinden biri gerçekleştirildi. Muhanned el-Esud isimli Filistinli, silahla 3 işgal polisini öldürdü. Fakat kendisi eski bir asker olduğu için eylemini başarıyla tamamladıktan sonra olay yerinden kaçmayı başardı.

El-Esud, Mahmut Abbas’ın koruma muhafızlarından biriydi. 3 yıl önce bu görevden istifa etmişti. Eylemi yaptıktan sonra Filistin hükümetine ait bir karakola sığınmak istedi. Fakat eski arkadaşları onu içeri almadılar. Saatler sonra bir binada teröristlerle girdiği çatışmada Filistin Devleti, israil ile hiçbir sorun istemediği için şehit oldu.

israil, 3 polisinin öldüğü operasyon sonrası el-Halil’i tamamen kapattı. 5 Eylül’de de Batı Şeria'daki şehir ve beldelere giden tüm yollar ve girişlere kontrol noktaları kurdu. Batı Şeria, Eylül başından itibaren Cenin’den El Halil’e kadar duvarları olmayan bir Gazze’ye dönüştürüldü.

Ağustos ayında hemen her gün işgal polisi eşliğinde Aksâ’ya baskın düzenleyen Yahudi teröristler, 4 Eylül günü Aksâ külliyesinde ilk defa boynuz üfleyip uzun uzun âyin gerçekleştirdiler.

Aksâ’daki en büyük âyin

Tüm bu hâdiseler olduktan sonra 4 Eylül’de Mescid-i Aksâ’da Haçlı öncesi dönemden beri yaşanmamış bir hâdise yaşandı. Ağustos ayında hemen her gün işgal polisi eşliğinde Aksâ’ya baskın düzenleyen Yahudi teröristler, 4 Eylül günü Aksâ külliyesinde ilk defa boynuz üfleyip uzun uzun âyin gerçekleştirdiler. Daha önceki baskınlarda çatışmaların arasında kısa ayinler yapan Yahudiler, bu kez düzenli olarak Aksâ’ya gelip külliyenin bir bölümünde sapkın ritüellerini gerçekleştirdi. Bu seferki baskının farkı, hiçbir çatışma yaşanmamasıydı. Çünkü işgalciler Eylül başından bu yana külliyenin bir bölümünü Yahudi ayinlerine ayırmış durumda.

Bu âyinlerle ilgili ilk görüntüleri paylaşan Haaretz gazetesi muhabiri Nir Hasson, görüntüler için ‘devrim’ tabirini kullanarak Mescid-i Aksâ içinde artık ‘çatısı olmayan bir sinagog’ kurulduğunu duyurdu.

Gidişat gösteriyor ki, yahudilerin Aksâ’da ayin düzenlemesi yakında vaka-i adiyeden sayılacak. Hatta oradaki Müslümanların ibadeti onlara karşı terör eylemi sayılacak. Sonra zamanla ‘çatısız sinagog’a bir çatı yapılacak. Çünkü israil, zehri kana yavaş yavaş akıttı, akıtıyor ve akıtacak. Muhtemelen çok yakında Kıble Mescidi yıkıldığında Müslümanların en büyük tepkisi kınamak ve bu kez “Kâbe bizim kırmızı çizgimizdir” demek olacak.

Abone olmak için: www.birlikte.com.tr/gercek-hay...