İtibar suikastı yapan global çete mahkemelik

KEMAL ÖZER
Abone Ol

Muteber insanlar toplumların rehberi gibidirler. Dolayısıyla itibarlı kimseler aynı zamanda şerefli ve haysiyetli insanlardır. İyiliği ve doğruluğu temsil ederler. Bu yüzden bu kimseler her zaman şeytanlaşmış kişi ve oluşumların itibar suikastına mâruz kalabilirler. Günümüz dünyasında muteber kişi, grup ve bilgileri kötülemek, itibarsız hale getirmek için kurulmuş çok sayıda şirket ve profesyonel var. Bunlar yalandan ve kötülükten para kazanırlar. İngiltere’de yayınlanan Guardian gazetesinin geçtiğimiz ay neşrettiği “ABD hükümeti tarafından finanse edilen 'bir şebeke' pestisit eleştirmenlerine saldırıyor” başlıklı haber, akademik çalışma maskesiyle zehirlerin nasıl pazarlandığını, tarım zehirlerinin zararlarını anlatan kişilerin nasıl hedef alındığını, bir takım gazeteci, akademisyen, bürokrat ve siyasetçilerin nasıl satın alındığı veya kullanıldığını ifşa etti. Özellikle ABD merkezli şirketler ile bu amaçla kurulmuş şirketlerin mahkemeye intikal etmiş aşağılık oyunları gözler önüne serildi. Biz de Guardian’ın haberini merkeze alarak bilim, ziraat, yazı-çizi, gıda, tohum gibi sahalarda yaşanmış gerçek itibar suikastlarını delilleriyle özetlemeye çalıştık. İşte detaylar:

2019’da Hollanda’da kurulan ve kâr amacı gütmeyen haber merkezi Lighthouse Reports, mahkeme kayıtları, e-postalar ve diğer belgelerden oluşan çok sayıda arşivi ele geçirince vahşi bir uygulama zinciri ifşa olur. The Guardian gazetesinin 29.09.2024 tarihli uzun haberinde pestisit/tarım zehirlerinin tehlikelerini küçümsemek, muhalifleri itibarsızlaştırmak ve uluslararası politika yapımını zayıflatmak amacıyla çalışan çete ifşa edildi.[1]

2019’da Hollanda’da kurulan ve kâr amacı gütmeyen haber merkezi Lighthouse Reports, mahkeme kayıtları, e-postalar ve diğer belgelerden oluşan çok sayıda arşivi ele geçirince vahşi bir uygulama zinciri ifşa olur.

The Guardian, haberini yaparken Lighthouse Reports’in ele geçirdiği arşivi merkeze alarak New Lede, Le Monde, Africa Uncensored, Australian Broadcasting Corp ve diğer bir takım uluslararası medya ile de işbirliği yapmış.

Alçakça işlemler ABD’nin Missouri eyaletinde JayByrne adlı kişiye ait gözüken v-Fluence adlı bir "itibar yönetimi" firması tarafından yürütülmüş. Şirket, "istihbarat toplama", "tescilli veri madenciliği" ve "risk iletişimleri" olarak tanımladığı sözde hizmetleri sağlıyormuş.

Bu fakir gibi gazeteci, yazar ve sivil toplum yetkililerinin pestisitlere ve genetiği değiştirilmiş (GDO) ürünlere karşı sağladığı direnci azaltmak için "özel bir fişleme ağı" kurmuşlar. Suç ortaklarından biri de Illinois Üniversitesi profesörlerinden Bruce Chassy... v-Fluence’nin patronu ile Bruce, 2010 yılında “Akademik İnceleme/Fişleme" adlı grubu kurmuşlar. Biyoteknoloji ticaret grubu BIO'nun eski başkan yardımcısı olan Val Giddings, kurdukları bu yapının akademisyenlere "ticârî araç" görevi gördüğünü söylüyor.

İfşa edilen belgelere göre Jay Byrne ve ekibi, GDO eleştirisi yapan kimselerin fikirlerini etkisiz kılmak için "ücretsiz arama motoru optimizasyonu" sistemi de kurmuşlar. Bu bahisle ilgili belgede Byrne “Her zamanki gibi bunu genişletebilecek bir sponsor bulacağız" diye yazıyor.

Merkez üssü ABD tarım bakanlığı

Bu eşkıya grubunun merkez üssü, kısa adı USDA olan ABD Tarım Bakanlığı imiş. Bunun yanı sıra pek çok ABD hükümet kurum ve görevlisi de terör oluşumunun mensuplarından...

Ele geçirilen belgeler, eski bir Monsanto yöneticisi ve v-Fluence'ın kurucusu olan Jay Byrne'ın bu haydutluğa öncülük ettiğini gösteriyor. Byrne ile şirketi v-Fluence ve ekibinin görevi ise dünyanın en büyük tarım zehirlerini üreten Monsanto ve diğerlerine yönelik muhalefeti/eleştirileri sabote etmeye çalışmak.

Jay Byrne ve şirketi v-Fluence, Çin’e satılan kimya ve tohum devi Syngenta'ya karşı açılan davada da ortak zanlı. Suçları ise Syngenta’nın Paraquat adlı yabânî ot öldürücülerinin parkinsona neden olan riskleri hakkında kamuoyunu yanlış yönlendirmek ve Syngenta'nın gizlemesine yardımcı olmak, eleştiri yapanları "etkisiz hâle getirmek."

  • Kim bu terörist?
  • Jay Byrne.
  • Türk efkârı umumisince tanınmasa da Jay Byrne aslında hayli şöhretli biri. “Tedbir Alarak Yesinler: Siyaset, Tarımdaki Genetik Devrimi Nasıl Zayıflatıyor” adlı bir propaganda ve tehdit kitabını kaleme almış bir ‘azılı’. Zanlı, v-Fluence Interactive'in kurucusu ve başkanı. Ama tek sıfatı bunlar değil.
  • - Beyaz Saray eski sözcülerinden biri, dolayısıyla eski üst düzey ABD bürokratı.
  • - Clinton Yönetimi'nde ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı'nda (USAID) Yasama ve Kamu İşlerinden Sorumlu Yardımcı.
  • - 1994 G7 İş Zirvesi ve Büyük Afrika Boynuzu Kıtlık Girişimi de dahil olmak üzere çok sayıda başkanlık ve dış politika girişiminde Beyaz Saray sözcüsü olarak görev yapmış.
  • - 1997-2001 Monsanto kurumsal iletişim müdürü.
  • Yani hayli kabarık bir sicile sahip. Bu haydutla ilgili bir internet taraması yaptığınızda, biyoteknoloji yani GDO’nun resmî olarak kabulü için yüz civarında ülkeyi ziyaret ettiğini; akademik, bürokratik ve siyasi çevreleri ikna ve teşvik amacıyla gezi ve konferanslar düzenlediğini görüyorsunuz. Onu Monsanto, Syngenta, Basf, Bayer ve Cargill gibi şirketler finanse etmiş.
  • Asıl işi izleme, fişleme… Ayrıca dünyanın en büyük ziraat, tohum, kimyevî zehir ve sözde ilaç üreticisi şirketler için gizli propaganda ve de lobi kampanyaları yapmak.

Tehdit olarak gördüklerini fişlemişler

Haberde engellenecek kişilerin hepsinin ismi verilmeyip şöyle deniliyor: “-Bu şebeke- üyeleri endüstri çıkarları için tehdit olarak görülen dünyanın dört bir yanından yüzlerce kişi hakkında çok çeşitli şahsî bilgilere erişebilirler. Bunlar arasında ABD'li yemek yazarları Michael Pollan ve Mark Bittman, Hintli çevreci Vandana Shiva ve Nijeryalı aktivist Nnimmo Bassey de yer alır. Birçok aile üyelerinin adları, telefon numaraları, ev adresleri ve hatta evlerin maddî değerleri gibi şahsî bilgileri ihtiva ediyor.” Ayrıca 2009’da yayınlandığında çok büyük etki meydana getiren ‘Food Inc’ adlı belgeselin yapımcı ve yönetmenleri Robert Kenner ve Elise Pearlstein da hedef listesinde…

Michael Pollan.

New York Times’in eski yemek yazarı Michael Pollan, endüstriyel tarımın "ateşli bir muhalifi" ve organik tarımın bir savunucusu olarak fişlenmiş. Fişlemede kardeşlerinin, anne babasının, oğlunun ve kayınbiraderinin isimleri gibi uzun bir listeleme yapılmış bunlarla ilgili şahsî bilgilere yer verilmiş. Günlük yaptığı her şey not edilmiş.

Michael Pollan şunları söylüyor: “Hakkımdaki fişlemeler hata ve yalanlarla dolu. Halkın parasının böyle şeylere harcanması korkunç bir şey. Eleştirel bir makale yayınladıktan sonra bir endüstri peşinize düşer. Bu her zaman olur. Ancak kendi hükümetinizin bunun bedelini ödemesi çok çirkin… Hükümetin bir asırdan uzun süredir hem doğrudan hem de dolaylı olarak agroekoloji (gayri tabii) dışı tarım endüstrilerini kararlılıkla desteklemesi, elbette erişilebilir besleyici gıda üretme ve çevre zararı en aza indirme çabalarının önünde doğrudan bir engeldir. Bu üzücü, trajik, kötü niyetli ve yanlıştır. "

Bu cümleleri okuduktan sonra evvelki yıllarda konuk almak için uğraşan Türk televizyonlarının neredeyse tamamının 2017’den sonra bizi bir daha davet etmez olmasını şimdi daha iyi anlıyoruz.

  • Amerika ve Kanada’dan ziyaret
  • Guardian’ın haberinden daha fazla detay aktarmadan bir hatıramızı nakletmenin belki de tam sırası. Yıl 2012 veya 2013’tü. Gıda Hareketi olarak Geleneksel Sertifika yönetmeliğinin tescilini tamamlamış ve uygulamaya başlamıştık ki biri ABD’den, biri de Kanada’dan olmak üzere iki kişi görüşme talebinde bulundu. İddialarına göre ikisi de doktora yapıyordu. ABD’den arayan erkekti, Kanada’dan arayan ise kadındı.
  • Amerika’dan arayan kişi önce bir form gönderdi ve içinde ahiret suâlleri vardı. Bunları cevaplayamayacağımı bildirince para teklifin de bulundu. Reddedince, derneğimize bağışa çevirdi. İyi bir haşlama yaptım, bunun üzerine bir daha arayamadı.
  • Kanada’dan bizi duyduğunu iddia eden ve hakkımızda araştırmalar yaptığını ve bizimle bizatihi tanışmak ve doktorasında faydalanmak için görüşmeye geldiğini söyledi. Geleneksel Sertifika’dan nasılsa haberleri olmuştu. Direkt olarak sertifika ve çalışmalarımız hakkında sormaya başlayınca “Bir dakika, önce ses kaydı alacağız. Bu çalışmaları madem doktoranızda kullanacaksınız, hazırladığınız metni bana göndereceksiniz ve yazılı onay alacaksınız” dedim. Her şeye ‘tamam’ dedi. Kendisine zaten efkârı umumiye açık olan bilgileri verdik. Bizi sürekli övüp takdir etmekteydi.
  • Bu kişiye Müslüman’ın ahlâkından ve korkusuzluğundan bahsetmiştim. Bizim gavurlara benzemediğimizi, insanlığa zarar verici ahlâksızlıklar ve zulümlere girişmeyeceğimizi, bize gelenlerin çoğunun iyi niyetli olmadığını, ajan bile olabileceğini, hatta kendisinin bile birileri adına gelen doğruları söylemeyen biri olabileceğini söyledim. Gitti ve bir daha iletişime geçmedi. Bunları da kayda geçirip devam edelim…

BM’de iki Türk

Haberde bu terör şebekesini rahatsız eden iki Türk isminden daha söz ediliyor ve şöyle deniliyor: 2017 yılında Birleşmiş Milletler'de uzman olarak görev yapan Hilal Elver ve Başkut Tuncak’ın pestisitlerin kanser, parkinson, alzheimer ve diğer sağlık meselelerine yol açabileceğini gösteren bilimsel araştırmalara atıfta bulunarak, bunun “küresel bir insan hakları endişesi” olduğunu söylemeleri ve tehlikeli pestisitlerin sıkı bir şekilde düzenlenmesi çağrısı yapmalarından çok rahatsız olmuşlar.

Prof Hilal Elver.

BM ve burada görevli Hilal Elver ve Başkut Tuncak’ın raporu “temelsiz ve sansasyonel iddialar” olarak nitelenmiş ve de bunlara karşı aşağılayıcı faaliyetler yürütülmüş. Ayrıca bazı nüfuzlu kişiler üzerinden bu çalışmayı engellemeye çalışmışlar.

Guardian muhabiri, hâlen bir üniversitede araştırma profesörü ve de BM Gıda Güvenliği Komitesi üyesi olan Prof Hilal Elver’e ulaşmış ve Elver şunları söylemiş: “Kamu parasının bizim gibi insanların profillerinin çıkarılmasından ziyade pestisitlerin sağlık üzerindeki etkileri konusunda bilimsel araştırmalara harcanması daha iyi olurdu. Bilimsel gerçeği anlamak yerine, haberciyi vurmaya çalışıyorlar. İnanması gerçekten zor."

Tüm bu gelişmelerin 2017 tarihinde olması dikkatlerden kaçmamıştır herhalde.

Fişlediğini kabul ediyor

Guardian’in sorularını e-posta yoluyla cevaplayan terörist Jay Byrne, şirketinin rolünü "bir bilgi toplama, paylaşma, analiz etme ve raporlama sağlayıcısı" olarak gördüğünü söylemiş. Fişlemelerin ise kamuya açık bilgilerden oluştuğunu iddia etmiş.

Byrne, gönderdiği e-postada, "Sorguladığınız çalışma kapsamımız, bitki yetiştirme ve bitki koruma konularındaki küresel faaliyetler ve eğilimler hakkında izleme, araştırma ve eğilim raporlamasıyla sınırlıdır" demiş.

Devşirme proje ve gezileri

Monsanto adına 2011 yılında başlattığı “Genetik Okuryazarlık” adlı projeyi hâlâ yönetiyor. Bununla GDO taraftarı akademisyen, bürokrat ve gazetecileri besliyor. GDO karşıtlarını, “komplo teorisyeni” olarak küçümsetiyor. Gazetecileri satın alıyor. Siyasetçilerin arzuladıkları düzenlemeleri yapmalarını sağlıyor.

Aralık 2013'te bu kapsamda, o zamanlar ABD Tarım Bakanlığı'nda müsteşar yardımcısı olarak görev yapan Max T. Holtzman'a ise Jay Byrne GDO'ları teşvik etmek için "ABD hükümeti-GLP-Byrne projeleri" olarak tanımladığı bir dizi teklif ile gider, bunun için şunları yazar:

“ABD hükümeti-GLP-Byrne" projeleri arasında üçüncü taraf akademisyenleri hazırlamak üzere bir "Eğitim Kampı ve Müdahale Ekibi," gıda güvenliği zorlukları hakkında medya kapsamını güçlendirmek ve "genç gazetecilere koçluk sağlamak" için bir "gazetecilik toplantısı", biyoteknolojinin kabulünü teşvik etmek için küresel bir medya tanıtım kampanyası ve "ABD hükümet web sitelerinde, GLP'de ve diğer platformlarda yayınlanan bölümler ve görüntülerle" temel temaları güçlendiren "güvenilir kaynaklardan çoklu medya içeriği ve yerleştirmeler" yer alacak.”

İşbirlikçi hain Holtzman ise şöyle cevap verir: “Teşekkürler Jay. Seninle tanışmak da harikaydı. Aşağıdaki taslağın, USDA/USG mesajlaşmasının ve senin çabalarının iyi kesiştiği tabii kesişme noktaları sağladığını düşünüyorum. Daha fazla etkileşim kurmak ve USDA'daki diğer insanlarla sadece teknik/ticaret alanlarında değil, aynı zamanda

  • ‘Bu gezi genetiği bozar!’
  • Şimdi bu kapsamda TBMM’den de bir heyetin ABD’ye gittiğini düşünün. Düşünmeyin gerçekleşmişini okuyun. Vatan Gazetesi’nin konuyla ilgili “Bu gezi GENetiği bozar!” başlıklı haberi (24.04.2009) şöyledir: “Türkiye’de ise önümüzdeki günlerde Meclis’e, genetiğiyle oynanmış ürünlerin Türkiye’de üretilmesini sağlayan bir yasa tasarısı gelecek. Bu alanda dünyanın en büyük şirketine sahip ABD’nin, tasarıya onay vermeleri için Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu üyesi milletvekillerini bir hafta ABD’de ağırladığı ortaya çıktı. Amerika’ya giden heyette milletvekili olarak; AK Parti Denizli Milletvekili Mehmet Erdoğan, AK Parti Gaziantep Milletvekili Özlem Müftüoğlu, AK Parti Bursa Milletvekili Ali Koyuncu, CHP Mersin Milletvekili Vahap Seçer, MHP Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan katılırken, heyette TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Arif Adlı, Adana Çiftçiler Birliği Genel Sekreteri Oana Çorat da yer alır. ABD’nin Ankara Büyükelçiliği tarım uzmanı Yasemin Erkut da heyete eşlik eder.
  • Washington ve St. Louis’de iki ayrı otelde kalan heyetin uçak parası hariç tüm masraflarını ABD Tarım Bakanlığı karşılar. (Lütfetmişler) 11-18 Nisan arasındaki gezi kapsamında katılımcılar, ABD Senatosu’nda düzenlenen Tarım Komisyonu çalışmalarına katılarak, Washington’da yer alan ABD Hububat Konseyi ve Pamuk Konseyi’nde resmî temaslarda bulunur. Washington sonrasında St. Louis’e giden milletvekilleri, burada Türk heyeti, Mısır Üreticileri Derneği ile Amerikan Soya Derneği tarafından düzenlenen toplantılara katılır. Amerika’nın çevrecilerden büyük tepki toplayan tohum üreticisi Monsanto’yu da ziyaret eder.”[2]

Belgelere ulaşan gazeteciye saldırı

“Biyoteknoloji endüstrisinin halkla ilişkiler kolunun kendileri açısından mühim bir şeye ihtiyacı var: İnsanların GDO'ların ve pestisitlerin güvenliğine inanması. İnsanların sıhhatlerini tahrip eden biyoteknoloji deneylerine güvenmesini istiyorlar. Yani Agent Orange (Turuncu madde) , DDT, dioksin, sakarin, PCB'ler, aspartam, polistiren ve glifosat gibi hepsi ciddi ölümcül maddeleri zararsız görmelerine…

Bu yüzden;

Monica Eng.

- Monsanto gibi şirketler, genetiği değiştirilmiş organizmalar ve tarım zehirleri adına seyahat etmeleri, yazmaları ve konuşmaları için profesörler ve gazetecilere para ödüyor.

- Biyoteknoloji endüstrisi ayrıca gazetecilere ve bilim insanlarına GDO'ları ve tarım zehirlerini ‘en iyi’ şekilde nasıl tanıtacakları konusunda telkinlerde bulunmak için konferanslar düzenliyor.

Glifosat gibi tarım zehirlerinin kanserojen bileşimi ortaya çıktıkça, biyoteknoloji endüstrisi yalnızca medya haberlerini kontrol etmeye çalışmıyor. Aynı zamanda gerçek eleştirel düşünce ve bilimsel denetime izin verilmiyor; dogma ve zorlama GDO'ların politika ve algısını da yönetmeye çalışıyor.

Zîra bir gazeteciyi veya profesörü kontrol edemezlerse, biyoteknoloji endüstrisi istediklerini elde etmek için mafya tarzı taktiklere başvuracaktır. Monsanto, manipüle edebilecekleri gazetecileri satın alır ve kontrol edilmeyi reddedenleri korkutur.”[3]

Bunlar bizim değil, Batı medyasında çıkan haberler. Yukarıdaki skandallar zincirini ilk ifşa eden WBEZ’den gazeteci Monica Eng "Bunun büyük bir hikaye olacağını biliyordum" diyor. Bu haberden sonra Eng’i itibarsızlaştırmak için dev bir kampanya başlatılır. Özellikle Twitter/X trollerince taciz edilir. Bunun üzerine de bir açıklama yayınlayan Eng, "Chicago'da 30 yıldan fazla bir süredir profesyonel gazeteci olarak çalışıyorum. Bu kötülüğü ele alan gazeteciye saldırmaya bu kadar kararlı bir grup gördüğümü hatırlamıyorum."

  • 1100'den fazla sağlık muhabirine rüşvet
  • Aslında bu tek bir hikâyeden ibaret değildir. British Medical Journal ise Coca-Cola'nın Colorado Üniversitesi'ndeki gazetecilik konferanslarını gizlice finanse ederek, obeziteyi haber yapan muhabirleri etkilemek için uzun yıllardır sürdürdüğü kampanyayı ifşa eden bir haber neşreder. Gözlem grubu Health News Review daha da ilginç bilgilere erişir. Bunlardan biri 1100'den fazla sağlık muhabirinin Center for Practical Bioethics tarafından finanse projelerle etki altına alınmasıdır. Bir diğeri ise kimya endüstrisinin glifosat ve GDO'ları ele alan gazetecileri itibarsızlaştırmak için projeler yürütmesi, bu hususta GDO yanlısı web siteleri kurmasıdır.
  • Danny Hakim.
  • İşin garibi siyonist New York Times’ın muhabiri Danny Hakim, tarım kimyasalları endüstrisini eleştiren makaleler[4] yazdığı için uzun süre tacizle uğraşmak zorunda kalır. Amerikan Bilim ve Sağlık Konseyi “Glifosat: NYT'den Danny Hakim Size Yalan Söylüyor”[5] ve Genetik Okuryazarlık Projesi “Danny Hakim'in New York Times'daki GDO ifşası neden yanıltıcı”[6] gibi yalan haberler yaparak NYT muhabiri ile savaşır. Bu durumda şunu sormak gerekir: Siyonist New York Times’ın muhabiri ile savaşanlar, biz Müslüman gazeteciler için ne tür şeytanlıklar planlamıştır?
  • Gıda konularında yazıları ile bilinen iletişim profesörü Michael Pollan “GDO tartışmasını yeniden çerçevelemek ve gazetecileri taciz ve hakaret yoluyla sindirmek için endüstrinin yürüttüğü PR kampanyası oldukça başarılı oldu” diyor.

Monsanto aleyhinde açılan bir davada hâkim, Monsanto’nun savunmalarını reddedip glifosat bazlı ot zehri RoundUp’a, ‘kansere sebep olur’ etiketi ekleme zorunluluğu getirir. Bu da güzel örneklerden biridir.

Bayer suçunu kabul etti: 11 milyar dolar ceza

Bunca kötü şeye rağmen iyi şeyler de olmadı değil. Monsanto aleyhinde açılan bir davada hâkim, Monsanto’nun savunmalarını reddedip glifosat bazlı ot zehri RoundUp'a, ‘kansere sebep olur’ etiketi ekleme zorunluluğu getirir. Bu da güzel örneklerden biridir. Ancak bu karar Türkiye’de uygulanmıyor. Çünkü sadece ABD için geçerli. Zîra kararı ABD mahkemesi verdi.[7] En önemlisi, endüstrinin pestisitlerin yoğun kullanımını gerektiren bir mahsul tasarlayıp tasarlamaması gerektiği konusunda meşru bir tartışma var.

Bayer.

2016 yılında Monsanto’yu 63 milyar dolara satın alan Bayer, 2020 yılında ABD'li davacıların davadan vazgeçmeleri karşılığında 10.9 milyar dolar ödemeyi kabul etti. Buna göre Bayer'e karşı açılan yaklaşık 125 bin dava geri çekildi. Bayer bu rakamı ödemeyi kabul etmeseydi ödeyeceği ceza muhtemelen 100 milyar doları bile bulabilecekti. Tabi bu davalar da bu ödemeler de ABD’lilere… Türkiye başta olmak üzere dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan ve zarar gören milyonlar ise avucunu yalayacak. Türkiye’de Monsanto’ya böyle bir davayı açmak hukuken mümkün ama aslında imkânsız. Bir, netice alamazsınız. İki, açacağınız tazminat davasının harcını bile bulamazsınız. Üç, hadi buldunuz açtınız, bu tazminata hükmedecek mahkeme bulamazsınız.

‘Hiçbir şeyi kendi haline bırakma’

Bizde ‘tabiat boşluk kabul etmez’ şeklinde meşhur bir darbımesel var. Bunun devamı ise ‘sen yapmazsan birileri yapar.’ Bu haydutlar ise hemen her yerde kendi kontrollü muhalefetlerini bile üretirler ki muhalif unsurlar güçlenmesin. Kontrol edemediğinde ise ciddi fikirler ve esaslı eleştirilere “komplo teorisi” yaftası yapıştırarak, aleyhine olan bilgi ve görüşleri değersizleştirir. Kendi geleceğinin önünde engel olarak gördüğü kimseleri ise “komplo teorisyeni” yaftasıyla engellemeye çalışır. Bunu kontrolündeki kişilere o kadar çok tekrarlatır ki sade vatandaştan münevver çevrelere kadar herkese bunu ulaştırır.

Monsanto, sektörle hiçbir bağlantısı yokmuş gibi görünen pek çok kişiyi istihdam ediyor .

Bu kapsamda “Hiçbir şeyi kendi haline bırakma" adlı bir programı başlatmışlar. Programı başlatan Monsanto, sektörle hiçbir bağlantısı yokmuş gibi görünen pek çok kişiyi istihdam ediyor ve bu kişiler de Monsanto'yu, kimyevî zehirlerini ve GDO'larını savunan haber, makale ve Facebook başta olmak üzere sosyal medya gönderileri hakkında kendi lehlerine olacak yorumlar yayınlıyor.

Bununla yetinmeyen Monsanto, bilim çevrelerini Monsanto ve diğer kimyevi zehir üreticileri lehinde sözde malzemelerle besliyor. "Genetik Okuryazarlık Projesi" ve "Amerikan Bilim ve Sağlık Konseyi" gibi sözde "düşünce kuruluşlarına" para aktarıyor.

Bu hususta Monsanto tarafından finanse edilen ‘Amerikan Bilim ve Sağlık Konseyi’nin dergisinde çok sayıda yalan haber ve yazılar da bulunuyor.[8]

  • Türkiye’de herkesi susturmak istediler
  • Endüstrinin ahlâkı olmadığı ortada. En azından ahlâksızların elindeki endüstriden ahlâklı bir davranış beklenemez. Kaldı ki günümüzde endüstri ve teknolojinin hâkim unsurları insanlık düşmanı yapılar. Bu nedenle kiminle mücadele ettiğini bilmeli insan.
  • Türkiye’de de endüstrinin kurduğu dernek ve vakıflar ile akademik çevreler de kendilerine öğretilen aşağılık taktikleri kullanır. Endüstri müttefiklerinin GDO'larla ilgili endişe ve sûalleri itibarsızlaştırmak için kullandıkları bir taktik, tartışmayı gıda güvenliği penceresine hapsetmektir. Hatırlayınız, 2020 yılında dönemin Tarım Bakanı Bekir Pakdemirli’nin istekleri doğrultusunda TBMM’ye bir torba konun teklifi sunuldu.
  • TBMM’ye sunulan kanun teklifi tâli komisyon olan Adâlet Komisyonunun kararı beklenmeden apar topar Tarım Komisyonundan geçirildi. Baronların adamlarıyla bir olup millete tuzak kurulmak istendi. Teklife göre GDO, tarım zehirleri ve tohumculuk gibi millet ve geleceği açısından mayınlarla dolu kanunları hazırlattıran adamların temsilcileri her zaman konuşabilecek, bu milletin gıdası ve beslenmesi konusunda ahkâm kesecek ancak milletin asil çocukları susacaktı.
  • Kısaca Türkiye, Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflerdeki gıda ve beslenme emirlerini anlatmanın bilimsel olmadığı için ceza aldığı bir ülkeye dönüştürülecekti.
  • Herkes bilir ki, doğruları söylediği için tarihte çok kişi idam edilmişti ama onların ölüleri bile konuşmaya devam etmişti. O insanların susmadığı dünyada 50 bin lira ceza verilecek diye Bill Gates’in hatırına susmak, Müslümanca bir tavır olamazdı. Cezaları ödeyerek konuşmaya devam edecektik. Hatta Türkiye’de ahlâklı Müslüman bir işadamı bize ‘siz bu hususta konuşmaya devam edeceksiniz, cezaları da ben ödeyeceğim’ bile demişti.
  • Gıda Hareketi, sosyal medyada #GıdaKanunuGeriÇekilsin[9] etiketiyle aylar süren bir kampanya başlattı. Siyasileri bilgilendirmek için eti etkilemek için çok çeşitli kanal ve araçları kullandı. Türkiye tarihinin bu belki de en başarılı sivil toplum girişimlerinden biriydi ve kanun teklifi Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla geri çektirildi. Dönemin Bakanı Bekir Pakdemirli “Bakanlığıma da mâl olsa bu kanun çıkacak” demişti. Elhamdülillah o kanun çıkmadı ve Pakdemirli de bakanlıktan alındı.

‘Bilim inkârcısı’ yaftası

Harvard Üniversitesi'nde bilim tarihi profesörü olan Naomi Oreskes, “Kimya şirketlerince finanse edilen ‘Amerikan Bilim ve Sağlık Konseyi’ açıkça, insanları GDO'lu ürünlerin faydalı, gerekli ve etiketlemeyi haklı çıkaracak kadar riskli olmadığına ikna etmeyi amaçlıyor" diyor.

Bunlar yapılırken Monsanto’nun mühim bir şartı var: “Bilginin güvenilirliğine zarar vermemek için Monsanto'yu arka planda tutmak."

New York Üniversitesi'nde beslenme, gıda çalışmaları ve halk sağlığı profesörü Marion Nestle diyor ki: “Bir gazeteciye takip etmek istediği bir program için ücret teklif edilmişse bu işten derin bir endişe duyması gerekir."

Bazıları için yabancı bir durum olabilir ama ne yazık ki dünyanın pek çok yerinde bazı kurum ve şirketler bazı gazetecileri seyahatlere götürür, yedirir içirir, gezdirir dönüşte de bir hediye takdim eder. Bunlara katılanlar çok ihtimamla seçilir. Şükürler olsun ki bizim gibilere ise teklif etmeyi akıllarından bile geçiremezler çünkü neticesinden korkarlar. Lâkin öyleleri vardır ki onlar için bu sıradan bir ikramiyedir. Herkesi zaten çoktan fişlemişlerdir. Onlar satılık olanları da satılık olmayanları da iyi bilirler.

Bu konferanslarda beyin yıkama faaliyeti yapılır.Gezilerden sonra testlere tâbi tutulurlar. Testi geçenler mükâfatlandırılmaya, daha açık ifadeyle yemlenmeye devam edilirler. Yemi bir defa yemek her zaman yeterli olmayabilir fakat birkaç kez yemişse artık o balık akvaryumdadır ve sürekli yemlenir. Bu yüzden medyadaki sektör haber ve yorumları en güvenilmez haberlerdir.

Akvaryuma alınan sadece gazeteciler değil akademisyenler, bürokratlar ve daha niceleri vardır. Yeter ki satılık olun, maske takacak biri gelir sizi bulur. Elbette bütün bunlar gıda veya kimya ile sınırlı değil. Kadın hakları, çocuk, çeşitli tıp sahaları, mühendislikler ve daha niceleri için de geçerli. Yeter ki iklim yalanlarını, feminizmi, LGBT’yi destekleyin, onlar gelip sizi bulurlar.

Akvaryuma alınan sadece gazeteciler değil akademisyenler, bürokratlar ve daha niceleri vardır. Yeter ki satılık olun, maske takacak biri gelir sizi bulur. Elbette bütün bunlar gıda veya kimya ile sınırlı değil. Kadın hakları, çocuk, çeşitli tıp sahaları, mühendislikler ve daha niceleri için de geçerli. Yeter ki iklim yalanlarını, feminizmi, LGBT’yi destekleyin, onlar gelip sizi bulurlar.

Bunlara son zamanlarda bir de sosyal medya trolleri eklendi. Troller bazen gerçek kişi bazen de sahte hesapları yöneten kişi veya kuruluşlardır. Onların görevi de saldırı düzenleyip itibar suikastı yapmak. Bütün bunlar pek çok kişinin pek de haberdar olmadığı yeni savaş usûlleri. Bazen de muhalif gibi duran ancak gerçekleri yalan ve abartılı iddialarla sulandıranlardır ki bunlar da paralı lejyonerlerdir. Muhaliflikleri derin bir stratejinin ürünüdür.

Kendimden biliyorum ki, sosyal medya hesaplarınız engellenir. Mesela Youtube 100 bin görüntüleme almış bir videonuzu bir süre sonra 2-3 bin görüntülemeye düşürür hatta hesabınızdan bile kaybolur da haberiniz olmaz.

  • Sektörün israili
  • Neredeyse her pis işte v-Fluence ve sahibi gözüken Byrne adı var. Belli ki sektörün israili. Syngenta tarafından üretilen, parkinsona sebebiyet verdiği için AB’de dolayısıyla da Türkiye’de yasaklanan Paraquat adlı herbisit aleyhine açılan davaları etkilemek için şirket yine aynı kapıyı çalar. Paraquat, AB’nin dışında İngiltere, Çin ve pek çok ülkede yasak ama ABD’de serbest. ABD’de her şey para eder. Para etmeyen tek şey ise insan.
  • Syngenta davayı etkileyecek paraquat herbisitleri hakkında ortaya çıkan olumsuz bilgilerle başa çıkmasına yardımcı olması için v-Fluence ile bir sözleşme imzalar. Syngenta ve diğer paydaşların katıldığı toplantıda Byrne’ne "savun ya da lanetlen" denilir. Ardından “Paraquat Bilgi Merkezi” adlı bir proje başlatılır. paraquat.com’da yayınlanan mesajlarla zehir hakkında ulaşılan bilimsel bulgular karalanarak, güya çürütülmeye çalışılır. İlginç başlıklardan biri de “Afrika'nın paraquat'a neden ihtiyacı var?” şeklindedir.
  • Oysa paraquat davasından önce New Lede ve Guardian, Syngenta'nın şirket içi araştırmalarında onlarca yıl önce paraquat'ın beyin dokusu üzerinde hasara neden olduğunu ortaya çıkarmıştı. Syngenta şirketi ise gerçek bilgileri gizleyip aksine bunu ispat eden bilim adamlarını itibarsızlaştırmak için çalışmış ve eleştirilere karşı koymak için de bir "saldırı ekibi" kurmuştu.
  • Bu tür yayınlar ABD’nin politikalarına terstir ve karşısına çıkan herkese itibar suikastı yapmaya âdeta yemin etmiştir. Çünkü ABD denilen yer, bir devletten ziyade büyük şirketlerin ortak konsorsiyumundan başkası değildir.
  • ABD’nin sözde Tarım Bakanlığı USDA, 2020 yılında White House Writers Group (WHWG) adlı bir "stratejik iletişim firması" ile 4,9 milyon dolarlık bir sözleşme imzalar. Bu sözleşmeye göre pestisit kullanımını azaltmaya yönelik politikalar baltalanacaktır. Sözleşmeye göre v-Fluence de "veri/bilgi" hizmetleri sağlayacaktır.