İstanbul Üniversite’si hem kel hem fodul
Bu memlekette bunca imkân sağlanan akademik çevrelere “Beyler, bunca yıl, bunca maddî imkân ve insan kaynağına rağmen siz ne yaptınız” denmiyor. Denmediğini ve denmeyeceğini bildikleri için de akademisyenliği bilim adamlığı sanan ve sadece eleştiren, eleştirmekle kalmayıp, kadim olana, bitki kökenlilere düşmanlık etmekle yetiniyorlar. Hatta bir adım daha ileri giderek Batılı firmaların taşeronluğunu yapıyorlar.
Yedi düvel, korona illetine çâre peşinde koşarken bizim akademik çevreler ise mesele ile dertlenmek bir yana medyanın büyük bir kısmı gibi korku tellallığı yapmaya devam etmekte. İlaç veya aşı üretmek şöyle dursun, küresel sistemin şirketlerinin ürünleri ve dayatmalarının propagandasını yapmak onlara yetiyor.
Gazetecilik görevini yapan Gerçek Hayat ve Yeni Şafak ise geçtiğimiz haftalarda kadim zamanlardan beri hem beslenme, hem de tedavi amaçlı kullanılan zeytin, zeytinyağı ve zeytin yaprağı konusunda yayınlar yaptı. Zeytin yaprağında bulunan oleuropein maddesinin antivirütik özelliği nedeniyle korona rahatsızlığının şifası olabileceği yönündeki çalışmaların haberleştirilmesi, İstanbul Üniversitesi bünyesindeki adını kimsenin bilmediği ve kerameti kendinden menkul ‘Tıbbi Bitkisel Ürünler Araştırma ve Danışma Platformu’nu rahatsız etmiş.
Sitelerine koydukları açıklamada, “Son günlerde, medyada çıkan ve sosyal medya ile hızla yayılan COVID-19 infeksiyonundan korunmak için zeytin yaprağı kullanılmasına yönelik söylemler son derece tehlikeli bir durum almaya başlamıştır. Özellikle hiçbir zararının olmadığı, istenileceği kadar içilebileceği gibi öneriler bilimsel dayanağı olmayan ve insan sağlığını tehlikeye atan beyanlardır. Bu tür iddialar kullanan kişileri tedbirsizliğe sevk etmekte ve toplum sağlığını tehlikeye atmaktadır. Salgının yayılması açısından da son derece tehlikeli sonuçlara yol açması olasıdır. Bu beyanların aksine, zeytin yaprağı hakkında yapılan literatür çalışmaları incelendiğinde bu iddiaların tam anlamıyla desteklenmediği görülmektedir” deniliyor.
Akademik kibir
Ivan Illich, akademik kibrin kanserden tehlikeli bir rahatsızlık türü olduğunu belirtmişti. Haklılığı bir kez daha tescil edildi. Zeytin yaprağı çalışması yapmak şöyle dursun, 567 yıllık bir mâzi ve bunca imkâna sahip üniversitenin yapabildiği tek şey, eleştiriymiş. Üstelik koyduğu metnin bütünü içinde kendi kendini tekzip edecek kadar da ciddiyetsiz bir eleştiri.
- Neymiş efendim, klinik bir çalışma yokmuş. Olmadığını nereden biliyorlar? Aslında bilmiyorlar. Sadece klavye başında ahkâm kesiyorlar. Bugün sadece Türkiye’de 4-5 üniversitenin işbirliği ile klinik çalışmalar yürüyor. Üç ayrı heyet çalışıyor. Ayrıca klinik araştırma yapmak medyanın mı, yoksa bu beyzadelerin mi görevi? Gerekiyorsa kendileri neden yapmadı, yapmıyor?
İmkân bol, gayret sıfır
Bu memlekette bunca imkân sağlanan akademik çevrelere “Beyler, bunca yıl, bunca maddî imkân ve insan kaynağına rağmen siz ne yaptınız” denmiyor. Denmediğini ve denmeyeceğini bildikleri için de akademisyenliği bilim adamlığı sanan ve sadece eleştiren, eleştirmekle kalmayıp, kadim olana, bitki kökenlilere düşmanlık etmekle yetiniyorlar. Hatta bir adım daha ileri giderek Batılı firmaların taşeronluğunu yapıyorlar.
Şayet öyle olmasaydı, 209 üniversitesi, 121 tıp ve 50 eczacılık fakültesi olan bu ülkede suçlama yapmak yerine, haberlerimize konu müesseselerde inceleme yapılır, TÜMOSAN, VARAKA Kâğıt, Erzurum ve Erzincan şeker fabrikalarında çalışan binlerce işçi ve ailelerinin neden korona olmadığı incelenirdi. Lâkin Türkiye’den herhangi bir üniversite veya akademisyen bu işçilerin neden korona olmadığını merak bile etmedi.
Yunanistan’da heyecan
Türkiye’de zeytin yaprağı veya başka bir bitkinin ne işe yaradığı merak edilmezken, Yeni Şafak ve Gerçek Hayat’ın yayınları, Yunanistan’daki doktorları heyecanlandırdı. Konsolosluğumuz üzerinden Gerçek Hayat’a ulaşan Yunan Dr Ifianassa Karabatsou, zeytin yaprağı çayının pek çok özelliğini bilimsel olarak ispat ettiğini ve bu hususta 1995’de neşrettiği kitabını anlattı.
İzmir 1856
Hem veterinerlik, hem de tıp eğitimi alan Dr George Rolleston’ın İzmir-Kahire arasında yıllarca devam eden seyahatlerini ele aldığı hatıratı, ‘İzmir Ticaret Odası’ tarafından 2010 yılında “İzmir 1856” adıyla yayınlanmış. İmkânları heba etmek ve kadime düşmanlık yapmakta olan, olup bitene göz ve kulaklarını kapamış, yine Ivan Illich’in tabiriyle “bilimsel fanfinifon”cular belki ibret alır da bu haberimizden sonra Dr Rolleston’un 170 yıl, Dr Karabatsou’nun ise 25 yıl önce zeytin yaprağının bulaşıcı hastalıkları nasıl tedavi ettiğini incelerler.