İran-İsrail çatışması ve Körfez’in ‘tarafsızlık’ imtihanı
Ne İran’ın ne de bölgedeki vekillerinin güçlenmesini hiçbir Körfez ülkesi istemiyor. Ancak gelinen noktada İsrail’in dizginlenemez saldırganlığı devam ederse Körfez ülkeleri zorlu bir ikilemle karşı karşıya kalabilir: Bir yandan İran'ın etkisinin uzun vadede zayıflamasıyla bölgede sadece İsrail’in hüküm sürdüğü, kendisini durduracak hiçbir güç olmadan her istediğini yaptığı tehlikeli bir boşluk oluşabilir. Diğer yandan mevcut durum, Körfez ülkeleri için İran'ın zayıflığından faydalanmak ve İran destekli devlet dışı aktörleri geri püskürtmek için bir fırsat da olabilir. Bu hassas ve zorlu dengeyi en net ifade eden isimlerden biri, BAE’den hükümete yakın bir akademisyen olan Abdulhaleq Abdullah oldu: Abdullah’ın, “israilin İran'ı ve vekillerini zayıflatması işimize geliyor ama Netanyahu'yu cesaretlendirmenin maliyetini de görüyoruz. Kapana kısılmış durumdayız. İki şeytanımız var. İkisi de birbirinden kötü” ifadeleri durumu güzel özetliyor.
Hizbullah lideri Nasrallah’ın öldürülmesini takiben İran’ın israile yaptığı füze saldırısının hemen ardından, Körfez ülkeleri dışişleri bakanları Katar’ın başkenti Doha'da 2 Ekim günü acil ve olağanüstü toplandı. Bu toplantı, İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın Katar Emiri Şeyh Temim ile görüşmek üzere Katar’a yaptığı ziyaretle aynı zamana denk geldi. Bu durum, Nasrallah’ın ölümü ve ardından İran’ın israile füze saldırılarıyla gerilimin iyice tırmandığı bir dönemde Körfez’in konumunu ve muhtemel bir savaşa nasıl tepki vereceği konusunu da gündeme getirdi.
Doha'da düzenlenen toplantıda Katar, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Kuveyt temsilcilerinin İran'a Körfez ülkelerinin devam eden çatışmada ‘mutlak tarafsızlığı’ konusunda güvence verdiğine ve ABD'nin hava üslerini İran'a karşı kullanmasına izin vermeyeceklerini temin ettiğine dair haberler yer aldı.
Altı Körfez ülkesinin oluşturduğu Sünni bir blok olan Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) İran’a ve bölgedeki Şii vekillerine sempati ile bakmadığı bir gerçek. Nitekim önde gelen Körfez ülkeleri, Hizbullah’ı 2016'da terör örgütü olarak tanımlamıştı. Bununla birlikte söz konusu ülkeler, İsrail'in gerilimi tırmandırmasına da karşı.
Bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasının bölge istikrarı, entegrasyon ve refah için tek yol olduğu konusunda da 7 Ekim’den bu yana daha da güçlenen bir ısrar söz konusu. Güçlenen bir İran ile ipini koparmış, sınır tanımayan bir israil arasında kalan Körfez ülkeleri için oldukça hassas bir terazi söz konusu.
Mühim bir tespit
Bu hassas ve zorlu dengeyi en net ifade eden isimlerden biri, BAE’den hükümete yakın bir akademisyen olan Abdulhaleq Abdullah oldu: Abdullah’ın, “israilin İran'ı ve vekillerini zayıflatması işimize geliyor ama Netanyahu'yu cesaretlendirmenin maliyetini de görüyoruz. Kapana kısılmış durumdayız. İki şeytanımız var. İkisi de birbirinden kötü” ifadeleri durumu güzel özetliyor.
Suudi Arabistan ve BAE, son birkaç yıldır İran ile uzun süredir devam eden sorunlarını aşarak normalleşme yoluna gitti. Ancak hâlen daha geçmişten beridir süregeldiği üzere Tahran rejimini bölgede kötü niyetli” bir aktör olarak gördükleri ve onun oluşturduğu tehdide karşı temkinli davranmak istedikleri de bir gerçek.
İran destekli Husilerle yıpratıcı bir savaş veren Suudi Arabistan için birkaç yıl önce Husiler tarafından petrol tesislerine yapılan saldırıların hatırası hâlen oldukça taze. İranlıların, Suudi petrol altyapısını vurmakla tehdit etmesi ihtimali başlı başına bir endişe kaynağı.
israil durdurulmazsa tüm Arap şehirlerini vuracak
Öte yandan israil konusunda ciddi bir tedirginliğin söz konusu olduğu da bir gerçek. Daha önce israil ile normalleşme adımı atan Körfez ülkeleri (Bahreyn, BAE) ve bu yönde kendisinden uzun süredir adım beklenen Suudi Arabistan, geleneksel olarak bir numaralı tehdit olarak gördükleri İran kadar, artık kendisini durduracak hiçbir güç kalmayan, doludizgin saldırılarına devam eden israil tehdidini de daha ciddi olarak hesaba katmak durumunda. Katar Uluslararası İşbirliğinden Sorumlu Devlet Bakanı Lulwah el Hatir’in sosyal medyada yaptığı paylaşımda, israili “sınır tanımayan bir canavar” olarak nitelendirip, “israil işgalini bugün durdurmazsak yarın savaş yalnızca Gazze ve Beyrut’u değil tüm Arap şehirlerini vuracak” sözleri de önemli bir uyarı niteliğinde.
israilin nükleer tesisler bir yana İran'ın petrol tesislerini de vurmayı düşündüğüne dair çıkan haberler, Körfez ülkeleri için başlıca tedirginlik kaynaklarından biri. Bu açıdan bakıldığında İran’ın durdurulmasını ve dizginlenmesini her zaman isteyen Körfez ülkeleri, israilin durdurulamaz ilerleyişi ve topyekûn bir zaferinin neticelerinden de korktukları oldukça hassas bir dönemden geçiyor.
Son olarak Katar’da toplanan KİK bakanları, Hamas ile israil arasında bir ateşkesin krize çözüm olacağı argumanını tekrarladı. Ancak israilin, Katar'ın kilit muhatabı Hamas’ın lideri İsmail Haniye’yi öldürmesi, Doha yönetiminin bunu başarma umutlarına da ağır bir darbe vurdu. Kaldı ki, artık Lübnan’ı da yakan ve başka yerlere de sıçramasından korkulan ateşin, Gazze’deki muhtemel bir ateşkesle söneceği de şüpheli.
Gazze’den sonra Lübnan cephesi için de Körfez ülkeleri, israili ülkenin egemenliğine saygı göstermeye ve ateşkesi kabul etmeye çağırdı. Bununla birlikte hiçbiri, İran'ın israile saldırısını desteklemedi. Bu da tırmanması muhtemel bir İran-iarail çatışmasında ‘mutlak tarafsızlık’ konusunda güvence verdiklerine dair çıkan haberleri destekliyor.
Ne İran’ın ne de bölgedeki vekillerinin güçlenmesini hiçbir Körfez ülkesi istemiyor. Ancak gelinen noktada israilin dizginlenemez saldırganlığı devam ederse Körfez ülkeleri zorlu bir ikilemle karşı karşıya kalabilir: Bir yandan İran'ın etkisinin uzun vadede zayıflamasıyla bölgede sadece israilin hüküm sürdüğü, kendisini durduracak hiçbir güç olmadan her istediğini yaptığı tehlikeli bir boşluk oluşabilir. Diğer yandan mevcut durum, Körfez ülkeleri için İran'ın zayıflığından faydalanmak ve İran destekli devlet dışı aktörleri geri püskürtmek için bir fırsat da olabilir.
Körfez ülkeleri Trump’ı destekliyor
2019’da Körfez’in önde gelen ülkeleri, dönemin ABD başkanı Donald Trump'ın Tahran’a karşı ‘maksimum baskı’ kampanyasını hararetle desteklemişti. Bu açıdan bakıldığında söz konusu ülkelerin yeni bir Trump döneminden yana olduklarını tahmin etmek güç değil.
Öte yandan Suudi Arabistan ile İran arasında Mart 2023’te Çin’in arabuluculuğunda başkent Pekin’de varılan uzlaşma ile yeni bir sayfa -en azından görünürde- açılmış, iki ezeli düşman arasında soğuk bir barış sağlanmıştı. Suudi Arabistan 11 yıl sonra ilk kez İran Cumhurbaşkanı'nı ağırlamış, İranlı hacıların Mekke ve Medine'ye seyahat etmelerine izin vermişti. Yıllardır anlamlı bir kazanım elde edemediği ve adeta saplandığı Yemen’de Husilerin sınırdan Suudi Arabistan'a füze fırlatmasını önlemek için İran'ın desteğini alma umudu da bu süreçte etkili olmuştu. Tahran'ı bölgesel güvenlik mimarisinin tamamen dışında tutmayı amaçlayan önceki yaklaşımın ters tepmesi, yeni bir yaklaşımı zorunlu kılmıştı. İronik olarak, yıllar önce Katar’a abluka uygulayan Körfez ülkelerinin argümanlarından birinin de Doha’nın İran’la olan çok yakın ilişkileri olduğunu hatırlatalım.
İran konusunda geleneksel bir endişe ve tehdit algısı sürerken, Batı’nın da sonsuz desteğini alan israilin genişleyen saldırılarının istikrarsızlaştırıcı etkisi de Körfez için ayrı bir tehlike. Bu noktada son yıllarda israille normalleşme yoluna gitmiş -ve gelecekte gitmeyi düşünen- Körfez ülkelerinde dahi ciddi sorgulamalar ve rahatsızlıklar söz konusu.
Savaş felâket demek
Körfez’de pek çok liderin Hizbullah’tan ve Nasrallah’tan hazzetmediği, hatta Nasrallah’ın ölümünü gizli bir memnuniyetle karşıladığını söylemek kehanet olmaz Ancak şu an için öncelikli kaygı topyekûn bir İran-israil ya da İran-ABD savaşından kaçınmak. Zira bunun neticeleri, İran’ın veya Hizbullah'ın yarattığı tehditten çok daha ağır olabilir. Mevcut durum, ekonomilerini ve güvenliklerini de ilgilendiren daha geniş bir bölgesel savaşa dönüşme riski taşıdığından KİK için ciddi bir endişe kaynağı.
Bu noktada KİK ülkeleri İran'la ilişkilerini yakın zaman önce normalleştirmenin avantajını görüyor diyebiliriz, zira bu sayede söz konusu ülkeler, israil-İran arasında tırmanan çatışmanın potansiyel etkilerinden şu ana kadar nispeten korundu. Bu normalleşme, çapraz ateşte kalmaktan kaçınmalarını sağlayarak artan bölgesel gerilimlerin ortasında bir siyasi koruma kalkanı sundu. En azından şimdilik…
Ancak Körfez'deki hayâtî petrol ve gaz tesislerinin İran'a yakınlığı, gerilimin uzun vadede devam etmesi halinde bu tesisleri saldırılara açık hale getiriyor. İran-KİK ilişkilerinde son dönemde yaşanan iyileşmeye rağmen İran'ın KİK'i ABD'nin bölgedeki stratejik varlığının ayrılmaz bir parçası olarak görmeye devam ettiği kabulü de halen yaygın.
Körfez perspektifinden bakıldığında geçtiğimiz yıllar boyunca ABD, eylemleri veya eylemsizliği ile İran'ı cesaretlendirdi ve bölgesel gerilimlerin tırmanmasına izin vererek bölgedeki çıkarlarını da tehlikeye attı. Özellikle 5 Kasım seçimi sonrası ABD’nin İran’a yönelik politikasının nasıl şekilleneceği de bundan sonrası için belirleyici bir unsur olacak gibi görünüyor.
- Ekim ayında öne çıkanlar
- * 2 Ekim: İran'dan israile misilleme
- İran israile yüzlerce füze fırlatırken, en azından bir kısmı israile düştü. Bu, Nisan ayında israile yüzlerce füze ve insansız hava aracı gönderen İran’ın bu yıl israile karşı ikinci saldırısı oldu. israil güçleri İran’ın 180 dolayında füze fırlattığını açıkladı. Askeri yetkililer, saldırıda bazı yerlerin isabet aldığını teyit ederken, İran Devrim Muhafızları (IRGC) ise ilk kez sesten hızlı füzelerin fırlatıldığını ve %90 oranında isabet sağlandığını iddia etti.
- * 13 Ekim: israil, Lübnan'da BM Barış Gücü tesislerine baskın düzenledi
- israil ordusu, Lübnan'ın güneyindeki Birleşmiş Milletler (BM) Barış Gücü tesislerine baskın düzenleyerek, tesisin kapılarını tanklarla tahrip etti.
- BM Lübnan Geçici Barış Gücü'nden (UNIFIL) yapılan yazılı açıklamada, sabah erken saatlerde Ramya kasabasındaki BM güçlerinin, Mavi Hat'tan Lübnan'a geçen 3 gruptan oluşan israil gücününü tespit ettiği belirtildi.
- israil ordusu ilk olarak 10 Ekim’de UNIFIL askerlerine ateş açmış, UNIFIL askerlerinin bulunduğu gözetleme kulesini tank atışlarıyla hedef almıştı. Saldırıda iki barış gücü askeri yaralanmıştı.
- Ardından 12 Ekim’de aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 34 ülke ortak bir bildiri yayınlamış ve israilin UNIFIL’e saldırılarını kınamıştı.
- * 17 Ekim: Hamas lideri Yahya Sinvar İsrail saldırısında hayatını kaybetti
- Hamas'ın Siyasi Büro Üyesi Halil el-Hayye, hareketin lideri Yahya Sinvar’ın Gazze’de İsrail askerleriyle girdiği çatışmada hayatını kaybettiğini duyurdu.
- Açıklamasında, Sinvar’ın israil saldırısında şehid olduğunu söyleyen Hayye, Sinvar'ın yılmadan öne çıktığını, ön saflarda çarpıştığını ve savaş pozisyonları arasında hareket ettiğini belirtti.
- israil güçleri tarafından paylaşılan videoda son anları gösterilen Sinvar’ın kendisine yaklaşan drone'a tahta sopa fırlatması dünya gündemine otururken, söz konusu video, Sinvar’ın saklanarak değil savaşarak hayatını kaybettiğini gözler önüne sermiş oldu.