İlaç sektörünü kim dizginleyecek?
Bugün sadece ABD’de yıllık 32 milyar dolar kazanan bir sektörden bahsediyoruz. Roche ceza yediğinde bu rakam 20 milyardı. Kesilen 500 milyon dolarlık cezanın devede kulak olduğunu görebildik mi? Bütün bu göstermelik cezalar, aynı zamanda ilaç şirketlerinin devletler ve uluslararası sistem üzerindeki gücünü göstermiyor mu?
Bu yazı 11 Mayıs 2020 tarihinde, Gerçek Hayat dergisinin 1020. sayısında yayınlanmıştır.
- “Tabibe yaraşan, zenginleri tedavi ettiği gibi fakirleri de tedavi etmesidir. Bize de aynen Hakîm Galen’in tuttuğu bu yolu takip etmek düşer”
- Ebu Bekr Razi - Tabibin Ahlakı
3 Aralık 2013’te Financial Times gazetesi, “İlaç markasını korumak: İtibarı onarma, güveni yeniden inşa etme” başlığıyla bir panel düzenledi. Panele davet edilen konuşmacılar arasında sektörün önde gelen isimlerinden Roche ilaç şirketinin eski CEO’su William Burns ile Bayer’in o zamanki CEO’su Marjin Dekkers de bulunuyordu. Konuşma sırası Dekkers’e geldiğinde şunları diyecekti.
“Hayır, Hindistan bizim için alışılmadık bir durumdu. Patentimiz sorgulanmadı, diğer şirketlerin patentleri sorgulandı. Hindistan hükümeti bize dedi ki: Hayır, sizin patentiniz geçerli. Bu ürün böbrek ve karaciğer kanseri için üretilmiş. Sizin patentiniz geçerli ama çok fazla ücret istiyorsunuz. Bu yüzden Hindistan'daki bir şirket adına zorunlu lisans çıkarmanız gerekiyor. Bu şirket ilacı imal edip düşük fiyattan satacak. Siz de kazançtan yüzde 6 patent hakkı alacaksınız. Bu bir hükümet kararıydı. Patent bize aitti ve başka birine bu ürünü imal etme izni verildi. Neymiş? Yoksul Hintliler bu ilacı satın alamazlarmış. Hindistan'a hiç gittiniz mi, bilmiyorum. Çok fazla yoksul Hintli var. Hastaneler de (burada gülüyor) yaşadıkları yere o kadar yakın değil. Bu son derece siyasi bir karar ve ben buna hırsızlık derim. Şimdi, bunun iş modelimiz üzerinde büyük bir etkisi olacak mı?
- Hayır, çünkü dürüst olalım, biz bu ürünü Hindistan pazarı için geliştirmedik. Bu ürünü satın alma gücüne sahip Batılı hastalar için geliştirdik. Kanser tedavisinde kullanılan pahalı bir ürün bu. Şu durumda yayılma riskini biliyorsunuz. Eğer Hintli şirket bu ürünü satmaya başlarsa çarçabuk yayılacak, Güney Afrika’dan Yeni Zelanda’ya bir pazar oluşacak. Bu da tüm ilaç sektörünü, ilaç sektörüne ait patent hakkını tehlikeye atacak.”
Batılı Zengin Yaşasın, Başkaları Ölsün
Bahis konusu olan ilacın adı Nexavar idi. Kanser hastaları için üretilmişti. Ve bu ilacı üreten şirketin tepesindeki adam aynen böyle diyordu: “Bu pahalı bir ürün ve biz bunu yoksul Hintliler için değil, Batılı zenginler için ürettik.”
Evet, ürün gerçekten pahalıydı. Asyalı, Afrikalı fakirlerin değil ancak Batılı zenginlerin satın alabileceği cinsten. Bayer şirketi, ilacı kullanan bir kanser hastasından tam 96 bin dolar kazanç sağlıyordu. Oysa Hindistanlı şirketin aynı ilaçtan kazancı sadece 177 dolardı.
Buyrun, bu da Marjin Dekkers’in 2017 yılında Unilever’in başına geçince verdiği mülakat. Bakın, bu kez ne diyor:
- “Şirketler, inanıyorum ki sosyal sorumluluk alanında şu anda yapılandan daha iyi işler yapacaktır. Şirketler bu şekilde düşünmek durumunda. Bu düşünce tarzı, şu anda baskı altında bulunan büyük şirketlerin itibarına ve güvenilirliğine yardımcı olacaktır.”
Dünyanın dört bir yanındaki fakir kanser hastalarının ölmesini umursamayan, sadece kazanacağı parayı düşünen bir ilaç fabrikası CEO’sundan dört yıl içerisinde sosyal sorumluluk gurusuna geçiş, demek ki bu kadar basit olabiliyor.
Sektörde Temiz Şirket Kaldı Mı?
İlaç sektöründeki skandallar ne Bayer şirketiyle sınırlı, ne de sadece kanser tedavisinde mevcut. Habis bir tümör gibi hemen her alana sirayet etmiş bir durumdan bahsediyoruz. Size bu kez Roche şirketinin yaptığı büyük vurgundan bahsedeceğiz. Dünya ilaç sektörünün lokomotif şirketlerinden Roche’un, ABD'de yayınlanan Multinational Monitör dergisi tarafından 90’lı yılların en kanun tanımaz şirketi olarak ilan edildiğini biliyor muydunuz? Peki, sebebi neydi bunun? Aç gözlülük...
Vitaminler üzerinde kartel oluşturup fiyatları gereksiz yere yükselterek haksız kazanç sağlama suçundan ABD adaleti, 1999 yılında Roche'a tam 500 milyon dolarlık ceza kesmişti. Bu, kartel davaları nedeniyle o zamana dek Amerikan hükümeti tarafından kesilen en büyük cezaydı. Karar metni şöyleydi:
- "Yaklaşık 10 yıl süresince faaliyet gösterdiği tespit edilen bu kartelin, vitamin haplarının satışı konusunda tüm karar alma mekanizmalarını en ufak ayrıntısına kadar kontrol ettiği tespit edilmiştir. Kartel üyeleri, düzenledikleri yıllık toplantılarda ilaçların hangi fiyatlardan satılacağı konusunda anlaşmaya varmışlar ve ellerindeki tüm istatistikleri birbirleriyle paylaşarak, yasadışı faaliyetlerinin düzenli olarak devam etmesini sağlamışlardır."
Roche'un başını çektiği kartel, 20 milyar dolarlık vitamin piyasasının yüzde 90'ını kontrol ediyor, fiyatları istediği gibi yükseltiyordu.
İş burada bitmedi. 2001 yılında bu kez AB adalet mekanizması Roche’a ceza yağdırdı. Tamı tamına 462 milyon avro. Gerekçe aynıydı: Dünya vitamin piyasasını tekel altına almaya çalışmak. Bunu Kanada'nın kestiği 48 milyon dolar izledi. Şirket öyle açgözlüydü ki, vitamin piyasası kesmemiş, bir de sitrik asit karteli oluşturmuştu. Bu işten de 14 milyon dolar ödeyip yakayı sıyıracaktı.
Cezalar Niye Caydırıcı Değil?
“Yakayı sıyırma” ifadesini kasıtlı olarak kullandık. Çünkü atılan manşetler, kamuoyunun dikkatini toplamda 1 milyar doları bulan cezaya çekip Roche’u “cezasını paşalar gibi ödeyip aklanan şirket” konumuna getiriyordu. Dahası, bütün suç şirketin üç üst düzey yöneticisine fatura edilmiş, kurumu aklama operasyonu başarıyla tamamlanmıştı.
- O zaman soru şu: Verilen cezalar, suçu tamamen önleyecek caydırıcı vasıfta mı? Bugün sadece ABD’de yıllık 32 milyar dolar kazanan bir sektörden bahsediyoruz. Roche ceza yediğinde bu rakam 20 milyardı. Kesilen 500 milyon dolarlık cezanın devede kulak olduğunu görebildik mi? Bütün bu göstermelik cezalar, aynı zamanda ilaç şirketlerinin devletler ve uluslararası sistem üzerindeki gücünü göstermiyor mu?
Bu arada Roche şirketinin aç gözlülüğünden ülkemizdeki Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK)’nun da nasibini aldığını belirtmeden geçmeyelim. NeoRecormon isimli kırmızı kan hücrelerinin yapımını teşvik eden hazır şırıngayı ecza depolarına dönemin fiyatıyla 88 milyon liradan veren şirket, aynı ilacı SSK hastanelerine 230 milyon liradan satmış ve ülkemizi bir yılda 11 trilyon lira zarara uğratmıştı.
İnsanları Kobay Olarak Kullanıyorlar
İlaç şirketlerinin günah galerisi, ucu bucağı olmayan karanlık bir dehlizi andırıyor. Bu kasvetli dehlizde neredeyse aklınıza gelebilecek bütün kötülükler mevcut. Onlardan birisi de şu kobay meselesi. Bilhassa geliş(e)memiş coğrafyalar bunun için biçilmiş kaftan. Asya’nın, Afrika’nın, Güney Amerika’nın insanları Batılı beyaz adamın sağlığı için âdeta bir deneme tahtası mahiyetinde kullanılıyor. Bu konuda birikmiş hayli literatür mevcut. Kısa bir internet araması bile pek çok gerçeği gözler önüne serecek mahiyette.
Amerikan Vanity Fair dergisinin Ocak 2011 sayısında çıkmış “Deadly Medicine / Ölümcül Tıp” adlı makaleden konuyla ilgili şu satırları sizler için aktaralım.
- “Santiago del Estero, Arjantin’in nüfusu bir milyonu bulan en fakir bölgelerinden biri. 2008 yılında 7 bebek aşı deneylerine sokuldu ve Amerikan klinik deneyleri literatüründe geçtiği şekliyle bir “ters vak’a” yaşandı, yani bebekler hayatını kaybetti. Synflorix isimli yeni bir aşının deneyleri esnasında bu ölümler gerçekleşti. Yeni aşı, zatürreye ve kulak enfeksiyonlarına karşı geliştirilmişti. Aşıyı geliştiren şirket ise kısaca GSK olarak bilinen, dünya ilaç sektörünün dördüncü büyüğü GlaxoSmithKline idi.
Bebeklerin aileleri eğitimsiz insanlardı, ne tür bir deneye maruz bırakıldıklarının farkında bile değillerdi. Yerel doktorlar aracılık yapmış, aileleri bebek başına 350 dolara test için ikna etmişlerdi. Şirketin yaptığı açıklamaya göre “ölüm oranı testlerin yapıldığı diğer bölge ve ülkelere kıyasla anormal değil”di.
Elbette bebeklere hiçbir bağımsız araştırma grubu tarafından otopsi yapılmadı. Hükümet tarafından vak’ayı araştırması için atanan isim ise Eyalet Sağlık Bakanı’nın kardeşi çıkacaktı.
Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’de ise klinik deneylere katılan 49 bebek can verdi. Deneyler Tüm Hindistan Tıp Bilimleri Enstitüsü tarafından organize edilmiş ve 30 ay sürmüştü. Bebeklere kan basıncını aşırı şekilde yükselten yeni bir ilaç verilmişti. Oysa bu tür ilaçlar, 18 yaş altındakiler için uygun değildi.
Hintli bir tıp dergisi editörü şöyle diyordu:
Bu deneyler, Batılı insanların hayatını uzatmak için yapılıyor, Hindistan için hiçbir faydası yok. Bizim çocuklarımızı kobay olarak kullanıyorlar.