İklim değişikliği: İtinayla her türlü algı işi yapılır

BAKİ M. TOP
Abone Ol

Orta atmosfer dinamikleri, atmosferik gelgitler ve ozon fotokimyası üzerine çalışmalarıyla tanınan 82 yaşındaki Amerikalı atmosferik fizikçi Prof. Richard Lindzen de aynı dertten mustarip. 200’den fazla bilimsel makale ve kitap yayınlayan Richard, yaşlılığına aldırmadan günlerini hâlâ iklim değişikliği hususunda alternatif düşüncelerini dinlettirmeye çalışıyor.

En son plandemi döneminde yaşadığımız “ayrı laf edeni yok sayma” tuhaflığı epey zamandır küresel ısınma ve iklim değişikliği meselesinde de var. “Bilimsel fikir birliği” dedikleri “farklı her fikre kapıyı kapatma” hâli tabiatıyla alternatif düşüncelere kendini ifade etme hakkı tanımıyor.

Sözde bilim adına gösterilen bu bağnazlık oldukça tehlikeli aslında. Çünkü bilim bir şeyin sadece bir yönüyle ilgilendiğinde orada hata yapma ihtimali de insanlığın o hatanın bedelini ödeme oranı da artar. Bugün siyasetçilerin, medyanın, çevrecilerin ve onların etkisine girmeye meyilli akademik dünyanın göremediği ya da görmek istemediği, bilimsel fikir birliği denilen hususun nicedir farklı tezleri yok sayan bir zorbalığa dönüşmüş olduğu.

Küresel ısınma bir felaket mi?

Yıllarca Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde Atmosfer Bilimleri Profesörlüğü yapmış, Emeritus ve Cato Enstitülerinde Kıdemli Araştırmacı olarak çalışmış Richard, küresel ısınma iddialarının söylendiği gibi felaket değil aksine faydaları olabilecek bir değişim olduğunu dahi söylüyor. Bu konuda yüzlerce delili olduğunu söylese de kemikleşmiş kesim bunları dinlemeye yanaşmıyor. Üstüne onu entelektüel açıdan “güvenilmez” ilân ediyorlar.

Genellikle insanlar alternatif laflar edenlere değil bir hususta baskın tarafta olanlara inanmayı tercih ederler. O yüzden de iklim değişikliği hususunda; kaydedilen en sıcak yılların son on yıllarda meydana geldiği, her türlü iklim aşırılığının yaygınlaştığı, mevsimlerin değiştiği, kutup ayılarının yok olduğu, Kuzey Kutbu’nun eridiği gibi mübalağalı iddiaların alıcısı daha fazla oluyor.

Aslında yoğun algı yönetimiyle zihinleri etkilenen çoğunluk hemen hemen her konuda bu tavrı sergiler. Bu, fikirleri benzeştirme çalışmalarında kullanılan “yüzde 97” kuralının işlediğinin delilidir de. Yani eğer bir konuda kesintisiz yüzde 97 oranında hemfikir olunduğu söylenirse, sıradan insanlar hipnotize edilmiş gibi o yüzde 97’nin içinde yer almaya meylederler. Konuya dair bir şey bilsin ya da bilmesinler bu tercihleriyle otomatikman bilimden, doğrudan, iyiden yana, hatta çağdaş, modern olduklarını düşünürler. Tabii ki bu düşünce bir süre sonra geriye kalan yüzde 3’ten kendilerini daha üstün, daha akıllı görme gibi bir yanılgıya da iter.

Aşıyı sorgulayan cahil sayıldı

Plandemi, yasaklar ve sıvıları konusunda da durum aynen öyle olmadı mı? Kovid aşısını sorgulayan herkes bilim karşıtı, gerici, çağdışı, cahil olmakla yaftalandı. Onlar yüzde 3’ün içinde yer alan, kafaları hurafeyle dolu, aşı ve bilim karşıtı yobazlardı. Yüzde 97 ise her gün ekranlara çıkarılan bilim adamları ve onlarla aynı düşünen güya akıllı insanlar.

Gerçekte var olmayan, manipüle edilmiş bu yüzdeye yönelim çoğunlukla psikolojiktir. Eğer art niyetli değilse, herhangi bir konuda bilgisine güvenmeyen ya da araştırmayıp hazır bilgiyi tercih eden herkes bu tür garanticiliğe meyleder.

Bu kuralın toplum içinde kolayca işlemesi açıkça üçkâğıtçılığa dayanır. Mesela iklim değişikliği konusunda en bilinen iddialar; atmosferdeki CO2 seviyelerinin arttığı, dünyanın ısındığı ve karbon ayak iziyle insanın bunda rol oynadığı üzerinedir. Eğer siz bu soruları bilim adamlarına sorarsanız, aklı başında olan hiç kimse bu iddiaları reddetmeyecek. Çünkü gerçekten atmosferde her zaman CO2 seviyesi artmaktadır, dünya ısınmakta ve insan bu değişimde öyle ya da böyle bir rol oynamakta.

İddia ettiği bir meselenin varlığını ispatlamak isteyen sistem, her zaman bilinçli olarak cevaplar üzerinde hemfikir olunacak sorular sorar. Oysa bir meselenin var olup olmadığı, anket düzeyinde soruların cevaplarıyla kanıtlanamaz. Evet, CO2 sürekli artmaktadır ama artış hızı ve miktarı ile bu artışın etkilerinin detaylıca sorgulanması gerekir. Dünyanın ısındığı doğrudur, fakat ne ölçüde ve ne kadar zaman içinde ısı değişimin yaşandığı sorusuna cevap aranmalıdır. İnsanın ısınmaya etkisi vardır ama bunun hangi ölçülerde olduğu ve payı detaylı araştırılmalıdır.

Cevapları evet ya da hayır olan soruları cevaplayanlardan yalnızca birkaçı, iklim değişikliği felaketine fanatik ölçülerde inanıyor olsa da bu sonuç pekâlâ iklim değişikliği hususunda yüksek oranda bilimsel bir fikir birliği olduğuna yorumlanır. Bir şeyi felaket olarak sunmak isteyenler bunu iyi bildiklerinden, anında meselenin varlığına inananların oranını kamuoyuna yüzde 97 olarak açıklarlar.

Sıcaklık kötü mü?

Isınma nedeniyle buzullar eriyor ve su seviyesi yükseliyorsa neden zenginler milyon dolarlık villalarını hâlâ okyanus sahillerinde inşâ ederler?

Oysa iş detaylandırıldığında mesela “iklim değişikliğinin ana itici gücü insanlardır” iddiasına, BM tarafından insan kaynaklı iklim değişiklikleri hususunu araştırmak için oluşturulan BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) dahi inanmamakta.

“Kayıtlardaki En Sıcak Yıllar” efsanesi de böyle. Basit bir iddia olmasına karşın sayısız yanlış anlama içerir. Zâten hâlihazırda var olan art niyetli anlayış, tartışmaya hiçbir zaman dürüst başlamaz. Daha başında tartışmayı; her ısınmanın ya da CO2 artışının “kötü” olduğu gibi saçma bir iddia üzerine oturtur. Bu ön varsayımların, doğru ve mantıklı olup olmadığının sorgulanmasına da izin vermez.

  • - Eğer sıcaklık çok kötüyse insanlar emeklilik günlerini neden soğuk yerlerde değil de sıcağı bol yerlerde geçirmek isterler?
  • - CO2 her halükârda kötüyse neden seralarda bitkilerin büyümesi için CO2 gübrelemesi yapılır?
  • - Isınma nedeniyle buzullar eriyor ve su seviyesi yükseliyorsa neden zenginler milyon dolarlık villalarını hâlâ okyanus sahillerinde inşâ ederler?

Üstüne üstük bu kadar yaygara koparılan “sıcaklık” da tam olarak ne ifade eder bileni yok. Söylenenlere bakıldığında, bunun ortalama yüzey sıcaklığı olması mümkün değil. Ölüm Vadisi ve Everest Dağı gibi iki farklı yerden ortalama sıcaklık almak, telefon rehberindeki telefon numaralarının ortalamasını almak kadar anlamsız. Bunun yerine farklı yerlerde uzun yıllar “sıcaklık anomalileri” (normalin dışındakiler) verilerinin toplanıp, ortalamasının alınması gerekir. California’daki Lawrence Livermore Laboratuvarı’nda Stan Grotch, dünya genelinde bunu yapmış ve önemli bir değişim bulmamış. Fakat kurnazlık bitmediği için bu sefer de Grotch’ın çalışmalarında önemsiz bulunan küçük değişiklikleri şeklen de olsa anlamlı göstermek için grafiklerdeki sıcaklık ölçeği on kat büyütülür.

Climategate skandalı ve veriler manipülesi

Buna benzer verileri manipüle etme girişimleri daha önce de yapıldı. Amerikan Meteoroloji Derneği›nin yakın tarihli bir çalışması; geçmiş kayıtlarla bir eşdeğerlik elde etmek için modellerde çok sayıda keyfi ayarlamalar yapıldığına dikkat çekmiştir.

ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi’nin Ulusal Çevresel Bilgi Merkezleri’nin eski direktörü Thomas Karl ve arkadaşlarının bir makalesinde de bazı ayarlamalar yapıldığı ifşâ oldu. Araştırmadaki sıcaklık duraklamaları, sürekli ısınmayla değiştirilmiş. Böylece sanki ısınma hiç durmamakta ve devamlı artıyor görünmekte.

Tabii ki bu tür kurnazlıkların asıl kaynağı, Kasım 2009’un sonlarında İngiltere’deki East Anglia Üniversitesi İklim Araştırma Birimi’ndeki bilim adamlarının, çalınıp halka açıklanan 1000’den fazla e-postasıyla ilgili “Climategate skandalı”dır. E-postaların İngiltere araştırma merkezindeki bilim adamlarının kanıtları tahrif ettiklerini gösteren bilgiler içerdiği iddiası hâlâ çürütülmüş değil.

Her hava çalışanı, neredeyse her gün her yerde aşırı olayların meydana geldiğini bilir. Normal olarak meydana gelen bu olayları iklim değişikliğine bağlamaya yönelik mevcut yönelim açıkça dürüst değildir. Doğrusu aşırı hava iddiaları, genellikle gerçekte olanın tam tersi iddialar olarak değerlendirilir. Bu durum çoğunlukla iyi bilinse de amaç, mümkün olduğunca korkutucu olmak ve gerçek durumun tam tersinin olduğuna insanları inandırmak olduğu için hep es geçilir.

Zâten algı yönetimi de böyle bir şey. Felaketler elden geldiğince büyütülmelidir ki felaketten beklenen sonuçlar en hızlı şekilde alınabilsin. Bu açılardan baktığımızda iklim değişikliği, tarihin en büyük algı operasyonlarından biridir demek hiç abartma değil.