Hamâsetten gerçeğe bozkurt sembolü

SÜLEYMAN ŞAHİN
Abone Ol

Hamâsetin en kötü yanı, sizi yavaş yavaş gerçeklerden uzaklaştırmasıdır. Gerçeklerden uzaklaştıkça akıl ve mantık devreden çıkar. Gerçek ile yalan arasındaki sınırı bir kez aştınız mı, bir daha ve bir kez daha aşmayı artık normal görmeye başlarsınız. Bu da sizi yalan cehenneminin tam ortasına değin sürükler. Bu durum kişi için felâkettir ama toplum için çok daha büyük bir felâkettir. Toplumun bir kişiyi kaybetmesi ne kadar kötü olsa da telâfi edilebilir. Toplumun toptan kendini kaybetmesinin ise telâfisi pek mümkün değildir.

UEFA 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası’nın son 16. turunda oynanan Türkiye-Avusturya maçında iki gol atarak maçı kazandıran futbolcu Merih Demiral’ın bozkurt işareti yapması, bir anda dünya çapında gündem oldu.

Alman İçişleri Bakanı Nancy Faeser’in sosyal medya paylaşımında "Aşırı sağcı Türklerin sembollerinin stadyumlarımızda yeri yoktur. Avrupa Futbol Şampiyonası'nın ırkçılık platformu olarak kullanılması kesinlikle kabul edilemez. UEFA'nın konuyu araştırıp yaptırımları değerlendirmesini bekliyoruz" demesiyle harekete geçen UEFA, haksız bir kararla Melih Demiral’a kritik çeyrek final maçı öncesi 2 maç ceza verdi. Bunun üzerine Türkiye, Ankara’daki Alman büyükelçisini Dışişleri Bakanlığı’na çağırdı.

Peşinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklaması geldi.

“Kimse Almanların formalarında kartal var diyor mu? Kimse kalkıp da Fransızların formasında horoz var, niye horozlanıyorsun diyor mu? Orada Merih heyecanını bu görüntüyle verdi. Bunun üzerine de malum Dışişleri Bakanlığımız bunların yetkililerini çağırdılar, gerekli adımlar da buna göre atılıyor."

Erdoğan aynı zamanda UEFA’nın haksız kararına tepki olarak Türkiye’nin çeyrek finalde Hollanda ile eşleştiği maçı izleme kararını ilan edip tribünlerdeki yerini aldı.

Bütün bu yaşananlar bozkurt sembolünün Türklüğü temsil edip etmediğini, bozkurt işareti yapmanın Türk tarihinde yeri olup olmadığını bir tartışma konusu haline getirdi. Herkes mevzuya ilişkin fikirlerini lehte yahut aleyhte beyan ederken, tarihi delillere atıfla meseleye ciddi bir derinlik getiren olmadığı için işbu yazıyı kaleme almak bir nevi vazife oldu.

İlk bozkurt efsanesi Hun devrinde

Öncelikle bozkurt sembolünü en erken tarihe indirenin tarihçi Erhan Afyoncu olduğunu söyleyerek söze girelim. Sabah gazetesinde yayınlanan 7 Temmuz tarihli “Kurt başlı tuğlar hâkimiyet alametiydi” başlıklı yazısında Afyoncu şöyle diyor:

“Türk tarihinin ve kültürünün sembollerinden bozkurt ilk defa Türk boylarından Wu-sun'lardan (U-sun) bahseden MÖ 170'li yıllara ait bir kayıtta geçer. Çin kaynaklarında şöyle anlatılır: Wu-sun kralının adı K'un-mo idi. Babasının, Hunların batısında küçük bir devleti vardı. Hunlar onlara hücum ettiler ve onun babasını öldürdüler. Küçük olan kralın oğlu K'un-mo'yu ise öldürmeyip canlı olarak otların içine attılar. Karga çocuğun üzerine doğru uçtu ve ona et verdi. Sonra da dişi bir kurt geldi ve çocuğu emzirdi. Hun hükümdarı buna şaştı ve onun Tanrı tarafından kutsanmış olduğunu düşündü. Onu otlar arasından aldırdı ve büyüdükten sonra ordusunda komutan yaptı. Hun ordusunda çok defalar başarı gösterdi. Bunun üzerine Hun hükümdarı K'unmo'ya kendi babasının halkının idaresini yeniden verdi.

Alman İçişleri Bakanı Nancy Faeser’in sosyal medya paylaşımında “Aşırı sağcı Türklerin sembollerinin stadyumlarımızda yeri yoktur. Avrupa Futbol Şampiyonası’nın ırkçılık platformu olarak kullanılması kesinlikle kabul edilemez. UEFA’nın konuyu araştırıp yaptırımları değerlendirmesini bekliyoruz” demesiyle harekete geçen UEFA, haksız bir kararla Melih Demiral’a kritik çeyrek final maçı öncesi 2 maç ceza verdi. Bunun üzerine Türkiye, Ankara’daki Alman büyükelçisini Dışişleri Bakanlığı’na çağırdı.

Çinli elçi Chang Ch'ien ise şöyle anlatır:

Ben Hunlar arasında bulunurken Wu-sun kralının adının K'un-mo olduğunu duydum. Wu-sun Kralı K'un-mo'nun babası Nan-toumi, başlangıçta Ch'i-lien ile Tun-huang arasında Yüe-chihlar ile birlikte oturuyorlardı. Yüe-chihlar onlara hücum ettiler. Nantoumi'yi öldürdüler. Böylece onların yerini ele geçirdiler. Bunun üzerine onların halkı da Hunlara kaçtılar. Wu-sun kralının oğlu henüz doğmuştu. Oğlanın hocası Pu-chiou Yabgu, çocuğu kolları arasına alarak kaçtı ve çalıların içine koydu. Onu beslemek için yiyecek aramaya gitti. Döndüğünde çocuğu bir dişi kurdun emzirdiğini gördü. Gagasında et parçası tutan karga da çocuğun çevresinde dolanıp duruyordu. Yabgu bunu görünce çocuğun kutlu olduğunu anladı. Onu alarak hükümdarın yanına gitti. Hun hükümdarı onu görünce çok sevdi, ağırladı ve büyüttü. Yüe-chihların öldürdüğü Wu-sun kralının oğlu yetişkin olunca, Hun hükümdarı babasının halkını ona verdi. Orduya general yaptı."

Afyoncu’nun naklettiği kısımda iki farklı hikaye mevcut. Birinde Wusunlara Hunlar, diğerinde ise Yüeçiler saldırıyor. İlk hikaye Çinlilerin meşhur Shih-chi kroniğinde, ikincisi ise Han-shu kroniğinde geçiyor. Bir de bunun Lun-hêng versiyonu var ki orada kurttan hiç bahis yok, sadece çocuğa et taşıyan kargalar mevcut.

Benzer efsane Göktürklerde var

Hunlardan 500 yıl sonra tarih sahnesine çıkan Göktürklerin kökeni de benzer bir efsaneye dayanıyor. Çin kroniği Chou-shu Göktürkleri şöyle anlatıyor:

Bütün bu yaşananlar bozkurt sembolünün Türklüğü temsil edip etmediğini, bozkurt işareti yapmanın Türk tarihinde yeri olup olmadığını bir tartışma konusu haline getirdi. Herkes mevzuya ilişkin fikirlerini lehte yahut aleyhte beyan ederken, tarihi delillere atıfla meseleye ciddi bir derinlik getiren olmadığı için işbu yazıyı kaleme almak bir nevi vazife oldu.

“Türk (Tu-küe), Hunların özel bir soyudur. Aile isimleri Aşina’dır. Önce Hunlardan bağımsız bir kabile kurdular ama daha sonra bir komşu ülkenin saldırısına uğradılar. On yaşında bir erkek çocuğu hariç bütün kabile kılıçtan geçirildi. Düşman askerleri çocuğun daha çok küçük olduğunu görüp onu öldürmeye kıyamadılar. Fakat ayaklarını keserek otlarla kaplı bir bataklığın içine attılar. Bataklığın içinde dişi bir kurt vardı, gelip çocuğu etle besledi. Böylece çocuk serpildi, büyüdü. Dişi kurtla ilişkiye girdi ve kurt ondan hâmile kaldı. Komşu devletin kralı gencin hâlâ sağ olduğunu duyunca onu öldürmeleri için adamlarını yeniden gönderdi. Gelenler gencin yanındaki dişi kurdu görünce, onu da öldürmek istediler. Bunun üzerine dişi kurt, Kao-çang (Turfan) devletinin kuzeyinde bulunan bir dağa sığındı. Bu dağda bir mağara vardı. Mağara üzeri otlarla kaplı, alabildiğine geniş bir ovaya açılıyordu. Yüzlerce li genişliğindeki ova dağlarla çevriliydi. Dişi kurt dağlara saklandı. Orada on erkek çocuk dünyaya getirdi. Oğlanlar büyüdü, mağaradan çıkıp dışarıdaki kadınlarla evlenerek çok sayıda çocuk sahibi oldular. Her nesil kendine bir soyadı koydu, biri de kendine Aşina dedi. Bu soy giderek çoğaldı ve yüzlerce aile oldu. Birkaç nesil sonra Ju-Juların tebaası olarak hizmet etmek üzere mağaradan çıkıp, Kin-şan’ların (Altayların) güney yamacında yaşamaya başladılar ve Ju-Ju’ların hizmetinde demirci ustası olarak çalıştılar. Kin-şan dağı bir miğfere benziyordu, onlar miğfere Türk (Tu-küe) dedikleri için kendilerine de Türk adını verdiler.”

Aryan iddiası doğru mu?

Wusun ve Aşina isimleri geçtiğinden dolayı bozkurt efsanesini Aryanlara bağlamak için Batılı tarihçiler bir yerlerini yırtadursun, Çin kaynakları gerek Wusunları gerekse Aşina olarak andıkları Göktürkleri bariz bir şekilde Hunlara bağlayarak daha ilk baştan bu mevzuyu tartışmaya kapatmış bulunuyor. Kendilerine delil yapmaya çalıştıkları Soğd diliyle kazınmış Bugut Yazıtı da tamamen aleyhlerine. Fakat öyle bir bağnazlık sarhoşluğu içindeler ki oradaki net ifade bile bu şaşkınları gerçeklerin dünyasına ayıltmaya yetmiyor.

Bugut Yazıtı.

Bugut Yazıtı şu cümleyle başlıyor: BU YASA TAŞINI TÜRK AŞİNA BOYUNDAN KRALLAR DİKTİ.

Yazıt Soğdca yazılmış ama Aşina soyunun Türk olduğu bilhassa vurgulanmış. Dahası, o kadar Türkçe yazıtın içinde Göktürklerin kendilerini bu şekilde andığına dair tek satır bile mevcut değil. Sadece Çin kronikleri ve Soğd dilindeki şu yazıt var. Üstelik hem Çinliler hem de yazıt “Türk, Türk” diye bas bas bağırıyor. Daha neyin peşindesiniz yahu! Bu meseleye dair söylenecek çok şey var da şimdilik bu kadar kâfi. Kısmetse başka bir yazıda uzun uzadıya, büyük bir keyifle kaleme alırız.

Kurt bir Hun totemi

Efsanelerden Aryancı tayfaya bir fayda yok. Türklerdeki kurt tasavvurunu bu efsanelere bağlamak ise başka bir saçmalık. Çünkü Hun kültürüne dair yapılan araştırmalar zaten bu efsanelerden ayrı olarak bir kurt totemine işaret ediyor. Farklı bölgelerdeki arkeolojik kazılarda av hayvanı motiflerinin yanı sıra Hunların hem kurt hem de ejder motifli kemer tokası kullandıkları biliniyor. 2011 yılında Almanya’nın Bonn Üniversitesi tarafından basılan ‘Hun Arkeolojisi’ isimli hacimli kitap, bu konuda gerekenleri söylüyor.

Efsanelerden Aryancı tayfaya bir fayda yok. Türklerdeki kurt tasavvurunu bu efsanelere bağlamak ise başka bir saçmalık. Çünkü Hun kültürüne dair yapılan araştırmalar zaten bu efsanelerden ayrı olarak bir kurt totemine işaret ediyor. Farklı bölgelerdeki arkeolojik kazılarda av hayvanı motiflerinin yanı sıra Hunların hem kurt hem de ejder motifli kemer tokası kullandıkları biliniyor. 2011 yılında Almanya’nın Bonn Üniversitesi tarafından basılan ‘Hun Arkeolojisi’ isimli hacimli kitap, bakın bu konuda neler söylüyor?

“Batı Moğolistan'ın Gov'-Altay aimag'ındaki Khirgist Khooloi'nin yanı sıra,

- Burkhan Tolgoi,

- Övörkhangai aimag'daki Tevsh Uul,

- Morin Tolgoi ve

- Ulaanbaatar yakınlarındaki Töv aimag'da yer alan Baruun Khairkhan gibi Moğolistan'daki diğer Hun mezarlıklarında köpekler bulundu. Bu köpeklerin tümü, insanlarla aynı şekilde yönlendirilmiş, hepsi sol tarafta ve bazıları tabutlarda olmak üzere özel ritüellerle gömülmüştü. Araştırmacılar genel olarak atın bir “nakil aracı” olduğunu, köpeğin ise daha çok öbür dünyada bir “rehber” olarak görüldüğünü düşünme eğiliminde. Köpek ve kurt bir "totem" olarak Hun telâkkisinde yerini alıyor ve bu roller geçmişten günümüze devam ediyor gibi görünüyor.”

Avrupa Osmanlı’yı da kurt olarak görüyor

Görüldüğü üzere kurt sembolünün Türkler açısından tarihi bir gerçekliği mevcut. Bu konuda şüpheye mahal bir vaziyet yok. Hatta bırakın Hunları, Göktürkleri, Osmanlı’nın son devirlerinde bile Avrupa Türkleri bozkurt ile sembolize ediyor. Bunun en bariz örneği İngilizlerin meşhur hiciv dergisi Punch’da Joseph Swain imzasıyla gördüğümüz 5 Mayıs 1877 tarihli karikatür. Bu karikatürde 93 Harbi olarak bildiğimiz savaş başlamış, Rus karakteri ayı postuna, Türk karakteri ise kurt postuna bürünmüş, ellerinde silahlar ile peşrev atıyorlar. İngilizler Rusların ayı ile temsil edildiğini bildikleri gibi, Türklerin de eski çağlardan bu yana kurt ile temsil edildiğini biliyorlar.

Bozkurt var da işareti var mı?

Hunlardan Osmanlı’ya gelinceye değin Türk tarihinde kurt sembolünü görebiliyoruz. Tamam da, Merih Demiral’in futbol maçında yaptığı bozkurt işaretinin böyle bir tarihi derinliği mevcut mu? İşte asıl meselemiz bu.

Önce Azerbaycanlı Hanım Halilova’nın söylediklerine bir bakalım:

Bozkurt işareti, MHP'nin işareti değil. Bu Türklük işaretidir. Rusların simgesi ayıdır, Fransızların horozdur, İngilizlerin aslandır, Türklerin simgesi bozkurttur. Başbuğ'a yani Alparslan Türkeş’e bunu ben öğrettim.

“Bozkurt işareti, MHP'nin işareti değil. Bu Türklük işaretidir. Rusların simgesi ayıdır, Fransızların horozdur, İngilizlerin aslandır, Türklerin simgesi bozkurttur. Başbuğ'a yani Alparslan Türkeş’e bunu ben öğrettim. 1992'de Azerbaycan'a geldiğinde Azadlık Meydanı'nda 1 milyon insan onu karşılamaya çıktı. Hepsi de bunu yapıyordu. Ortada ben, sağda Elçibey, solda da Türkeş Bey. Türkeş Bey sordu 'Bu ne işaretidir.’ Ben de 'Bu Göktürklerden gelen işarettir, bu bozkurt işaretidir. Bu Türklük simgesidir’ dedim. Başbuğ böyle yaptı, dedim ki 'Bunu metalciler yapar, böyle yaparsınız. Bu bozkurtun kulaklarıdır, bu da yüzüdür'. O da beni kucakladı, güldü, böyle sevindi."

Gagavuz Türkü olan Güllü Karanfil’in Halilova’yı teyit eden başka bir açıklaması var. O da gençken 1991 yılında Türkiye’ye gelmiş ve Türkeş ile karşılaşmış. Tıpkı Halilova gibi o da Türkeş’in bu işareti bilmediğini ve düzgün yapamadığını söylüyor. Demek ki Türkeş bir yıl sonra Bakü’ye gittiğinde gençler ile yaptığı bozkurt işaretini çoktan unutmuş. Yoksa orada bu işareti görünce o kadar afallamazdı. Her halükârda bu işaretin Türkiye’de pek de bir mazisi olmadığı anlaşılıyor.

Diğer yandan Halilova’nın “Bu Göktürklerden gelen işarettir, bu bozkurt işaretidir. Bu Türklük simgesidir” sözünün tarihi bir derinliğe işaret ediyor olması mümkün mü?

Bir kere devir Elçibey devri, Türkçü bir iktidar var. Baskıcı Sovyet rejiminden kurtulmuş, kendi kimliğini arayan yeni bir ülkeden bahsediyoruz. Böyle bir sembol MHP saflarında nasıl da çarçabuk yayılıp Merih Demiral sayesinde neredeyse bütün Türkiye’ye mâl olma yoluna girmişse, Türkçü bir iktidarı başa getirip kendi kimliğini arayan Azerbaycan’da çok daha hızlı yayılması kadar normal bir hâdise yok.

Mesele şu: Türkeş’i bozkurt işaretiyle karşılayan Bakü ahalisi, o tarihten 20 yıl önce bu işareti biliyor muydu? Aynı şekilde caddede, meydanda yapıyor muydu? Elimizde böyle bir veri yok. Halilova da buna dair tek bir imada bulunmuyor. Türkiye’de, Azerbaycan’da veya herhangi bir Türk coğrafyasında şu işaretin bırakın bin yıllık oluşunu, yüz yıllık sosyal bir tarihi olduğunu ispatlayan çıkabilir mi?

Sosyal medya mecralarında bozkurt işaretine delil olarak bazı resimleri fütursuzca paylaşanlar da bu iddialarını lütfen ciddi bir dergiye düzgün bir formatta gönderip yayınlatsınlar. Bu işler öyle ortaya karışık olmuyor. Bir işaretin sosyal tarihi olduğuna inanıyorsanız bunu dedikodu formatında değil adam gibi delillerle ortaya koyarsınız. Biz de o zaman sizi takdir ederiz.

Mesele şu: Türkeş’i bozkurt işaretiyle karşılayan Bakü ahalisi, o tarihten 20 yıl önce bu işareti biliyor muydu? Aynı şekilde caddede, meydanda yapıyor muydu? Elimizde böyle bir veri yok. Halilova da buna dair tek bir imada bulunmuyor. Türkiye’de, Azerbaycan’da veya herhangi bir Türk coğrafyasında şu işaretin bırakın bin yıllık oluşunu, yüz yıllık sosyal bir tarihi olduğunu ispatlayan çıkabilir mi? Bir işaretin sosyal tarihi olduğuna inanıyorsanız bunu dedikodu formatında değil adam gibi delillerle ortaya koyarsınız. Biz de o zaman sizi takdir ederiz.

Hamâset tehlikelidir

Hamâset bir toplum için belli zamanlarda işe yarayabilir. Fakat zamansız bir doz aşımıyla zehire dönüşme potansiyelini de her zaman içinde taşır. Arabanızla yolda giderken sürekli gaz pedalına basmak gibi düşünün. Ayağınızı gaz pedalından gerektiği yerde çekmezseniz bir yere toslamanız kaçınılmazdır.

Hamâsetin en kötü yanı, sizi yavaş yavaş gerçeklerden uzaklaştırmasıdır. Gerçeklerden uzaklaştıkça akıl ve mantık devreden çıkar. Gerçek ile yalan arasındaki sınırı bir kez aştınız mı, bir daha ve bir kez daha aşmayı artık normal görmeye başlarsınız. Bu da sizi yalan cehenneminin tam ortasına değin sürükler. Bu durum kişi için felâkettir ama toplum için çok daha büyük bir felâkettir. Toplumun bir kişiyi kaybetmesi ne kadar kötü olsa da telâfi edilebilir. Toplumun toptan kendini kaybetmesinin ise telâfisi pek mümkün değildir.

Sözün özü, bir şeyi sahipleneceksek öncelikle buna değer olup olmadığını, sosyal bir gerçek mi yoksa sonradan uydurulan bir yalan mı olduğunu bilmemiz gerekiyor. “Önce sahiplenelim de, gerçek miymiş sonra bakarız” derseniz sahici bir millet olma vasfından çıkar, sahte bir millet olmaya doğru yola koyulursunuz. Bu iş yanlış otobana girmeye benzer. Belki farkına varır, geri dönmeye kalkarsınız ama vızır vızır işleyen bir otobanda bunun bedeli ağır olur.