“Gülokrat” AYM’ciler rahatsız!AYM eliyle “Gülokrasi” mi kurulacak? Geçiniz!
Anayasa Mahkemesi Türkiye’nin güvenlik altyapısını yerle bir eden kararlara imza atıyor. MİT TIR’ları ihaneti, Gezi olayları, Enis Berberoğlu kararı gibi. Aldığı her karar terör örgütlerine nefes aldırıyor. “Yargı Aktivizm”inin sembolü olan bu kararlarla âdeta Jüristokrasi’yi yani ‘Yargıçlar Yönetimi’ni, yani aslında GÜLokrasi’yi kurmaya çalışıyor.
PKK, “Ateşin Çocukları” adıyla onlarca şehirde peş peşe yangınlar çıkardı. “Yakma” eylemleriyle hem ormanlar hem de sosyal medya alevlenmişti, tam söndü derken Anayasa Mahkemesi üyesi Engin Yıldırım “ışıklar yanıyor” çıkışıyla kaosun fitilini tekrar ateşledi. Ateşin Çocukları yakıyor, “Işık”ın çocukları ise darbe ile tehdit ediyordu.
“Ateş” Zerdüşt’ler için kutsî bir nesne. Aslında güneşe tapıyorlar; ancak kış döneminde güneşin mukaddesliği inançlarına göre ateşe geçiyor. Nevruz’da ise üzerinden atlanarak “ateş” döneminin bitip, “güneş” döneminin başladığı sembolik olarak gösteriliyor. Yine o topraklarda “Ateşin Çocukları” ifadesi, cin ve şeytanları tanımlıyor. Bu kelime de PKK’nın kendini dayandırdığı bir başka inanç sistemi olan Ezidiliği sembolize ediyor. Ezidiler “Melek Tavus” dedikleri İblis’e ibadet ediyorlar ve onu memnun etmek için eleştirenlere zarar vermeleri gerektiğine inanıyorlar.
“Ateş”le birlikte “ışık” da mitolojik bir kavram. O da “Lucifer”i yani “İblis”i temsil ediyor. Lucifer, “Tanrı’dan ışığı alıp getiren” mânâsında ve olumlu mânâda kullanılıyor özellikle masonlar arasında. (Bu arada Zerdüşt de “ışığı getiren” demek). “Aydınlanma” felsefesinin altında da “insanoğlunun tanrı inanışından koparak aydınlanması” fikri yatıyor. Masonlar arasında ve FETÖ’de “ışık” son derece merkezi bir terim. Bir mason olduğu belgeler ve Üzeyir Şenler’in TRT’de yayınlanan şahitliği ile tescillenen Gülen, tüm masonik sembolleri olduğu gibi “ışık”ı da örgüt kurumlarında, “ışık ev”lerinde ve kitaplarında çokça kullanıyor.
“Işıklar yanıyor” ne demek?
Gazeteci Kurtul Altuğ, Engin Yıldırım’ın kullanıp da daha sonra “kıvırmaya” çalıştığı “ışıklar yanıyor” ibaresiyle ilgili iki kitap yazdı. Darbeler dönemini anlatan ilki, “Genelkurmay’ın ışıkları yanıyordu” başlığını taşıyordu. Ergenekon-Balyoz operasyonları sonrasında da “Genelkurmay’ın ışıkları söndü” başlıklı başka bir kitap yazdı. İkinci kitabında jakoben “damar”ın tasfiye edildiğini düşündüğü için “üzgün”dü. “Işıkları yanıyor” ibaresi çok açık şekilde “ara rejim özlemlilerinin, sivil siyaseti korkutmak, kimyasını bozmak ve korkakları hedef siyasetçiden uzaklaştırmak için kullandığı bir algı yönetimi cümlesidir. AYM’ye Abdullah Gül tarafından atanan Engin Yıldırım, içine düştüğü rezil durumdan lafı çevirerek ve herkesi aptal(!) yerine koyarak kurtulmaya çalıştı. Ancak kendisi artık suçüstü olmuş bir “ışık”çı ve “sıvacı”.
Jüristokrasi-gülokrasi artık ‘yemez’!
Anayasa Mahkemesi Türkiye’nin güvenlik altyapısını yerle bir eden kararlara imza atıyor. MİT TIR’ları ihaneti, Gezi olayları, Enis Berberoğlu kararı gibi. Aldığı her karar terör örgütlerine nefes aldırıyor. “Yargı Aktivizm”inin sembolü olan bu kararlarla âdeta Jüristokrasi’yi yani ‘Yargıçlar Yönetimi’ni, yani aslında GÜLokrasi’yi kurmaya çalışıyor.
AYM: ‘Üst akıl’a selam, yola devam
27 Mayıs’ı yapan cuntacılar, ‘ne yapacağız’ diye sorduklarında anlı şanlı “anayasa” profesörleri, ‘Paşam siz yapacaksınız, biz hukuka uyduracağız’ dediler ve selam durdular.
Bağımsız ve bağlantısız olması gereken anayasa mahkemesi heyeti ile diğer yüksek yargı mensupları muktedirlere ‘selam’ verip, yoluna devam etti yıllarca: ‘Paşa’ya selam’, ‘Locaya selam’, ‘Hoca(!)’ya selam’ ve bir dönem de ‘Dede’ye selam’ diyerek yönlendirdiler hukuku ve sivil siyaseti.
‘Paşa’ya selam’
Aslında ‘Paşa’ya Selam’ı anlatmaya gerek var mı? Yaşı müsait olanlar 28 Şubat 1997 döneminde yaşanan rezaletleri çok rahat hatırlayacaktır. AYM ve Yargıtay’ın başını çektiği hukuksuzluklarla meşru Refahyol Hükümeti devrilmişti. Genelkurmay’da yargı mensuplarına ‘irtica brifingleri’ verilmiş, hiçbir yargı mensubu bu duruma itiraz etmemiş ve hatta cuntadan gelen talimatları “paşa paşa” -pardon “yargıç yargıç”- uygulamıştı.
“İrtica Brifingi”nin ilki 10 Haziran 1997'de Genelkurmay Orbay Salonu'nda düzenlenmiş, yüksek yargıç ve hâkimler otobüslerle Karargâh'a taşınmıştı. Yaklaşık 400 yargı mensubunun katıldığı ilk günkü brifingde protokolde oturanlar arasında Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden, Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, Yargıtay Başkanı Müfit Utku, Danıştay Başkanı Füruzan İkincioğulları ve daha sonra Yargıtay Başsavcısı olacak Sabih Kanadoğlu bulunuyordu.
Büyükanıt: bir takım kurumlar görevini yapsın!
27 Nisan 2007: 25 Nisan’da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turu yapılmış, Sabih Kanadoğlu, 367 ucubesini uydurduğu Anayasa Mahkemesi desteklediği için cumhurbaşkanı seçilemiyordu. 27 Nisan’da Genelkurmay’ın sitesinden e-muhtıra verildi. Ancak Ak Parti dik durdu, hemen seçim kararı aldı ve ezici bir çoğunlukla iktidara geldi. MHP’nin tavır değiştirmesiyle 367 kararı aşılabildi. Cuntacılar kızmıştı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, ‘Birtakım kurumlar görevini yapsın' diye konuştu. Bu sözün hedefi ‘beyaz eldiven ve apron’la iş görecek ve parmak izi bırakmayacak yargıyı harekete geçirmekti.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, tamamı uyduruk ve internetten hazırlanmış iftiralarla iktidardaki AK Parti’ye kapatma davası açtı. Şaka gibiydi; ama oldu.
Paksüt Org. Başbuğ’la görüştü!
AK Parti'ye açılan kapatma davasından önce dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ ile Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt gizlice görüşmüştü. AYM ‘teamüllerine’ göre bu normaldi zaten!
----------------------------------------------------------------
‘Dede’ye selam!
Adalet Bakanlığı’nda ve yüksek yargıda, TSE (Tunceli-Sivas-Erzincan) kadrolaşmasının bânîsi SHP’li Mehmet Moğultay, 1995 yılındaki İstanbul kongresinde, bu kadrolaşmayı şöyle itiraf ediyordu:
“Hükümetten 5 bin kişilik kadro çıkardım. Bu kadroları örgütüme vermeyip de MHP'ye ve RP'ye mi verseydim? Yapılacak en akıllı hareket, kendi devr-i iktidarında örgütleneceksin, kadrolaşacaksın. Bu kadrolar günün birinde gelecek, birleşecek ve senin önünü açacak.”
- “Dede’ye Selam” olarak tanımlayabileceğimiz o kadrolaşmalar sonrası yüksek yargıya “mezhepçi” olduğu ileri sürülen birçok isim yerleşmişti.
‘Büyükelçi’ye selam’
Ecnebi büyükelçi sevgisinin ve onlardan tasdik-himaye görme ihtiyacının kökenlerini Ahmet İhsan Tokgöz’ün Matbuat Hatıralarım eserinde buluyoruz. 2. Meşrutiyet ilan edildiğinde yani Kanun-i Esasî, yani “Anayasa” tekrar mer’iyete konduğunda Sirkeci garına gelen İngiliz Elçisi Gerard Lowther’e “anayasa” için medyuniyetini ifade eden Osmanlı aydını bakalım nasıl bir sevgi gösterisinde bulunmuş:
- "1908 inkılâbında aydınların ruhunda derin bir İngiliz sevgisi vardı ve bu o kadar yüksekti ki 1908 Temmuz’unun 30’unda İstanbul'da bulunmayan İngiliz elçisi Lowther, şehrimize döndüğü zaman, Sirkeci istasyonunu baştanbaşa doldurmuştuk. Elçiyi candan ve gönülden alkışlıyorduk. Sonunda coşkun gençler elçinin arabasını çeken atları söktüler, arabayı kendi kollarıyla çektilerdi!"
AYM başkanı Kılıç, Jeffrey ile gizlice ne görüştü?
19 Haziran 2009’da Amerikan Büyükelçisi James Jeffrey, Haşim Kılıç’ı makamında ziyaret ediyor. İade-i ziyaret ise 29 Ocak 2010’da büyükelçinin “konut”unda gerçekleşiyordu. Kamuoyu olarak bu bilgiyi biz ancak Wikileaks belgeleri yayınlandığında öğrenebiliyorduk. “GİZLİ” ibareli ve 23 Haziran 2009 tarihli ilk “telgraf”ın 3 No’lu paragrafında FETÖ’nün hâmîsi olan Kılıç’ın, “ABD’ye teşekkür ettiği” yazılıyordu.
‘Hocia’ya selam’
Kim ki önemli bir “rütbe” takıyor, o rütbe mutlaka FETÖ elebaşı Gülen tarafından kutsanıyordu. İstanbul’da bulunduğu süreçte Altunizade FEM’in 5. Katı’nda o rütbe ve terfiler için özel tören yapılıyordu. Bu askeriyede de, mülkiyede de, yargıda da böyleydi. 12 Eylül 2010 referandumu sonrası 6 bine yakın üyesini yüksek yargıya sokan FETÖ, kısa sürede Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’daki en önemli köşeleri ele geçirmiş, kendisine rakip olacak hukukçuları isimsiz ihbar mektupları ve sahte belgelerle tasfiye etmişti. “Hocaya Selam” dönemi Ergenekon ve Balyoz davalarının tasdiki sırasında en haşmetli dönemini yaşadı.
FETÖ’nün AYM’si mi?
AYM’deki FETÖ etkisini çok iyi bilen FETÖ’cü Zaman gazetesinin “yargı” muhabiri Ayşenur Parıldak, Twitter hesabından (@sosyalmunzevi-25 Nisan 2014), Anayasa Mahkemesinin Yüce Divan salonundaki kendi fotoğrafını paylaşmış, "Fotoğrafa iyi bakın. Bir dahakine ne amaçla geliriz, bilinmez" diye yazabilmişti.
Şımarıklık o düzeydeydi. Anayasa Mahkemesi eski raportörü Doç. Dr. Emir Kaya’nın 2014 yılında yaptığı ifşaatlarda ortaya konduğu gibi AYM o dönem “Fetullah’ın Çiftliği” gibi idi. Başkan Haşim Kılıç, FETÖ’cülerle uğraştığı ve rapor ettiği için Kaya’yı AYM’den kovmuştu. AYM üyelerinin ve raportörlerin yüzde 70’i FETÖ iltisaklıydı. Çıkacak önemli kararları önce Gülen’e ulaştırıyorlardı.
‘Gerekirse hâkim de satın alacaksınız!’
Fetullah Gülen’in “tuzluk” milletvekilleri olduğunu 17-25 Aralık sonrasında Süleyman Hamit Müftigil’in medyaya düşen ses kayıtlarından öğrenmiştik. Ancak, zaman geçtikçe Gülen’in tuzluk “hâkim” ve “savcı”larının olduğunu da gördük. Youtube’da hâlen duran o konuşmasında Gülen bakın ne diyordu:
“Orada icabında mahkemenin altını üstüne getireceksin, avucuna alacaksın. Arkadaşlara diyorum ki, bin döktüreceksin belki geriye biri dönecek. Bu dershaneleri üstad, destekleriz yani. Bir milyar vereceksiniz, on milyarlık tazminat davası alacaksınız, önemli olan mahkûm etmektir yani. Avukat da kiralayacaksınız, hâkim de kiralayacaksınız!”
Merhum Kadir Mısıroğlu 2010 referandumundan sonra atanan “üye”ler için ne demişti?
- “Anayasa Mahkemesi biraz değişti. Ancak ben inanıyorum ki Abdullah Gül’ün tayin ettiği 6 kişinin 6’sı da Fetullahçı! Hiç şüphe etmiyorum!”
Hilekâr AYM, refah’ı nasıl kapattı?
Türkiye’de “anayasa hukuku” konusunda teorik eğitim veren çok yer var ancak konu pratiğe geldiğinde ne ahlak kalıyor ne “etik”! Osman Bölükbaşı’nın dediği gibi en bâkiresi ve namuslusu “oradan” emekli isimler, Türk hukuk sisteminin de “o yola” düşmesine sebep oldular. Anayasa Mahkemesi, Refah Partisi’ni kapatma kararını ilan ederken bir kanunu da “iptal” ederek tam bir hilekârlık yapmıştı. O madde RP’nin lehine olan bir maddeydi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın parti kapatma davası açmadan önce uyarı yapması gerekiyordu. Ve dava “uyarı” yapılmadan açılmıştı. Bu da RP’nin kapatılmasını boşa düşürecek bir hata idi. AYM ne yaptı, RP’nin bu maddeden itiraz edeceğini bildiği için Siyasi Partiler Kanunu’ndaki ilgili maddeyi “iptal” ettikten sonra aynı gün doğrudan kapatma kararı verdi. Yani “hukuku belleyen kadı” olunca, RP kimi kime şikâyet edecekti?