Gıdakrizi deaşıyabağlandı
“Son ırmak kuruduğunda son ağaç yok olduğunda son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenilemeyen bir şey olduğunu anlayacak” der Kızılderili Şef Seatle. Korona süreci etkisiyle iki senedir olağanüstü durum yaşayan dünya ülkeleri, ‘yeni normal’ diyerek baştan beri dayatılmak isteneni belki de ancak idrak ediyor.
- • Yeni normal esasında, koronadan ölmeyenleri açlıktan öldürmek miydi?
- • Gıda krizi kapımıza dayandı mı gerçekten?
- • Yoksa ölüm korkusuyla dize getirmeye çalıştıkları insanlığı, “gıda krizi” korkusuyla yeni bir şekle mi büründürmek istiyorlar.
ABD Dışişleri eski Bakanı ve ABD’nin yarım asırlık akıl hocası Henry Kissinger, 1974’de, “Petrolü kontrol edersen ulusları, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin. Yiyecek bir silahtır ve bizim müzâkere çantamızdaki araçlardan biridir. Gıda, Tarım Bakanlığına bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir” dediğinde, tam da bugünleri anlatıyordu. Zâten bugünleri anlatmasına gerek yok, her dönem küreselcilerin sömürü haritası bu minvalde ilerliyor. Korona öncesi başlayan ve bu süreçte katlanarak artan bir tarafta enerji krizi, bir tarafta para krizi ve diğer tarafta da üretilen sözde açlık kriziyle zincirin son halkası da tamamlanmak üzere.
- Gayrimenkulden kaçan insanlar borsayla tanıştı, hisse senetlerine talep arttı. Böylece “Kara Perşembe” olarak anılan 24 Ekim Perşembe günü borsa dibe vurdu ve toplam kayıp 4,2 milyar doları buldu.
Bir taraf açken, bir taraf obez
Zor günlerden geçiyoruz, orası doğru. Salgın öncesinde artan fiyatlar, gün gün tırmanışını sürdürüyor. Avrupa’daki enerji krizi tarımı ve hayvancılığı ciddi oranda etkilediği için, gıda sektörü de krizden nasibini alıyor. Bugüne kadar her şey petrol üzerinden dönüyordu, koronadan sonra gıdanın ne kadar önemli olduğunu anladık. Özellikle mahalli ve endüstriyel olmayan ürün kullanmanın stratejik bir değere sahip olduğunun nihayet farkına vardık. Zira kriz zamanlarında ülkeler öncelikle kendi halkını doyurmak zorunda.
Devletlerin ekonomik yetersizliklerinden çatışmalarına, uluslararası göçten çevre kirliliğine kadar birçok etken gıda krizini etkiliyor. Her yıl daha da artan üretime rağmen dünyada açlık çekenlerin sayısı artıyor. Madalyonun diğer yüzü ise, bir taraftan milyarlarca insan açlık ve fakirlikle mücadele ederken, en az 1,2 milyar insan aşırı beslenmenin neden olduğu aşırı obezite dertleriyle uğraşıyor.
Büyük buhran
Korona sürecinde tetiklenen sert ekonomik sarsıntılar önce akla, 2007-2008 finans krizini getirse de, bu benzetme yeterli gelmiyor. 1929’da başlayan ve etkileri 1930’un sonuna kadar devam eden “Büyük Buhran” benzetmesi ekonomistler için daha gerçekçi bulunuyor. Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) son Dünya Ekonomik Görünüm raporu, küresel ekonominin merkezlerinde şartların 1930’lardaki büyük buhrandan bu yana ilk kez bu kadar kötüleştiğini söylüyor.
Büyük Buhran dönemi aynı bugün olduğu gibi, zenginleşirken eşitsizliklerini çoğaltan bir dönem sonrasında patlak vermişti. ABD’de başlayıp, Türkiye dâhil bütün ülkeleri, özellikle de Amerika’yla alışveriş içinde olan ülkeleri etkisi altına almıştı. 1. Dünya savaşının ardından Amerika Birleşik Devletleri süper güç haline gelmiş, Avrupa’nın en büyük alacaklısı konumuna yükselmişti. Dünyaya en çok kredi veren ülke unvanını kazanması işte bu yıllara denk geliyor.
Açlıktan çocuklarını satışa çıkardı
Kapitalizm gittikçe popülerleşiyor, ekonomi müthiş bir ivmeyle büyüyordu. İşçi sınıfı paralanmış, tatile çıkıyor, gayrimenkul alıyordu. Tabi bu durum gayrimenkul fiyatlarının şişmesine sebep oldu. İşler ters gitmeye başlayınca da, insanlar servet ödeyerek aldıkları evlerini değerinin altında bile satamadılar. Gayrimenkulden kaçan insanlar borsayla tanıştı, hisse senetlerine talep arttı. Böylece “Kara Perşembe” olarak anılan 24 Ekim Perşembe günü borsa dibe vurdu ve toplam kayıp 4,2 milyar doları buldu.
Bu süreçte 4 bine yakın bankanın battığı söylenirken, binlerce insanın mal varlığı yok oldu. Banka kredilerinin kesilmesi ve birçok bankanın iflas etmesiyle hem tüketimde hem de yatırımda büyük bir düşüş yaşandı. İnsanların satın alma gücü neredeyse kalmadı, tarım ürünleri fiyatları yüzde 60’a varan oranlarda düştü. 50 milyon insan işsiz kaldı, açlıktan çocuklarını satışa çıkartan âileler tarihe geçti. Ülkeler bu süreci aşmak için yerli üretimi artırmanın yollarını bulmaya çalıştı. Bu kendi içine yönelme hareketi, dünyadaki ticaret hacminin küçülmesine yol açtı.
Eşitsizlik büyüyor
‘Büyük buhran’ sonrasında ne mi oldu? Birçok tarihçi tarafından, irili ufaklı diktatörlüklerin ve faşizmin doğmasında; ayrıca İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasında en önemli etkenlerden biri olarak gösterildi. 1929 Ekonomik Krizi sonucunda kapitalist sistem batmamış, ancak krizden çıkışı devlet müdahalesi yoluyla olmuştu. Şimdiyse kartlar yeniden karılıyor, bahisler çoktan açıldı ve korona oyunlarında zenginler daha zengin olurken, yeni milyarderler peyda oldu. Dünya servetindeki eşitsizlik, aşılamayacak uçurumların eşiğinde. Korona öncesi insanların en zengin yüzde 1’i tüm dünyadaki servetin neredeyse yarısına sahipken, bu süreçte bu dağılım yüzde birin de biri şeklinde belirdi.
Londra merkezli uluslararası insânî yardım kuruluşu Oxfam’ın yıl başında yayınladığı eşitsizlik raporuna göre korona süreci dünya çapındaki ekonomik eşitsizliği daha da büyüttü. Raporda, “Gezegen üzerindeki en zengin bin kişi Covid-19 nedeniyle yaşadıkları kayıpları sadece 9 ay içerisinde telafi edebilirken, dünyanın en yoksullarının ekonomik olarak toparlanması on yıldan fazla sürebilir” denildi. Ekonomik eşitsizliğin tüm ülkelerde eş zamanlı olarak şiddetlendiği belirtilen raporda bunun yüz yıl sonra ilk kez gerçekleştiğine dikkat çekildi. Korona sürecinin ekonomi üzerindeki yıkıcı etkisini azaltmak için başlatılan para basma furyası ise dünyadaki dolar milyoneri sayısını arttırdı.
Açlık raporları
Bütün bu ekonomik veriler, “gıda krizi” söylemlerini tetikledi ve başta Birleşmiş Milletler olmak üzere birçok kuruluş ‘Açlık raporları’ yayınlayarak sanal krizi tetiklediler. 2020 yılında dünyada yaşanan çarpıcı kötüleşme dile getirildi. Dünya genelinde her 1 dakikada 11 insanın açlıktan öldüğü ve açlığın, dakikada ortalama 7 kişinin ölümüne neden olan korona sürecini geride bıraktığı belirtildi.
BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ile Dünya Gıda Programı (WFP) tarafından oluşturulan Gıda Krizine Karşı Küresel Ağın hazırladığı ‘Küresel Gıda Krizi’ raporunda, 155 milyon insanın akut gıda güvensizliği yaşadığı bildirildi. İklim krizi -oyunları- ve Kovid-19 krizinde küresel gıda fiyatlarında yüzde 40’lık bir artışa neden olduğu ifade edilen raporda, bunun da insanları açlık sınırına ittiği vurgulandı.
Manşetlerde ‘kıtlık’ uyarıları
Başlangıçta sadece ekonomik göstergeler dikkat çekerken, koronanın etkileri hafifledikçe gıda krizi korkusu itinayla piyasaya sürüldü. Covid-19 sebebiyle duran tedarik zinciri, süper marketlerin raflarını boşaltırken, raflardaki ürünlerin fiyatlarını arttırdı. Avrupa’daki enerji ve akaryakıt krizinin vurduğu ülkelerden biri olan Fransa’da manşetlerden “kıtlık” uyarıları yapılmaya başlandı. Gıda krizinin tarım, tarıma dayalı sanayi ve hayvancılık olmak üzere üç boyutuna dikkat çekiliyor. Batı Avrupa ve ABD’de üretim, işleme, paketleme, taşıma ve boşaltma alanlarında Covid-19 etkisiyle çok ciddi dar boğazlar oluştuğu için, krizin ayak sesleri öncelikle oralardan geldi.
Türkiye'de gıda krizi
- Dünyada bir gıda krizi numarası varsa, bundan Türkiye’nin etkilenmemesi düşünülemez. Nitekim son aylarda gıda fiyatlarındaki artış, insanları kara kara düşündürmeye itti bile. Koronanın ilk günlerinde TBMM Tarım Komisyonu Başkanı Yunus Kılıç, “Bugün hiçbir şey üretmesek dahi en az 2-3 yıllık gıda stoğumuz var” demişti. Kısıtlamalar olsa bile, üretim bir şekilde devam etti. Türkiye’de gıda fiyatları artmasına rağmen, şimdilik ‘kriz’ eşiğinde değil. Ancak Türkiye’nin en çok ihmal ettiği alanın tarım olduğu gerçeği, hâlâ geçerliliğini koruyor. Önümüzdeki yıllarda ‘gıda silahı’ ve ‘tarım savaşları’ sözlerini muhtemelen çokça duyacağız.
- Dünyadaki gıda krizi sadece koronaya bağlanmıyor, iklim değişikliği numarası da bu sürecin siyaseti ve ekonomisini etkiliyor. Plansızlık, yanlış zirâî teşvikler, israf, kuraklık, çiftçiliğin aşağılanan bir meslek olarak görülmesi, kırdan şehirlere göçler, zorunlu eğitim gibi pek çok neden Türkiye’nin zirâî üretimini etkilediği için, fiyatların da artmasına sebep oluyor. Tabii karaborsacı ve diğer istikrar bozucu oyunları da eklemek şart.
- Çeşitli nedenler yüzünden önümüzdeki dönemde piyasada yaşanacak arz-talep dengesizliğinin tüketiciyi de olumsuz etkileyeceğini söyleyen uzmanlar, üretim planlaması yapılması, teşviklerin doğru uygulanması, ilkokuldan sonra zorunlu eğitimin tercihe bırakılması, çocukların çiftçilik faaliyetlerine teşvik edilip yönlendirilmesi ve üretim yapılmayan bir karış toprağın kalmamasının altını çiziyor. Bize de “Hadi gel köyümüze geri dönelim” demek düşüyor. Çünkü sistem, “kendi göbeğini kendin kes” noktasına korona plandemisinden önce gelmişti zâten.
Aşını ol, açlıktan ölme
Dünyanın her yerinde özellikle ABD ve Avrupa’da süpermarketler, özellikle gelişmekte olan ülkelerden getirilen ürünler sayesinde vatandaşlarını refah düzeyine uygun gıda ürünleri sunabiliyor. Böylece özellikle, nüfusun düşük gelirli kısmının gıda rejimi olumsuz yönde etkilenmeye başlıyor. Diğer tarafta da tedarik zinciri kırıldığı için, satılmadan kalan ürünler, emekçilerin ve çiftçinin gelirinin düşmesine sebep oluyor.
Öte yandan buğday, mısır, pirinç, şeker gibi stratejik ürünleri üreten Rusya, Vietnam, Kazakistan ve benzeri ülkeler, korona salgınında kendi halkını doyurma iddiasıyla ihracat kısıtlamalarına gitti. Uzmanlar gıda krizini kitlesel aşılanmaya bağladığına göre, O AŞILAR SATILMADIKÇA TEDARİK ZİNCİRİ HAREKETLENMEZ ve gıda krizlerinin siyasi sonuçları olur anlayışı hâkim. Demek ki neymiş, kovid buhranının zenginleri, şırınganın tam da ucundaymış.