Gerçek Hayat: Bir anlamlandırma çabası

YUSUF ARMAĞAN
Abone Ol

Gerçek Hayat Dergimiz'in de 2000 yılından bu yana sürdürdüğü yayın hayatı boyunca bu anlamlandırma çabasının başat pozisyonunda olduğu kanaatini taşıyorum ben. Başından beri, sahipliği, yönetim kadrosu, yazarları değişse de daima aynı çizgide yayın hayatını sürdüren dergimizin bundan öncesinde olduğu gibi bundan sonrasında da ‘yaradan Rabbimizin adıyla’ yayın hayatını devam ettirmesi en büyük dileğimizdir.

Şimdi kalkıp da isimlerini tek tek zikredemeyeceğim kadar çok sayıda derginin emeği var hepimizin üzerinde. Ekranların olmadığı dönemlerden bugünlere gelene dek, sayfalarında kaybolduğumuz, mutfağına tanıklık ettiğimiz, kimimiz için mekânlar üreten, kendisinden haberdar olmadığımız değerli isimlerle tanışmamıza vesile olan, bazılarımız için ocak vazifesi gören, uğruna gazete bayilerini, kitapevlerini yokladığımız, yeri geldiğinde bir okur mektubu olarak ulaşabildiğimiz, ilk yazılarımızın heyecanını yaşadığımız, bizi uzaklara götüren, yakınlarımızda olan bitenin hiç de görmediğimiz yanlarını bize açan dergilerin dünyasının parçası olduk her birimiz.

İster çok uzun ister çok kısa olarak tarif edelim, bir süreden beri, yaşadığımız çağa ilişkin olarak söylemesi gereken sözü arayanlarız bizler.

Zamanın ruhuna bir başka zihin yapısınca nefes verilmiş olduğu gerçeğiyle yüz yüzeyiz epeydir.

İSLAM DÜNYASI'NIN DERİN SUSKUNLUĞU

Arayışımız bana kalırsa halen devam ediyor. Hiç şüphesiz, İslam toplumları -ki bunu İslam’ın dünya sahnesine çıkışından itibaren böyle adlandırabiliriz- medeniyet tarihine ve insanlığın değerler dünyasına derin, kalıcı ve anlamlı katkılar sunmuştur.

Dünya tarihi yazımının 18.-19. yy’a kadarki, takriben 12-13 yüzyıllık kısmına ciddi katkılar sunmuş bir gelenekten geliyoruz. O gün bugündür, bizim aktör olmadığımız bir dünya tarihi yazma teşebbüsüne tanıklık ettik, olmadı, burası olmadan, biz olmaksızın bir dünya tarihi yazılamadı. Bir şeyler hep eksik kaldı. Bugün ise geldiğimiz noktada, İslam dünyasının derin suskunluğundan bahsedebiliriz.

Ancak yeri gelmişken söylemem gerekir ki, susuyor olmamız arayış içerisinde olmadığımız mânâsına gelmez. Arayışımızın bir diğer adıdır belki de suskunluğumuz.

DÜNYAYA ESASLI BİR BORCU VAR

Zamanın ruhuna bir başka zihin yapısınca nefes verilmiş olduğu gerçeğiyle yüz yüzeyiz epeydir. Üretilen bu iklimin beraberinde getirdiği sorunlarla tanıştık. Sosyal hayattan iç dünyamıza kadar, iktisadi sistemden bilginin üretilme biçimine kadar, eğitim dünyasından devletlerin yönetim anlayışlarına kadar, hukuk anlayışlarından iş kültürlerine kadar sayısız soruna ilişkin olarak dünyada henüz sözünü söylememiş belki de tek unsur olarak Müslümanların kaldığını söyleyebiliriz. Müslümanların dünyaya, içinde yaşadığımız çağa böylesine esaslı bir borcu var.

Müslümanların söylemesi beklenen/gereken o sözün ne olduğu hususundan evvel işin kilitlendiği nokta olarak şurasını görüyorum; Müslümanlar bir anlamlandırma meselesi ile karşı karşıyalar.

'YARADAN RABBİNİN ADIYLA OKU'

Çok uzun yıllar evvel, kimi Osmanlı müfessirlerinin (belki de birisinin) Kur’an-ı Kerim’in ilk emri olan ‘Oku!’ kelimesini Türkçemize ‘anlamlandır’ diye tercüme ettiklerini işitmiştim. Doğrusu bu ya, gördüğümüz, temas ettiğimiz, duyduğumuz, yaşadığımız, tecrübe ettiğimiz ne varsa onu anlamlandırmakla mükellefiz biz. İşte tam da bu noktada büyük ölçüde usule ilişkin bir ‘nasıl’ sorusu beliriveriyor zihinlerimizde. Ve elbette ki cevabı yine ‘Oku!’ emrini veren veriyor; ‘yaradan Rabbinin adıyla oku!’.

Dünyaya söyleyeceğimiz sözün ne olduğundan evvelki son duraktayız biz. Çağı tanımadan çağın ağlarından kurtulamayız. Çağın ağlarından kurtulmadan da çağa söylememiz gereken söze ulaşamayız. Bu durakta iken, bireysel ya da toplumsal olarak gösterdiğimiz sayısız çabadan söz edebiliriz. Dergi geleneğimizin de işte böylesi bir çabalar silsilesinin önemli müesseselerimizden olduğunu düşünüyorum.

Allah çabamızı kabul buyursun.