Edebiyatın öğretemediğini barutun Nobel’i de aklamaz
Nasıl oldu da Balkan Kasabını destekleyen, Srebrenica Soykırımını inkâr eden, 1992- 1995 yılları arasında Bosna Hersek’te bir milletin yer yüzünden yok oluşunu hedefleyen ideolojiyi destekleyen biri bu ödüle sahip olabildi?
Yüce Hak bana belirli bir nazariye, bir inanç, bir kültür mirasını ihsan ettiği için Allah’a şükrediyorum. Edebiyatı da söz sanatıyla verilen edep olarak algılıyorum. Bir şahsı ve toplumu düzenleyen, bireyi insanlığa ve dışındaki canlı cansız tüm kâinata faydalı bir kimse olmaya teşvik eden bir sanat olarak görüyorum.
Bu edebiyattan, dünyanın bir tecelligâh güzergahı olduğunu, yaratılmış canlı ve cansızlara iyilikler yaparak, merhamet, şefkat ve sevgi göstererek (ki hakikat aleminde aynısını ilelebet görmek istiyorsak) bu güzergahın içinden çıkıp hedefimize ulaşabileceğimizi anlıyoruz. Benim edebiyat olarak algıladığım bu kavram, kendisiyle, toplum ve onu çevreleyen tabiatıyla, hakikatle, Yaradan’la, iki dünya ile barışıncaya kadar bu büyük cihatta mücadele edecek, ömrünü yitirecek okurları yetiştirir.
Öte taraftan nefreti, ötekileştirmeyi, zulümleri olumlu kabul etmeyi, Balkan kasabını kahraman olarak görmeyi teşvik eden olguyu edebiyat olarak tanımlayanlar var. Şükür ki onlardan değiliz. Şükür ki, mensup olduğumuz medeniyette, dinamit mucidinin ismiyle prestij sayılan ödüller verilmiyor.
Ne acı ki mensubu olduğumuz medeniyette artık gerçek değerler ödüle layık görülmüyor. Ayrıca Medeniyetimizde, dünya çapında etkili olacak ödül de yok. Keşke olsa da Tıbbın Kânunu’nu yazan ve İbn-i Sina gibi bir büyük şahsiyetin ismiyle büyük bir ödül veriliyor olsa.
Sayısız insanın ölümüne, sayısız yapının yıkımına, tabiatın mahvoluşuna sebep olan bir icadı bulan kişinin ismiyle verilen ödülden ne beklenebilir ki? Özellikle de edebiyat alanında.
Nasıl oldu da Balkan Kasabını destekleyen, Srebrenica Soykırımını inkâr eden, 1992- 1995 yılları arasında Bosna Hersek’te bir milletin yer yüzünden yok oluşunu hedefleyen ideolojiyi destekleyen biri bu ödüle sahip olabildi?
Yazarın etiğine ve estetiğine güya ayrı ayrı bakmalıymışız! Bu ilki mi? Şeffaf sanat jölesine sarılmış, kırmızı kurdele olarak gördükleri kenevir ipiyle bağlanmış da içeriğini hemen kavradık...
Peter Handke bir Nazi askerinin oğluymuş. Dinamit mucidinin ismini taşıyan bir ödülden daha başka ne beklenebilir?
Bu edebiyat algısını besleyenlerin var olduklarını kabul ederek, mahiyetlerini anlayıp geçmekten başka bir imkânımız yok ki. Bizim edebiyat nazariyesine göre bunlarla tartışmak, gözlerine iyi görünmek için değişmek ve değerlerini kabul etmek gibi şeyler bize yakışmaz. Hatta bizim edebiyat olarak algıladığımız ilkeler doğrultusunda bu iç mücadelelere, nefsimizi yenmeye kemâle doğru ilerlememiz gerekiyor.
Ne yazık ki kendi medeniyetimizin edebiyatını her hücremizle içimize çekerek yaşamamızı sağlayacak yeterince bilgimiz yok. Olsa, bizim de değerlerimize göre bir ödülümüz olurdu. Ve dünyaca prestij sayılırdı. Neyse, şimdilik, şükür ki bizim değerlerimiz arasında faşizm, zulüm, soykırım destekçiliği gibi şeyler yok. Kendi değerlerimizi öğrendiğimizde, sağlam ve riyasız bir şekilde onları yaşamaya başladığımızda, belki prestij bir ödül bizim elimizde olacak. En azından dünyada ve ukbada itibarımız olacak.
Bu arada Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Sırbistan ziyareti birçok sebepten medyanın ilgisini çekti. Benim ilgimi çeken edebiyatla alakalı olmasa da edeple alakalı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktisadi ve siyasi görüşmeleri arasında, Sırbistan Arşivi’nde Enisa Alomeroviç tarafından hazırlanan ‘Osmanlı Belgelerde Sırplar ve Sırbistan’ sergisine yaptığı ziyareti -her ne kadar yabancı bir ülkede olursa olsun- şahsıma verilen bir armağan, bir takdir olarak algıladım.
İşte, edep bu! İki ülke tarihini birleştiren sergilenmiş belgelere, Osmanlı tarihiyle ilgilenenlere, upuzun bir geçmişi olan arşive bir saygı ifadesiydi bu ziyaret. Genellikle, benzer zirve ziyaretlerinde gezi programları yapan protokol, ev sahibi ülkenin kadim kurumlarını yok sayıyor. Misafir heyetinin, cumhurbaşkanının, başbakanın ülkesinin dili, kültürü, tarihiyle uğraşan yüzyıllık bir kurumunu ziyareti takdire değer.
Bunları, Osmanlı kültür ve tarihiyle uğraşan yetmiş yıllık bir kurumun çalışanı ve yok sayılmanın ağırlığını tecrübe eden, Bosna Hersek’te Türkoloji araştırmalarına ömür veren ve mânevi destek özlemini de bilen biri olarak söylüyorum. Bazen bir takdir sözü, bir kurumun varoluşunu ve devamlılığını fark etmek o kuruma güç vermeye yeter.