Dinime dahleden bâri Müselman olsa

BAĞDAGÜL ÖZ
Abone Ol

Yobazlık, arsızlık, tuğyan, isyan, serkeşlik ve bilumum şer ve ahlâksızlığın dibini bulmuş olan şahsiyet fukarası, lâdînî Fatih Altaylı, müfteri ve tahrifkâr sözde tarihçi müteveffa Halil İnalcık’a “Osmanlı’nın ilk başlardaki inancı neydi? Alp deyince sanki bir Bektaşilik varmış gibi geliyor” diye soruyor.

O sözde tarihçi ise “Medresenin hakim olması Çandarlılarla oluyor. Devleti asıl kuran Çandarlılardır. İrânî yüksek bürokrasiyi getiren defter tutma, tahrir sistemi ve o İrânî şeyleri bildikleri için… Sultanlar cahildir, bilemez…

Arsız sunucu sormaya devam ediyor, “Alevi midir, Şaman mıdır?”

İnalcık: “Yani Türkmen… Aşiret halinde “Anadolu’yu istila” ettikleri zaman onların inancı Ahmet Yesevi, Yunus Emre şeyinden geliyor. Fakat “panteizmin yüksek ifadesini Mevlana temsil eder.” Onun bir takım ifadeleri halk şairleri tarafından aslını anlamadan, hani tasavvufun derinliğine inmeden bir takım klişeler halinde Yunus Emre falan, Vahdet-i Vücud, tenasüh falan onlarda derinlik yoktur. Asıl yüksek tasavvuf felsefesi Konya’da işte biliyorsunuz. İbn’ül Arabî Şam’dan Konya’ya gelir. Orada evlenir Sadreddin Konevî’nin kızı ile.

Yunus Emre bu yüksek tasavvuftaki mefhumları alıp, bunu halk diliyle gelen, aşiretlerle gelen o yüksek İslam’ın, fukahanın dilini anlayacak şeyde değil. Beş vakit namaz kılamaz sürüleri bırakıp. Sonra din anlayışı da çok basittir. Yüksek tasavvufun halk tarafından ifadesini Yunus Emre’nin Abdal Musa’nın, Kaygusuz’un ifade ettiği tasavvufla İslam’ın bir şeklini benimsiyorlar.

Medresenin, hatta ilk medrese de Davud-i Kayseri ve İbn-ül Arabi’nin tilmizidir. Onun eserlerini şerh etmiştir. Hatta başka bir şey söyleyeyim. Bizanslarla yakın ilişki var. Rumlar Müslüman oluyor falan şeylerin, palanizm diye tasavvufa önem veren Bizans’ta yeni bir tarikat ve din anlayışı ortaya çıktı. Palanizmin kaynağının da Osmanlı’nın Anadolu’daki tasavvuf olduğunu da ileri sürenler vardır. Neler neler görüyorsunuz.” (Metin konuşma videosundan alınmıştır)

Müteakip soruya geçmeden ki son cümlesi yani “neler neler görüyorsunuz” aslında Halil İnalcık’ın nasıl derinliksiz ve basit bir kişi olduğunun en basit tercüme-i hâlidir. Hele ki Yunus Emre gibi büyük bir mutasavvıf hakkında “Beş vakit namaz kılamaz sürüleri bırakıp. Sonra din anlayışı da çok basittir” şeklindeki cümlesi aslında bu şahsın hiçbir şeyine itibar edilmemesi gerektiğinin de bir göstergesi.

Onlarca seçme muallim elinde pişirilerek büyütülen, divanlar yazan, savaş ilminde deha, en az bileni 3-5 lisana derinlemesine vakıf ve çok fazla meziyete sahip Osmanlı Sultanlarına “cahil” diyen bir adam tarihçi olsa ne yazar, insan olsa ne yazar.

“Panteizmin yüksek ifadesini Mevlana temsil eder” cümlesiyle tabiatı tanrı olarak göre panteizmi Hz Mevlana’nın temsil ettiğini söylemek fantastik bir ifade veya bunun emaresi değil, aksine insanları ifsat etmek için söyleniliş şer niyetin tezahürüdür. Yahut da yayına gelmeden Wikipedia adlı siyonist ansiklopediyi okuyarak gelmiş. Zira Wikipedia panteizmi, Hz Mevlana ile değil İbn-i Arabî ile ilişkilendirir.

“İbn’ül Arabî Şam’dan Konya’ya gelir. Orada evlenir Sadreddin Konevî’nin kızı ile” şeklindeki ifadesi ise tarihçiliğinin mâlûmatfuruşluktan öte geçmediğinin bariz delillerinden biridir. Çünkü Konevî'nin babası Mecdüddin İshak’tır ve bazı kaynaklara göre Muhyiddin İbn’ül Arabî’nin de talebesidir. Konevî merhumun babası küçük yaşta (muhtemelen 6-7) iken vefat eder. Mecdüddin İshak’ın vefatı üzerine hanımı yani Konevî'nin annesi İbn Arabi ile evlenir. Sadreddin Konevî hazretleri İbn’ül Arabî hazretlerinin hem üvey oğlu hem de talebesidir. İbn’ül Arabî, Konevî’nin kızı ile değil annesiyle evlenmiştir. Bu da basit bir maddî hata değildir.

“İrânî yüksek bürokrasiyi getiren defter tutma, tahrir sistemi ve o İrânî şeyleri bildikleri için…” diye devam eden İnalcık, ilk devlet defteri ve devlet muhasebe sistemini icad edenin Hz Ömer olduğunu bilmeyecek kadar cahil olması bir yana, İrânî dediği Persler yıkılalı 5 asır olduğunu bilmeyecek kadar da saf değildir herhalde. Oralarda artık Perslerin değil kısa bir süre Müslüman Arapların, ardından da Müslüman Türklerin hüküm sürdüğünü bilmeyecek kadar da cahil olmasa gerek.

Onun asıl amacı, Selçuklu’dan miras Osmanlı devlet mirasını küçümsemek, sultanları tahkir etmektir.

“Türkmenler aşiret halinde Anadolu’yu istila” ettiler cümlesini bırakınız bir tarih profesörünü, vicdan sahibi hiç kimse söyleyemez. İstila yağmadır, tecavüzdür, talandır.

Müslüman Türkler hiçbir zaman, hiçbir toprağı istila etmedi. Durduk yere de fethe çıkmadı. Düşmanlarının saldırı, ihanet ve ahde vefasızlıkları üzerine savaştı ve fethetti.

2017 yılında İstanbul’un Beşiktaş ilçesinde metro kazısında eski Türk ve Altay kültürüne ait 3 bin 500 yıllık kurgan tipi 35 mezar bulundu. Bu keşif ile bırakınız Anadolu’ya, Türklerin İstanbul’a bile 1071 Malazgirt zaferinden binlerce yıl önce geldikleri veya belki de asıl ana vatanlarının buralar olduğuna işaret edebilecek tespitler yapılmış oldu.

Bu delil tek değildi. Hakkâri’de de 4 bin yıllık Türklere ait mezar ve mezar taşları bulundu.

Dahası Konya’da yer alan Savatra Antik Kenti’nde üzerinde Grek alfabesiyle “Türkopol” yazan İslam öncesi erken dönem bir kitabe bulundu. Kazı başkanı İlker Işık, “Türkopol, Türkçe karşılığı olarak Türkoğlu demek” diyor.

Ayrıca Müslüman Türkler Anadolu’da ta Emeviler döneminde vardı. Konya ve civarı ise Emeviler zamanında Yezit merhum tarafından fethedilmişti.

Rockefeller Bursu ile Amerika’da eğitim gören o sözde tarihçi Halil İnalcık bunları bilmiyor mu? Gerçek bir tarihçi olsa bilirdi. Bilip de çarpıtıyorsa -ki her ikisi de mümkün- bu da o kişinin hiçbir şeyine itibar edilmeyeceğinin göstergesidir.

Bunca zırva cümleyi kuran İnalcık, “İslâmî kanat, tabanı din bakımından tatmin etmek için imam hatipler, her apartmana mescid gibi popülist tedbirlere başvurursa tepki görür. Erdoğan yüksek devlet menfaatini öne alıyorsa o zaman bu gibi popülist tedbirlere başvurmaz ve devlet adamı sıfatı kazanır” diyecek kadar da toplum ve siyaset gerçekliğinden uzak bir kişi.

Ecdadın ‘zırva tevil götürmez’ şeklinde güzel bir teşhis ve tesbiti var. Halil İnalcık gibi kişilerin itibar gördüğü ve “Tarihçilerin Kutbu” olarak tasvir edilerek cahil dediği sultanların haziresine yani Fatih Camii Haziresi’ne defnedilmesi bize Halil Cibran’ın güzel ile çirkin hikâyesini hatırlatır.

Bir gün güzel ile çirkin birlikte denize girmişler. Yüzerken çirkin geri dönüp güzelin elbiselerini giyip oradan uzaklaşmış... Güzel ise geri döndüğünde kendi kıyafetlerinin çirkin tarafından giyilip gidildiğini görünce çaresiz o da çirkininkileri giyip gitmek zorunda kalmış.

O gün bu gündür güzel ile çirkin, iyi ile kötü, hak ile bâtıl karıştırılır olmuş.

İşte Türkiye'nin ahvali de budur ve bu diyarlarda değerli addedilmeniz için illa ki sövecek, hakaret edecek, aşağılayacaksınız!

Siz, siz olun kim ne derse desin bu tiplerin yalan ve yanlışlarla dolu kitaplarına itibar etmeyin.